Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '13

 
Kategori
Güncel
 

Yine diyorum ki... "Doğru düşünelim"!

Yine diyorum ki... "Doğru düşünelim"!
 

Net'ten alıntıdır.


Yok, elimde değil yine tekrar edeceğim.

Çünkü bilirim, insan tekrar tekrar söylenmedikçe asla anlamaz.

Tekrar etmek şarttır, kesin.

Kur’an’a bakın, orda bile bunun böyle olduğu alenen, kanıtlıdır zaten.

Hani bir de bir şeyi 40 kez söylersen olur derler… e işte boşuna dememişler.
Bizler de, demişizdir herhalde herbirimiz en az 40 kez, uyanın, uyanın, uyanın, uyanın, diye… e yani hiç olmazsa milletin bir kısmı, şöyle bir ataletinden silkelendi ve uyandı işte.

Şimdi de diyorum ki,  şunu bile düşünmüyor mu, düşünemiyor mu kimileri?

Gündelik yaşamlarımızda bile şöyle bir dönüp kendimize, hiç olmazsa kendimizden bir pay biçelim:

Hiç… bir insan… kendisi zaten herhangi bir şeyin öyle olduğuna inanmıyorsa, kendisi zaten eminse bir şeylerden, güveniyorsa herhangi birilerine, mesela hükümete, onun aleyhine kim ne derse desin, kim onu hangi yöne yönlendirmeye, çekmeye çalışırsa çalışsın, kendi bildiği, kendi fikri, inancı dururken başkasının dediğini yapar mı? Başkasının o dediğine inanır mı? Başkasının dediğini mi yapar, yoksa kendi bildiğini, kendi inandığı-düşündüğü şey her ne ise, onu mu yapar? Kendi düşüncesi-fikri-kanaati her nasılsa öyle mi, yoksa başkasının dediği, onu yönlendirdiği gibi mi yapar? Yani “sırf” birileri öyle dedi diye bir şey yapar mı bir insan?

Ancak bir şekilde olur bu, emin değilse o konuda, kendi bir kararsızlığı varsa, esasen pek bir sıkıntısı filan da yoksa, ama yine de aslında sadece ve sadece de düşünür önce, yani öyle “hemen” birinin peşine takılmaz, sorgular bir, değil mi? Ola ki düşünüp o sorgulamadan sonra da eğer, “evet yaa doğru diyor, ben yanlış düşünüyorum galiba” derse kendi kendine, he işte o zaman ancak o denileni de yapar, hattâ o bile “belki”!... Öyle değil mi?

Onun için, bırakın şu yok “dış mihraklar” yönlendirmiş de bu eylemi, onların tuzağıymış, onların oyunu imiş, yok efendim “faiz lobisinin” işiymiş, o da olmadı CHP imiş bunun mimarı filan…  Böyle düşünenler kendilerini kandırmış olmaktadırlar sadece.

Hem özellikle de CHP için meselâ bir deniyordu ki: “eylemciler onları meydana bile almadılar! CHP'yi, bazı milletvekillerini, hattâ Kılıçdaroğlu’nu dahi, değil aralarına, meydana bile sokmadılar. CHP'yi eylemcilerin zaten umursadığı yok!”… ama hem de deniyor ki, “CHP’nin işi bu eylem!”  E, be yavrum, HANGİSİ?

Kezâ yine, aynı şekilde, aynı kişi bir diyor ki “apolitik bir eylem bu”, bir de diyor ki “tamamen politik, bu tamamen bir oyun, bir tuzak, hattâ siyasi, hattâ ekonomik bir tuzak… Çekemediler Türkiye’ye yaptığımız hizmetleri, ülkeyi getirdiğimiz şu gelişmiş çizgiyi… baltalamaya çalışıyorlar, yok Türk baharı şu, bu,  ey gençler sizi kullanıyorlar, oyuna gelmeyin!”

Hakikaten HANGİSİ? Allah için, hiç olmazsa karar verin bari… hangisi?!  Hem böyle, hem öyle nasıl oluyor, nasıl olabilir bu? CHP mi bu eylemin mimarı, değil mi; politik mi bu eylem, değil mi... yoksa... ekonomik mi?!!!

Yani demek ki kendilerinin de zaten bir şey bildiği, bir kararları, bir eminlikleri filan yok ki, böyle de denebiliyor. Eğer cidden ve gerçekten biliyor olsalar, doğru bir şey söylüyor olsalar zaten neyse o seçenek, hep onda sebat ederlerdi.  Bir öyle, bir böyle denmezdi sürekli. Hele de herhangi birileri değilse böyle diyen, hükümetse…  hiç yani, yakışıyor mu bir hükümete? Ne yarar gelir ki böyle bir ikircillikten, ikilikten vatana, millete?!

O yüzden tekrar söylüyorum ki, o eylemciler ve onları destekleyen samimî insanlar, “kendilerini yönlendiren birileri olsaydı dahi” zaten bu eylemi yapmayı “gerektiren” KENDİ HAKLI SEBEPLERİ, öteden beri hep bazı yanlışlar yapılmasından dolayı kendilerinde zaten oluşmuş bir “birikim” olmasaydı, böyle bir inanç, böyle bir kuşku, güvensizlik ve itiraz içinde olmasalardı, her kim gelirse gelsin, her ne olursa olsun hiç kimse onları yönlendiremezdi de!!

O yüzden  “kim yönlendirdi, kim yönlendirmedi, ya da yönlendirildiler mi, yönlendirilmediler mi… veya birileri bunları kışkırttı”yı filan değil,  bu eylemciler haklı, doğru bir şeyi mi ortaya koymaktalar,  ona asıl bakmak durumundasınız. Hangi yanlışa, hangi yapılmış ve var olan yanlışlara karşı itirazdalar, buna bakmak zorundasınız. Asıl o zaman yararlı  ve boş olmayan bir “iş” yapmış olursunuz. Aksi takdirde zararlıdan başka bir şey olmazsınız.

Zira kimse de yönlendirmedi onları, bizzat iktidarın yapmakta olduğu yanlışlardan, yanlış tutumlardan başka! Eğer ille de bir “yönlendiren”,  “kışkırtan” arıyorsanız, iktidarın neler ve neleri nasıl yaptığına ve de "niye" yaptığına… “iktidarın yanlışlarına” bakacaksınız.

Bu arada varsa da eğer iktidarın inandığınız doğru yapmakta olduğu veya iyi yapmakta olduğu bir şeyler, bu doğru yaptığı şeyler de yanlış yaptığı şeyleri asla örtmez, yanlış yaptığı şeyleri yok etmez, geçersiz kılmaz. Böyle de düşünmek zorundasınız. Üç yanlış bir doğruyu, dolayısıyla bir doğru üç yanlışı götürmediği gibi, aksine bir yanlış üç doğruyu götürebiliyor… hadi diyelim, ama en az bir doğruyu, mutlaka götürür hem iktidarlarda, hem de hayatın zaten her anında, her alanında da!

Ancak pek tabii ki, böyle bir eylem başlayınca bunu kendi emelleri için bir fırsat bilenler de olacaktır, olmuştur; aralarına sızan bir takım marjinaller de olacaktır, zaten bazı görüntülerden görüyoruz olduğunu da.  Türkiye’nin heveslisi zaten çoktur. Türkiye’yi çekemeyenler de fazlasıyla mevcuttur. Türkiye üzerinde emelleri olanlar, Türkiye’yi sömürgeleştirmeye çalışanlar da vardır. Ama bunlar zaten bilinen şeylerdir ve her zaman da vardılar, her zaman olacaktır da. Yani yalnızca bu eylem nedeniyle veya bu eyleme bağlı olarak ortaya çıkmış, sırf bu eyleme bağlanacak bir şey zaten değildir. Eylem yokken de, eylem olmasa da onlar zaten hep vardır, hep vardı.

Onun için iktidarın da, ilgili kurumların da asıl yapması gereken şey, bu eylemleri gerçekleştiren ve destekleyenleri değil, asıl o araya sızmış olan  “eylemci görüntüsündeki” marjinalleri bulup çıkarmak, hattâ aynı şekilde polisin de arasına kaynak olmuş o “polis görüntüsünde” veya  polislerle birlikte hareket eden polisten daha da beter üstelik şiddet uygulayan saldırgan marjinalleri de bulup çıkarmak, bu her iki tür marjinali topluma da afişe ederek, onları asıl sorgulamak ve cezalandırmaktır…

Yoksa, yok sosyal medyaydı, yok şuydu buydu, şu eylemciydi, şu sanatçıydı, şu bankaydı, şu işadamıydı, şu yayın kuruluşuydu, şu gazeteci, şu parti vs. diyerek bunlara “bedel ödetmek” gibi fasarya işler,  yeni yeni bir öbek daha haksızlıklar-yanlışlıklar değildir yapılması gereken. Ama tabii o marjinaller de eğer yine iktidar yanlısı veya cenahından birileri değilse haliyle! Çünkü bu denli yanlışlar zincirine boğulunmuş bir durumda bu da mümkün, neden olmasın?! Akıl bu, gelir akıllara; birilerinin aklına o demin belirttiğim komplo teorileri gibi neler neler, ne yalanlar geliyor da, kimilerinin de aklına böyle bir şey niye gelmesin?

Şu bilinmelidir ki, bazı insanlar bu eylemi doğru okuyamayarak, varsa bile eğer en az o dış mihraklar kadar, o faiz lobisi kadar, o marjinaller kadar onlar da Türkiye’ye aynen düşmanlar gibi zarar vermektedirler. O nedenle bu ülke için gerçekten yararlı ve faydalı bir iş yapmak istiyorsanız, bu eylemi doğru okumak ve doğru değerlendirmek zorundasınız!

Öyle ki, sanki ortalığı yakıp yıkanlar da eylemcilermiş gibi dahi düşüncelere rastlıyoruz. Oysa yakıp yıkan kimdi? Polis mi, eylemciler mi? Orda yalnızca bir avuç ve sadece çevreci varken bile, onlara saldırıp, çadırları daha ilk gün, ilk kez kim yaktı? Bir saldıran mı vardı onlardan herhangibir yere ki, onlara saldırıldı? Evet ilk kez kim yaktı? Zabıta ya da polis çok farkeder mi? Ve zaten de halk asıl o zaman daha da bir tam bilenip, işin rengi o zaman zaten değişmedi mi? Asıl  o zaman, bu tam anlamıyla bir "halk hareketi"ne dönüşmedi mi? Ortalığı kim savaş alanına çevirdi, elinde sadece su şişesi ve kitap olan eylemci mi, yoksa tomalarla, biber gazlarıyla, tazyikli sularla, plastik mermilerle her türlü donanımıyla o meydanlara da, eylemcilere de dalanlar mı? Ya da asıl, polisi oraya bu şekilde zaten daldırtanlar mı?

Ve hatta ben bile demiyorum bunu, biri çıkmış en tepeye, bütün millete haykırıyor, suçunu itiraf ediyor zaten, “evet, ben verdim emri” diyor! Daha ne? Bir “yönlendiren” mi arıyorsunuz, işte adres belli! Dolayısıyla da diyebiliyor ki, polis "destan" yazmış orada… bak, bak, bak, bak..! Ve pardon da, bu memleketin savcıları peki nerede? Yani bir suç duyurusu yapmaya bile gerek yok, zaten herşey milletin gözü önünde! Ama tabiii nasıl bir demokrasi ise bu, yapılanlara suçtur diyen, hattâ anayasal suçtur diyen hukukçuları, avukatları da bu memleketin, hattâ “topluca” yine, nezarette! İşin ilginci halâ böyle bir durumda dahi denebiliyor ki,  “Ben bu ülkeye demokrasiyi getiyorum, nihayet demokrasi uygulanıyor bu ülkede!’ Allah Allah… biz görmeyeli demokrasi ne kadar da değişmiş!!  Hayır, merak ediyorum, kendi de inanıyor mudur acaba bu dediğine?!

Onun için daha nesini sorguluyor, nesine, neresine bir kulp yamamaya, nesine ne gerekçe arıyorsunuz? Türlü bin türlü düşünce-sav üretiyorsunuz, oysa herşey zaten alenen belli. Nerde yaşıyor böyle diyenler, Mars’ta mı? Herşeyi, herkesin gözünün önünde günlerce an be an izlemedik mi? Herşey alenen ortada, net  ve açık değil mi? Halâ daha nesine, neresinden gizli saklı, ne kurgular arıyor, yaratıyorsunuz?

Asıl, "sebeplere" inip düşüneceksiniz! Böyle bir eylemin “asıl sebeplerini” ve asıl mahiyetini düşünmek zorundasınız, kulp takmak en kolay iş! Veya basite indirgemek, ya da “eylem yaptılar da ne oldu, şimdi de duruyorlar da ne oluyor” diye küçümsemeye kalkışmak veya bitti saymak, ya da başarısız, hattâ hattâ sanki kötü bir şey, sanki yanlış bir şey yapmışlar gibi eylemcileri ve bu halk hareketine katılanı da, haklı bulanları da kötülemek, suçlu gibi göstermek veya öyle lanse etmek ya da bu şekle evirmek bunu, yine en kolay ve en ucuz iş. Yine yanlış bir iş.  Allah aşkına bir doğruyu yapın artık yavv. İyi ki Besmele, iyi ki Lâ havle var dilinizde? Ya yüreğinizde?!

Öyle ki hattâ eylemcilere “çapulcu” demek de kesmedi ki demek, şimdi de “işgâl kuvveti “ dahi diyebilmek… Bu nedir yav; Nasıl bir şeydir bu? Aklınızı peynir ekmekle mi yediniz?

Yine pardon diyeceğim, kime denir işgâl kuvveti? Yoksa TDK onun da mı tanımını yine “emirle” değiştirdi? Nerde görülmüş bir devletin kendi milletinin yine o devletin şehirlerinde, meydanlarında, halkın kendi meydanlarında, sokaklarında, birarada bulunmasına, toplanmasına “işgâl” denildiği ve dahi zaten silahsız da olduğuna göre bunlar, buna “işgal kuvveti” dahi denebildiği..?  O zaman başbakanın mitinglerine “çeşitli yollarla” ordan burdan toparladığı ve daha fazla olduğunu savunduğu o “kalabalık”lar demek ki daha da bir işgâl kuvveti!!

Hattâ onun da ötesinde, asıl işgal kuvveti kendisi ve onun emriyle hareket eden asıl o SİLAHLI saldırgan taifesi olmasın sakın?? Çünkü  “silahlı” da olduğuna göre?! Polis diyemiyorum, çünkü polis, halkını koruyana, halkının emniyetini sağlayana denir, aksine bizzat halkına zarar verene değil. Silahsız ve hiçbir saldırısı olmayan insanına saldırıp, şiddet uygulayabilene, hatta öldürene, yaralayana, kör edene, tonlarca dayak atıp, kuytuda köşede sıkıştırıp bilmemkaç tanesi bir eylemcinin üstüne çullanıp, tekme tokat, cop, yumrukla girişip, haşat edene değil!  Ama başbakanın lügatinde, yani Mars’ta buna “destan” deniyor demek ki!!

Biz bilemiyoruz tabii, belki de Mars’da polis böyledir kimbilir… ya da birilerinin hayal dünyasında! Zaten demokrasiyle “polis devletini” de karıştırıyor o uyduruk masalcı, hayalci, mars’da mukîm zevat.

Yani bir şey savunacaksanız, bu kadar kör gözüne, kör gözüne de OLMAZ. Akıl var, mantık var;  göz var, izan var. Komediyi de, trajediyi de aştı artık böyle düşünenlerin durumu. İşi bu kadar sulandırmayın, bu kadar ucuzlatmayın.

Doğruya, haklıya, hakka saygınız olsun biraz. Yok ama bunlar zaten yoksa da eğer,  ki yok zaten bu belli de, hiç olmazsa akla-zekâya,  hattâ herşeyden de önce kendi aklınıza, zekânıza, onurunuza bari, ve de iyiye-iyiliğe, masumiyete, mağduriyete bir saygınız, takdiriniz, vicdanınız, ya da ne bileyim en azından utanma duygusu olmalıdır insanda biraz.  O kadar yalanı söylerken, halkın gözünde kendini düşürdüğü durumu hiç olmazsa hesaba katmalıdır insan. Ama pardon, yine pardon, tabii ya… insanda olur bu, doğru ya Marslı’da ne arasın?

Eylem yapanların da, kezâ bu eylemi samimî olarak ,“çıkarsız”, “sırf yapılmakta olan yanlışlara-yanlış tutumlara karşı eylemcileri destekleyenlerin” hepsi de pek çoklarından  çok daha aydın, zaten bilinçli, neyin ne olduğunu da olmadığını da bilen, “duran değil düşünen”, durmasıyla dahi bir düşünceyi zaten ortaya koyan,  durmayıp, “durarak bile zaten yola devam eden”, edebilen ve yine zaten doğrularından ve haklılıklarından başka da silahları olmayan “yararlı”, “bilinçli” bireylerdir. Yaptıkları ve halen de sürmekte olan bu eylem de, topluma da, ülkeye de, devlete de dolayısıyla demokrasiye de son derece yararlı olmuştur. Kimbilir, belki de bu yüzden zaten kimileri de karşı çıkıyor ve zararlı buluyordur. Olamaz mı? Neden olmasın? Onun için, asıl zararlıları başkalarının arasında aramalısınızdır.

Çünkü öyle her önüne gelenin şunu yap-bunu yap dediğinde yapacak, şunu kır dök denildiğinde kırıp dökecek, dolduruşlara-yönlendirmelere gelecek bireyler değillerdir ne eylemciler,  ne de onları haklı bulanlar. Siz onları marslılarla karıştırıyorsunuz anlaşılan. Zira öyle olsaydı, ohooo şimdiye kadar neler yanıp yıkılmazdı! Hele de öyle bir kalabalık… yani, bir düşünün! Ve zaten tam da bu nedenle, tam da her şunu yap diyenin dediğini yapmayan, her dayatanın dayattığı şeye rıza göstermeyen, yani yanlışı doğrudan ayıran, ayırt edebilen bireyler oldukları içindir ki zaten bu eylemi de yapmış ve yapmaktadırlar!!  Tümüyle kendi iradesiyle hattâ daha doğrusu asıl, “kendiliğinden” halk bu eylemi başlatmış ve sürdürmektedir. Sadece ve sadece de iktidarın yaptığı yanlışların halkta yarattığı “birikim” sebep olmuştur buna da. Hiç başka bir kulp takmaya da kalkmayın, yine tekrar ediyorum ki asıl o zaman aldanmış, asıl o zaman kullanılmış olursunuz!

Başka birşeylerin ya da birilerinin kışkırtmasına, ön ayak olmasına ya da yönlendirmesine bir gerek olmadığı gibi, gerek kalmayacak kadar  zaten yeterince ve yeterli “sebepleri” vardı halkın. Başka birilerine veya yönlendirmelere, önayak olunmalara filan ihtiyacı yoktu ve yoktur da zaten HALKIN.  O zamana kadar öteden beri yapılmış olan yanlışların halkta oluşturduğu “birikim” zaten kendi başına, başlı başına yeterliydi böyle bir halk hareketi için. Halk buna hazırdı zaten yani, bir vesile bekliyormuş demek ki, o yüzden sadece bir vesile de yetti arttı bile. Üstelik o vesileyi bile gene iktidar verdi zaten, her zamanki mutad işlerinden olduğu için, haliyle o vesileyi de vermekte gecikmedi iktidar da. Demek ki halkta da birikim “için için”, artık hepten olgunlaşmış, bardak dolmuş, taşmış… Bu kadar da basit yani bunu anlamak, bir bilmece değil ki, muamma değil ki çözülsün; Bir karmaşa ya da hattâ bilinmeyen bir şey bile değil ki zaten, altında da veya ardında da “başka şeyler” aransın!

Bilmem anlatabildim mi?

Gerçi herkes de bunun böyle olduğunu da zaten biliyor da… bilmeze yatılıyor, bilmezden geliniyor işte. İlle de bir kulp takılmaya çalışılıyor. Kulp mulp yok. Ortada yanlış birşeyler var, eylemciler ve kezâ onları “samimî” olarak destekleyen insanlar da bu yanlışa-yanlışlara itiraz ediyor. Yanlışlara dur diyor. Hepsi bu ve bu kadar. Bu kadar da net, anlaması da son derece kolay ve rahat.

Ama bunun böyle olduğunu zaten pekalâ da bilip, anlayıp, anlamazlıktan geliniyor. Birileri “bile bile zaten” yanlışı yaptıkları İÇİN… bilmezlikten geliyor! Yanlışları bizzat kendileri zaten yaptıkları İÇİN, yapmamışlıktan geliniyor. Bizzat kendileri  yanlış yapanlar oldukları halde, yapmamışlıktan geliniyor, başkaları yanlışlanıyor, yanlışlaştırılmaya çalışılıyor.

Zaten mesele de bu değil mi?!

Ortada bir eylem vardır ve bu eylem de “iktidara karşı” da değil, “iktidarın yanlışlarına” karşı yapılmış ve yapılmaktadır. Zira bu ikisi de işte, farklı farklı şeylerdir yine. Herşeyi birbirine karıştırıp durmayın! Ortada sanki bir kördüğüm varmış gibi hallere de girmeyin. Dolayısıyla ne bu eylemi, ne de bu eylemcileri  ve “eylemcileri de, bu eylemi de salt haklılığından dolayı çıkarsız ve samimî olarak” destekleyenleri ve ne de bu eyleme bağlı olarak her olguyu da öyle eğip büküp, ekleyip pükleyip, oraya buraya çekip çekiştirip, saptırmaya da çalışmayın. Zira böyle yapıldıkça, artık yalnızca “iktidarın yanlışlarına” karşı olmaktan da pekalâ çıkabilip, direkt iktidara karşı olma haline de her an yine evrilebilir de yani bu hareket. Daha önce nasıl ki bir ağaçtan bu hale evrilmişse, mümkündür yani, olmayacak iş değildir demek ki… aklı varsa da eğer birilerinin, buna göre hareket etmelidir de asıl, demek ki.

Ve kimse de aldanmıyor, kanmıyor da artık o meydan dolusu bayraklara ve tekrar Gazi Mustafa Kemâl’e sahte sahte sarılmalara da filan… Zira önce Samsun, sonra Erzurum, belki sonra da Sivas’la, ve her fırsatta “az zamanda büyük işler başardığını” haykırmalarla,  veya nasıl da bir bayrak sevdasıysa 3 hilâllerle filan da, zaten kimin asıl ne yapmak istediğini, pek alâ gayet de güzel anlıyor da halk!

Diyorum ya memlekete zarar veriyorsunuz. Yok efendim ekonomiye de, turizme de çok büyük zararı olmuş, yabancı turizm acenteleri ve ilgili makamlarınca “Türkiye karışık, gitmeyin” denerek aleyhimize propaganda yapılmasına sebep olunulmuş bu eylemle, sürekli rezervasyon iptalleri yaşanıyormuş; Ekonomi de “durup dururken” altüst olmuş… Eveeet… doğru! Peki ama kim sebep oldu buna? Kim bu duruma soktu işi? Eylemciler mi, hükümet mi?!

Eylemciler efendi efendi sürdürüyordu eylemini, hükümet ne yaptı? 3,5 attı!!

Bu arada, “Eylem değil de, asıl, düşünce gerekmektedir, asıl düşünmek gerekmektedir” diyenlere de bundan önceki yazımı okumalarını tavsiye eder ve derim ki bu eylemi yapanlar da, bu eylemi haklı, yerinde ve doğru bulanların da aklı da düşüncesi de zaten VARdır ve sağlıklıdır ki bu eylemi yapmışlar ve bu eylemden de yanadırlar. Bu memleketi düşünenler de, bu memleket için asıl yararlı olanı yapan da, demokrasiyi uygulayan ve demokrasiye göre yine hareket eden de yine eylemcilerdir. Bu da demektir ki, ÖNCE demek ki asıl bunun aksini düşünenlerin bir şeyleri gerçekten düşünmesi ve hattâ yine onların asıl ve yine asıl da “doğru düşünebilmeyi” zaten becerebilmeleri gerekmektedir!

Yoksa herkes düşünür, düşünceden bol ne var? Görüyoruz işte her kafadan bir ses… Hattâ öyle ki güya aynı cenahta olanların bile biri başka şey, öbürü tam tersini söylüyor, nasıl bir aynı cenahsa. Hattâ hattâ öyle ki, aynı ses bile bir önce söylediğiyle bir sonra söylediğinde çelişiyor, daha önce söylediği bir şeyle şimdi söylediği örtüşmüyor bile. Söyledikleriyle yaptıkları da zaten örtüşmüyor. O derece yani boş ve anlamsız sesler, düşünceler, fikirler, söylemler. Diyorum ya işte uydur uydur söyle, masal anlat, e bu kadar da endazesiz ve külliyen, bir ton şey, “sadece uydurulursa”, çelişir de tabii birbiriyle!

Ve düşünce-düşünce diye tutturup, “eylem değil, asıl düşünmek lâzımdır, insanlar düşünmüyor” diye bir düşünce beyan ettiklerini sananlara da yine tekrar burada da sorarım:  Bir “düşünce”, salt düşünce olarak kaldığında ne gibi bir şey ifade eder acaba? Bir düşünce o şekilde fiiliyata da geçirilmedikçe bir ederi, bir değeri, bir etkinliği olabilir mi?

Mesela ben düşünüyorum, ama o düşüncemi eyleme, yani fiiliyata geçirmemişim, davranışlarımla o düşüncemi hiçbir şekilde yansıtmamışım, diyelim ki bir düşüncem var ama bunu yaptıklarımla, yani edimimle, tutumumla, hareketlerimle de ortaya koymamaktaysam, bu bir şey ifade eder mi, bir değer taşır mı, kimin umurunda olur? Ne gibi bir etkisi veya etkinliği olabilir? Eyleme geçirilmemiş bir düşünce, neyi ve nasıl inşaa edebilir ya da inşaa etmiş olabilir? Değil ki, öyle bir düşüncem olduğundan,  haberin bile olmaz!

Doğru düşünün…

Çünkü yanlış yapılan şeyler bir yana, “yanlış düşünceler” kadar, hele de yanlış inançlar kadar, yani yalanlar, sahtelikler, yanılgılar, zanlar kadar, bir topluma da, insana da, devlete de zarar veren başka hiçbirşey yoktur!! Yapılanlar da zira, zaten bir düşüncenin, dolayısıyla da bir inancın ürünüdür!! Ya öyle inandığın için öyle de düşünmektesindir, ya da düşündüğün şeye kendi kendini inandırmışsındır. Her nasıl inanmakta ve her nasıl düşünmekteysen de, öyle de yapmaktasındır. Yani birilerini de buna inandırmaya da çalışırsın haliyle!! Yanlış düşünsen de, doğru düşünsen de!

Keşke herkes doğru düşünebilse!!!!

Ve böylece doğru inançlar da geliştirebilse!

Hayallerle, zanlarla, masallarla kendini oyalamaktan, avutmaktan kurtulabilip, gerçekle – doğruyla buluşabilse!

Yanlış olarak inandığı, dolayısıyla da yanlış düşündüğü şeyleri, doğrularından ayırt edebilse!

Yanlış şeyleri, düşüncelerinden de, inançlarından da, dolayısıyla yaptıklarından da keşke, keşke ayıklayabilse!!

Tabii ki bunu her insanın, bütün insanların başarması asla mümkün değildir, bilirim. Çünkü zaten “oluş” böyledir, yaradılış böyle, yaratan, oldurtan böyle oldurtmuş. Ne diyor Kur’an’da da “gönül gözleri kapalıdır onların.” Ve dahi daha da ne diyor, “İblis onlara yaptıklarını güzel gösterir” diyor!  Demek ki böyle gerekmekte…  E yani yalnızca cennete değil, cehenneme de adam lâzım. Boşuna mı yaratıldı cehennem de… yazık, şeytan yalnız mı kalsın?!  Hem zaten, hele de şeytana kandıktan, inandıktan sonra, yani ruhunu yalana, dolana, kumpaslara, hâsılı “şeytana” sattıktan veya kiraladıktan sonra,  doğruyla, gerçekle  dolayısıyla Allah’la, cennetle buluşmak öyle kolay bir şey de değil ama, ben yine de işte dilerim ki her insan bunu başarsın inşaallah bir gün.

Lâkin bu dünyada tabii..!  Zira diğer tarafta her insan neyin ne olduğunu da, ne olmadığını da zaten anlamış olacak. Yani ahirette anlamış olması,  biz insanların, hiçbir insanın, o insanın kendisinin de zaten hiçbir işine de yaramayacak, “artık” biliyor olmaktan gayrı… ama işte “artık” da ne fayda?!

O yüzden Allah da hep, hattâ tekrar tekrar, yine sürekli uyarıp durmuyor mu zaten: Doğruyu yapın diye.

Şöyle bir kendinize yönelip iç sesinize kulak kabartın bir bakayım, ne diyor? Yanlış düşünün, yanlış şeylere inanın, yanlış inançlar geliştirin, saplantılı olun, kilitleyin kendinizi, kapatın kulağınızı-gözünüzü herşeye, hiçbir şeyi görmeyin, duymayın, kendi inandığınız, doğru diye düşündüğünüz şeyleri de hiç sorgulamayın, kendi bildiğinizden hiç şaşmayın, doğruyu yanlıştan ayırt etmeyin, yalan, dolan, zan… varsın olsun yanlışı yapın mı diyor size?

Valla benimki öyle demiyor da işte, o yüzden yani…

Ama gene de siz bilirsiniz tabii…

Demek ki Allah’tan daha iyi biliyorsunuz, öyle mi?!

Tövbe estağfirullah…

Bismillahirrahmanirrahim… Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyül’aziym…

Filiz Alev
23.06.”13

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..