Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yüce gönüllü Türk

Yüce gönüllü Türk
 

Ulu Hakan'ı özlüyoruz...


Tüfek icat olunca mertlik bozulmuştu.

Psikolojik savaş kavramını keşfedince isyankâr insan, insanlık da bozuldu.

Kökleriyle bağı çürümüş kalabalıkların istendiği gibi sevk ve idaresi çok kolaylaşmış oldu.

“Azgınlar”, iğrenç emelleri için beyinleri önce meşgul ettiler, ardından adeta bünyesine düşman eyleyip tuzaklarla dolu ve hiç bilinmedik alanlara sürdüler…

Zihin kontrolü daha da eğlenceliydi, bir makine gibi iradesizleştirilip programlanabiliyordu insan!

Nefse –sözde- büyük zevkler veren yeni icat afyonlarla, diğer yandan ruh, tarifsiz ıstıraplara sürüklendi.

Ve kalpler öldürüldü!

Utanmadan “Tanrı öldü!” dediler.

Kalbiyle arasına en dayanıklı kaleler yapıldı da insanın, heyhat, değil herhangi biri, bir tek ışık huzmesi bile giremezdi oradan…

Katılaşan ve Allah’ın nurundan nasipsizleşmiş et parçaları oluverdi kalpler, etten vücutlarda…

Türklere Türkistan’da yapılan bir dizi işkencenin sonucunda elde edilen ürüne Mankurt denir, bilen bilir ve hatırlar.

Bugün bahsettiğimiz konu, hedefinde Türkiye Türklüğü olmakla birlikte, sonucuna göre Mankurtlaştırmaya oldukça benzese de yöntem ve sonrasındaki komut sistemi ile özgün olup Batı’ya dairdir.

Tabi, bütün bunların “hukukî altyapısı” da kurulmalıydı.

Başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerle 23 Şubat 1945 tarihinde başlayan askerî-siyasî veiktisadî anlaşmaların, 1947'de şiddetlenen askerî anlaşmaların ve 1954'de alevlenen siyasî anlaşmaların okuyucumuz tarafından iyi öğrenilmesi gerekiyor.

Sözde Millî Eğitim Sistemimiz dahi, 27 Aralık 1947'de imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan ”Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma”nın sonucu olarak, o günden beri bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendiriliyor…

En iyisi şu kitabı okuyunuz: İkili Anlaşmaların İçyüzü (Haydar Tunçkanat, KAYNAK YAYINLARI)

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=50782&sa=46799577

Böylelikle, koskoca bir millet, onu millet yapan ve hatta Türk yapan dinamiklerinden, değerlerinden, yazık ki fizikî ve ruhî varlığından ayrıştırılmakla kalmamış, hangi durumda hangi tepkiyi vereceği, kime ve nasıl hizmet edeceği programlanmış halde yönetilebilmektedir.

İnsanlar, ellerinde Batılı sigaralar, batılı içkiler, batılı giyim tarzı, batılı saç-sakal imajları, batılıdan farksız eşleri, çocukları, yemekleri, düğünleri, toplantıları, selamları, fıkraları, hikâyeleri, dilleri, sohbetleri, riyâkârlıkları, fesatlıkları, dedikoduculukları, ayak oyunları, dizileri, filmleri, sanatları, zevkleri, günahları, haram-helal bilmez kazançları, harcamaları, yalancılıkları, ahde vefasızlıkları, sözüne güvenilmezlikleri, egoyu ilahlaştıran erdem anlayışları, tiksindirici kibirleri, özetle tüm hayatları ile batılı efendilerine hizmet etmek üzere terbiye edilmişlerken, gaflete bakın ki yine yüksek perdeden kabadayılık veya “dava adamlığı” taslıyorlar…

Allah’ı belki de –hâşâ- çağdışı kabul ettiklerinden, “Allah’ın nasıl bilinip sevileceğine ait İslâmî hükümleri” hiçe sayıp kendilerince bir itikat geliştiriyorlar.

Düşünün ki camide elinde şarap şişesi ile “namaz kılın” diye bağırıyorlar!

Yine de diyorlar ki… “Ben Allah’ı tertemiz seviyorum.”

Bunun belirtisi ibadet, itikat, ahlâk var mı? Yok!

“Dava arkadaşına” bile durmaksızın ana avrat küfredip yine de “ulusçu” olduğu yalanını utanmadan söyleyenler…

Saat gibi işleyen bu sistem sayesinde, “kahraman” veya “beyaz atlı prens” sandığınız bir sürü kişi yahut genel anlamda hareket, kitle, camia vs aslında bütün cehaletleriyle evine tecavuz edip kutsalına tükürenlerin ameleleridir.

Çoğu gafil, birçoğu hain ve milletin ümitlerini şeytansı efendilerinin önüne ganimet diye atan namussuzlar.

Sadece nefsini seven ve bir sürü insanı da nefsi için felakete sürükleyen katı kalpliler…

Taraf gazetesi okuyarak İslâmî duruşunu şekillendiren kimileri(!)

Söz verdik, geldik, geçiyoruz, gideceğiz ve sorulacağız.

Hayat bu! Gerisi ayrıntı.

*   *   *   *   *   *   *   *

Oktay Sinanoğlu’na çözümü sordular, cevabı şöyle:

“Türklerin ta Uygurlardan beri gönüllerinde var olan mutasavvıflığa yönelmektir. Yani gönül terbiyesine ulaşmaktır. Tasavvufî terbiye ile insanları insanlaştırmak lazımdır. Bunu tarihte ilk kez Türkler yapmıştır. Gönül terbiyesi olmayanın makam mevki sevgisi artar. Bu da o kişiyi ve onun maiyetini felakete götürür.

Bizim eski âlimlerimiz de şöyle bir anlayış vardır: Bir âlimin âlim olabilmesi için hem maddi hem de manevi ilimlerde bilgi sahibi olması lazımdır. Biz bunu sonradan keşfettik ve akıl ve bilimle, gönülle maneviyati birleştirmenin gereğini anlattık. Batı herşeyi akla dayamıştır, hâlbuki akıl bir uzuvdur. Doğu'da aklın üstünde bir şey vardır, o da gönüldür. Aklı, gönlün yönetmesi gerekir. Bilgisayar yazılımı gibi. Toplumun da gönlü vardır ve bu da harstır, kültürdür.

Din, kültürün en önemli unsurudur. Biz lisedeyken üçüncü mevkide Anadolu seyahatleri yapardım. Köylüler oturmuş. Gider sorardım: "Türk ne demek?" Adam da derdi ki "Türk demek, Müslüman demek." Peki, Müslüman ne demek? "Türk demek." Dünyada birçok yerde de böyle biliniyor. Türkler bin sene İslâm’ı temsil etmiş, koruyucusu olmuştur. Bizim kimliğimizdeki Türklük ile Müslümanlığı ayırmak bir Amerikan oyunudur. Daha doğrusu, yeni dünya düzenci -küresel kraliyetçi takımın ve oradaki - buradaki gizli cemiyet uzantılarının marifetiyle yapılmıştır. Türkü Müslüman lafına, Müslümanı Türk lafına düşman ettiler. Türkiye Cumhuriyeti içinde, kendisini nasıl tanımlıyorsa tanımlasın herkes Türk'tür.

Tarih tahteravalli gibidir... Şimdi sıra bize geliyor. Övünmüyoruz, layık olmaya çalışıyoruz. Hedef budur. Tarih bir tahteravalli gibidir. Bunun matematiksel denklemlerini yazabilirim. Beşyüz sene Batı tarafı yükselir, öbür tarafı aşağı iner, beşyüz sene de tersi olur. Şimdi, sıra bize gelmiştir. Batı, Amerika'sıyla Avrupa'sıyla içinden çürüyor. Onun için sıra bize geliyor, kimse merak etmesin.

Tasavvuf kültürü gençlere özellikle aşılanmalıdır. Tasavvufun hakikisini muhakkak canlandırmak lazımdır. Tasavvufu canlandırmadıkça Türkler tarihten silinir. Çünkü Türkleri var eden, dünyaya hâkim kılan tasavvuf düşüncesidir. Orta Asya’nın müslüman oluşunu Hoca Ahmed Yesevî’ye borçluyuz. Yunus Emre’ler, Hacı Bektaş-ı Veli’ler, Hacı Bayram Veli’ler ya Ahmed Yesevi’nin talebeleri ya da onların talebe silsilesindendirler. Bunlarla Anadolu Türkleşmiştir. Tasavvuf olmazsa Türkleri birbirine bağlayan ortak bir değer de kalmaz. Herhangi bir yerde on tane Türk‘ü bir araya getir. Maalesef aynı millet gibi değildirler. Çeçenleri bu konuda örnek olarak verebiliriz. Onları bağlayan tasavvuf ile birinci savaşı kazandılar. Ancak sonradan mahsus onlara Vahabilik bulaştırılarak aralarına nifak sokuldu ve ikinci çeçen savaşını kaybettiler.

Siz tutup hayatında hiç imambayıldı gibi medeniyet şahikası bir yemeği tatmamış birisine onun lezzetini anlatamazsınız. Ne zaman ki şöyle bir tadına baktırırsanız ciltlerle anlatamadığınız lezzeti anlatıverirsiniz. Tasavvuf da böyledir. Tadına varmayan anlayamaz. Onu bir ucundan tattırsanız, o zaman görürsünüz kardeşliği, insanlığı, hoşgörüyü.”

*   *   *   *   *   *   *   *

Uzun alıntımız böyle…

Sözümüz, yüce gönüllü Türk’edir.

O, nefsine değil, çıkarlarına değil, zevklerine değil, zaaflarına değil, makama-mevkiye değil, sadece Mutlak Varlık’a kuldur.

Onun hayatı o ahlâk ile şekillenmiştir ve onu gören onun etkisinde kalır.

Türk o ki kişisel saygınlığı vardır, özlenen, güvenilen, danışılandır…

“Varım!” diyen buyursun ses versin…

Etrafına bakınan! Hayat dediğin şeyi sonsuz bir felakete yöneltmiş bulunuyorsun ve zaten devekuşu gibi herşeyin ortada.

Puslu havaların kartal bakışlı yiğitleri, büyük ruhlu adanmış gençler, yola çıktılar.

Öyle bir kenara çekilip küskün müskün olmak da olmaz! Bir tarafından da sen tut kardeşim… Veya sus!!!

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..