Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '08

 
Kategori
Tarih
 

Vahdettin ne yaptı ki?

Vahdettin ne yaptı ki?
 

Mustafa Kemal'i Samsun'a Vahdettin gönderdi...Tamam da, ama neden gönderdi acaba?


Başlarken

Bundan önceki bloğumda, Mustafa Kemal'in İstanbul'dan titizlikle seçtiği arkadaşlarıyla tarihi büyük görevine başlamak üzere Samsun'a doğru yola çıktığının yazmıştım.

Şimdi, burada bir parantez açarak bir geri dönüş yapalım ve bakalım Samsun'a hareket öncesinde İstanbul'da neler olmuş?


X X X X

Olayları uzaktan izliyor ve müdahale ediyor


Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman, Mustafa Kemal Suriye'de Yıldırım Ordular Grubu'nda görevlidir. İçi kıpır kıpırdır. Bir şeyler yapmak istemektedir; ancak düşündüklerini eyleme geçirmek için çok uzaktadır. Ama yine de boş durmaz. Sadrazam'a telgraflar çekerek yapılması gerekenler hakkında düşüncelerini aktarmaktadır.

Bunlardan bir de, mütarekenin imzalanmasından altı gün sonra(5-11-1918) çektiği telgraftır. Mustafa Kemal'in bu telgrafının sonu şu cümle ile bitmektedir: "...Pek ciddi ve samimi olarak arz ederim ki, mütareke şartları arasında anlaşmazlıkları giderecek tedbirler alınmadıkça ordular terhis edilecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak, İngiliz ihtiraslarının önüne geçmeye imkan kalmayacaktır."

Bu telgraf, Osmanlı yönetimi ile Mustafa Kemal'in düşüncesi arasındaki farkı, kalın bir çizgiyle belgelemiştir. Bu düşünce farklılığı, Sadrazam ile Mustafa Kemal arasında gidip-gelen telgraflarla daha da kalınlaşır.


Şimdi yakında ve olayların içinde

Yıldırım Ordular Grubu dağıtılınca Mustafa Kemal, 19 Kasım 1918'de İstanbul'a döner. Haydarpaşa tren istasyonunun merdivenlerinden inerken, Sarayburnu önlerinde demirleyen düşman gemilerini görünce, başını yaverine çevirerek şöyle der: "Geldikleri gibi giderler."

Bir şeyler yapmak lazımdır. Padişah ve Hükümetin tavrı, O'nun istediği gibi değildir. Hükümet sessizdir ve çaresizdir.

Önce, hükümet işlerine el attı, o kadar ki işi, meclis üyeleri ile görüşmeler yapıp istediği sadrazamın hükümet kurması ve hatta bakanlar lisesini bile hazırlama aşamasına götürdü.


Vahdettin ile ilk görüşme

Başarılı olamayınca, Padişah ile görüşmeye karar verdi. Maksadı, kendisi ile açık görüşmek ve en iyi tedbirlerin alınmasına yardım etmekti. Vahdettin , Mustafa Kemal'i kabul etti. Uzun uzun görüştüler ama Mustafa Kemal istediklerini söylemeye fırsat bulamadı. Tam bir önsöz yaparken Padişah sözünü keserek:

"_ Ordunun komutan ve subaylarının seni çok sevdiklerinden eminim. Bana teminat verir misiniz ki onlardan bana bir zarar gelmeyecektir.

Mustafa Kemal;

_ Ordu tarafından aleyhte harekete ait duyduklarınız var mı, efendim?

Padişah gözlerini kapadı, olumlu olumsuz bir şey demedi. Mustafa Kemal, Padişahın sorusuna cevap verdi:

_ Gerçi ben İstanbul'a geleli ancak birkaç gün oldu. Buradaki hali yakından bilmiyorum. Fakat ordunun komutan ve subaylarının zat-ı şahanenize karşı bulunması için hiçbir sebep olmadığını sanmıyorum. Onun için sizi temin ederim ki hiçbir fenalık beklemeyiniz.

Padişah:

_ Yalnız bugünden bahsetmiyorum. Bugünden ve yarından!

Padişah bir karar vermiş olmalı idi. Ayağa kalktı ve şu sözlerle buluşmaya son verdi:

_ Siz akıllı bir komutansınız. Arkadaşlarınızı tenvir(aydınlatmak) ve teskin(yatıştırmak) edeceğinize eminim."

Mustafa Kemal, bu görüşmede Padişah'ın, anlayamadığı bir umutsuzluk içinde ve üzüntülü olduğunu farketti.


Bu görüşmenin farklı yorumları olabilir.

Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi'nden beri Hükümetin tavrından hoşlanmadığını ve yapılması gerekenleri Sadrazam'a çektiği telgraflarla bildirmişti. Vahdettin'in bundan habersiz olduğu söylenemez. Vahdettin, acaba Mustafa Kemal bir şeyler mi planlıyor, diye düşünmüş olabilir. Mutsuzluğu ve üzüntüsünün sebebi belki de budur. Mustafa Kemal'in ağzını aramak için O'nunla görüşmeyi kabul etmiş olduğu da düşünülebilir.

Şöyle bir yorum da getirilebilir. Bu görüşmeden altı ay sonra, Vahdettin'in Samsun'daki asayişsizliği düzeltmek için Mustafa Kemal'i seçerken, acaba Mustafa Kemal'le yaptığı bu görüşme aklına gelmiş midir?


Çalışmaya devam ediyor

Bu görüşmden sonra Mustafa Kemal boş durmadı. Siyasi girişimleri ve sosyal yaşamı ile dikkati çeker. Çanakkale'deki başarıları henüz unutulmamıştır. Üstelik, Edirne Fatihi olarak ün salan rakibi Enver Paşa, o sıralarda harp suçlusu olarak yurtdışına kaçtığından, en gözde komutan Mustafa Kemal'dir İstanbul'da. Saray ve çevresinde popüleritesi fazladır. İsteyseydi Saray'dan bir bayanla evlenebilir ve hanedana karışabilirdi.

Ama o bunu yapmadı; zaten yapmak da istemedi. İleriye dönük olarak kafasındaki planları uygulama alanına koymak istiyordu. Dönüşü olmayan hareketlere de başlamak istemiyordu.

Padişahı değiştirmek, hükümeti düşürmek ve yeni bir yönetimle daha azimli hareketlere başlanabilirdi belki diye düşünür. Hatta bunun için Fethi Bey ve dört arkadaşı ile ihtilalci bir komite kurmaya bile karar verir.

Günler geçtikçe, Vahdettin'i değiştirmek -ya da öldürmek- ve hükümeti düşürmekten bir şey çıkmayacağını düşünürler ve bundan vazgeçerler.


İngiliz İstihbaratı M.Kemal'i izliyor

Bu arada İngilizlerin istihbarat servisleri de çalışmaktadır. İstanbul'da birçok kimse İngilizlerin emri ile hapse atılmıştır. Fethi Bey de bunlar arasındaydı. Arkadaşını ziyaret için polis müdürlüğüne giden Mustafa Kemal, o günlerde kendisinin de bazı takiplere uğradığı hissine kapılır.


Anadolu'ya geçmek için fırsat kolluyor

Mustafa Kemal, kararını vermiştir. Uygun zamanı ve fırsatı kollayarak İstanbul'dan ayrılmak, basit bir tertiple Anadolu'nun içine girmek ve millete felaketi haber vermek lazımdır.

Bunun için girişimlere başlar, tanıdıklarını ve bildiklerini arayarak nabızlarını yoklar; ama kafasındaki büyük sırrı vakti gelmedikçe kimseye açmak istemez. Bir ara İsmet Bey'e(İnönü), "Anadolu'ya geçmek ve halkı uyandırmak..." gibi sözler eder ama fazla açılmaz.


Beklediği fırsat çıkıyor

Bir gün Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal'e, Samsun'da bazı asayiş sorunları olduğunu ve onları halletmek için Padişahı'ın da onayını alarak Sadrazam Ferit Paşa tarafından görevlendirildiğini emrini getirir. Mustafa Kemal'in istediği fırsat çıkmıştır; ancak O, görev alanının geniş tutulmasını, bölgedeki kuvvetlerin ve valilerin de emri altına verilmesini ve bunun yanında askerlik ve diğer idare makamlarına da sözünün geçmesinin işini kolaylaştıracağını düşünür. Harbiye nezaretindeki arkadaşları tarafından Mustafa Kemal'in bu istekleri görev emrine dahil edilir.

Kurmay Başkanı Fevzi Paşa istirahatli olduğu için bu emri hazırlayan İkinci Başkan Diyarbakırlı Kazım Paşa, Mustafa Kema'in yüzüne bakar:

"_ Bir şey mi yapacaksın? diye sorar.

Mustafa Kemal:

_ Kulağını bana uzat! der ve ilave eder:

_ Evet bir şey yapacağım! Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağım"


Kazım Paşa'nın verdiği mühürlü talimatnameyi cebine koyan Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti'nden çıkarken heyecandan dudaklarını ısırır. Merdivenlerden inerken "Ne ala şey, talih bana öyle elverişli şartlar hazırlamış ki...Kafes açılmış, önümde geniş bir alem...Kanatlarımı çırparak uçmaya hazırlanmış bir kuş gibiyim" diye konuşur içinden.


Vahdettin ile ikinci görüşme

Mustafa Kemal, Vahdettin ile vedalaşmaya gitmeden önce Sadrazam Damat Ferit Paşa ve Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey'le görüştü. Her ikisi de Mustafa Kemal'i güler yüzle karşıladılar ve kendisinden çok şey beklediklerini söylediler. (Sanki, Mustafa Kemalin İstanbul'dan ayrılışında memnun olmuş gibidirler)

Sıra Padişah Vahdettin ile görüşmeye geldi. Artık bu görüşmenin içeriğini bimeyen yok; bu yüzden burada Vahdettin'in Mustafa Kemal'a söylediği ve yine herkesin bildiği bir ifadeyi alacağım:

"_ Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin!"

Padişah Vahdettin'in bu sözüne bakarak, Mustafa Kemal'i vatanı kurtarsın diye Anadolu'ya gönderenin o olduğuna inananların yukarıda yazdıklarımı biraz düşünerek okumalarını öneririm. Belki bir faydası olur. Olmasa da, farklı bir değerlendirme diye bilgi dağarcıklarına atarlar.

Zaten Mustafa Kemal de, Vahdettin'in bu son sözü karşısında şaşırdığını; acaba, devletini ve saltanatını kurtarmak için ecnebi hükümetlerle temas arayan Vahdettin, yaptıklarından pişman mı olmuştu, diye düşündüğünü söylemiştir.

Ama, şu bir gerçekti ki, Mustafa Kemal'in Samsun'daki asayiş sorunlarını gidermesi, Vahdettin'i ve Damat Ferit Paşa Hükümeti'ni rahatlatacak ve bu da İngilizlerin hoşuna gidecekti.


Şimdi, yukarıda açtığımız parantezi kapatalım ve Mustafa Kemal'i ve arkadaşlarını Samsun'a doğru yolcu edelim.


X X X X

Vahdettin Mustafa Kemal'i neden korumuyor?

Şimdi son söz olarak şunları ifade etmek istiyorum ve Mustafa Kemal'i, vatanı kurtarmak için Samsun'a gönderenin Vahdettin olduğunu söyleyenlere şunu soruyorum:

_Vahdettin, Mustafa Kemal'in, Samsun'a çıkışının ardından yaptığı vatanı kurtarma çalışmalarının arkasında neden durmadı? Neden, bölgede daha bir ayını doldurmadan İngilizlerin bir sözü ile Mustafa Kemal'in görevine son vererek O'nu geri çağırdı?

Bu kadarla da kalmayıp, Mustafa Kemal'in tutuklanmasını hatta idamını nasıl ve neden istedi?


Bir ara not
olarak şunu da söylemek istiyorum. Mustafa Kemal'i Samsun'a gönderen Vahdettin'in O'na 40 bin altın verdiği de söylenir. Oysaki Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi sırasında bir kahve içmek için iki tane kesme şeket şeker bile bulamaz. Ordudan ayrıldığı zaman giyecek bir sivil elbisesi dahi yoktur. Valinin kullanılmış bir ceketi, Mazhar Müfit Kansu'nun bir fesi ve sağdan soldan uydurulmuş gömlek ve kıravat ilk sivil giysisi olmuştur. Ankara'ya geldikleri ilk gece yedikleri kurufasulye O'na ziyafet gibi gelir. Nerede, Vahdettin'in verdiği söylenen 40 bin altın? Tanesi 5 gram olsa o kadar altın 200 kilo, on gram olsa 400 kilo eder. Bu altını Mustafa Kemal nasıl taşımıştır acaba? Mustafa filminde gösterilen özel bavuluna da sığmaz ki.


Biraz düşünsünler bakalım... Mustafa Kemal, Nutuk'unun daha ilk sayfasında:

"...Padişahlık ve Halifelik makamında bulunan Vahdettin, soysuzlaşmış, yalnız kendisini ve tahtını güven altına almak için alçakça yollar araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız Padişah'ın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş."

Son sayfasında da;

"...Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler..."

içerikli sözlerini boşuna mı söylemiş?


Bitirirken

Atatürk'ü -hangi yönden olursa olsun- açık ve gizli eleştirenler ve O'nun yanılgıya düştüğü izlenimini uyandırmak sevdasında olanlar düşünmelidirler ki, her ölümlü gibi O'nun da eleştirilebilecek davranışları muhakkak olmuştur. Yanılmazlık Tanrı'ya özgüdür. Ama Atatürk Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda ve daha sonra yanılgıya düşseydi, tarihsel fırsatları iyi kullanmasaydı, yeryüzünde bugünkü bağımsız Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Bunu görmemek için ya bilgisizlik, bilinçsizlik veya nankörlük ya da Türk vatanına ve onun evlatlarına karşı beslenen korkunç kin ve düşmanlığın yoğurduğu hainlik içinde bulunmak gerekir.



CDENİZKENT


Bundan önceki sıralı beş bloğumda ve bu bloğumda faydalandığım kaynaklar:
_____________________ :

(1)
Mustafa Kemal Atatürk (Basıma Hazırlayan ve Günümüz Türkçesine Çeviren Hıfzı, Veldet Velidedeoğlu) NUTUK, Cilt I-II, 1982
(2) Mustafa Kemal Ataürk, NUTUK, Cilt II, (1920-1927), Türk Tarih Kurumu Yayını, 1987
(3) Mustafa Kemal Atatürk, Söylev ve Demeçler, Cilt I-III, Atatürk Araştırma Merkezi, 1983
(4) "Prof.Dr.Afet İnan'la Bir Konuşma", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt-I, Sayı-3(3 Temmuz 1985), ss.730-735
(5) Utkan Kocatürk, Atatürkün Fikir ve Düşünceleri, 3.b, 1984, ss.229-230
(6) Ahmet Mumcu, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II, Yüksek Öğretim Kurumu Yayınları, 1986, ss.4-17
(7) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1984(İlgili sayfalar)
(8) Şerafettin Turan, Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünceler, Kitaplar, 1982, ss.6-15
(9) H.Nail Kubalı, Türk Devrim(İnkılap) Tarihi, 1973, ss.98-110
(10) M.Hikmet Altuğ, Atatürk'ün Çağrısı, İstanbul Üniversitesi Fen Fakiltesi Yayını, 1984
(11) Berthe G.Gaulis(Türkçesi Fürüzan Tekil), Çankaya Akşamları, 1983
(12) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar ATATÜRK'le Beraber, Cilt I-II, 1988
(13) Ayşe Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1959
(14) Ayşe Afet İnan, M.K. Atatürk'ün Viyana Karlsbat Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1970
(15) Gürbüz Tüfekçi, Atatürk ve Düşünce Yapısı, 3.b. 1986
(16) Hikmet Bayur, "Atatürk'ten Anılar" Belleten, Cilt LII, sayı 204(Kasım 1988), ss.949-956
 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..