Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yüreğinden istersen, bir de emek verirsen; oluyor

Yüreğinden istersen, bir de emek verirsen; oluyor
 

Babamın torunları: Görkem ve Umut'umuz


Sabaha yeğenimin mırıl mırıl sesine uyandığımda, Ölüdeniz’de kız kardeşimin evindeydim. Bilgisayar benim yattığım odadaydı ve on yaşındaki yeğenim Görkem, oturmuş ekrandan usul usul bir şey okuyordu. Ne okuduğunu anlayınca inanamadım. Bu akşamüzeri eve geldiğimde gördüğüme inanamadığım gibi. Aslında eve gelmeden önce başka “inanılmaz” şeyler de yaşadım.

O gün cep telefonum çaldığında, kız kardeşim; Ümit’in istediği şeyin beni bu kadar yoracağını bilseydim hemen “olur” der miydim bilmiyorum. Ama ben de beni tanıyorsam derdim. “Abla, ekimde şehit aileleri yararına yapacağımız kermes için toplantıdayız (Muğla’nın bütün ilçelerinde yapılacaktı), değişik bir şeyler düşünürken, senin yaptığın minik patikler aklıma geldi, orada satılmak üzere yapar mısın?” demişti. Hiç düşünmeden “Olur.” dedim. Kız kardeşim bir şey isteyecek de ben yapmayacağım? Hele böyle bir amaç uğruna.

Bu yüzden, tatile giderken artık sadece yazılarımla ilgilenmeye karar vermiş olmama rağmen, saks mavisi ve beyaz yünlerimi, şişlerimi aldım. Saks mavisi ve beyaz olmalıydı evet patikler; ancak o zaman nazar boncuğu gibi duruyordu. Biraz inceydi bulduğum yün, önemsemedim. Rengi önemliydi. Ama inceliğinin de önemli olduğunu patik örünce anladım. Hiç sevmedim yaptığım minik patiği ve Fethiye’deki bütün yüncüleri dolaşıp yün aradım. Yoktu! İnanılmaz ama istediğim tonda mavi yün yoktu. Zorunlu olarak İzmir dönüşüme kaldı ki tatilde bitirip bırakmayı düşünmüştüm. O minik şeyleri yapmak, dikmek... çok vakit alacaktı. Olsun söz vermiştim. Nasılsa şehrimde bulurdum. Aaa, o da ne, evimin yakınında, yarmanın hemen aşağısındaki o meşhur yüncüde bile yoktu saks mavisi yün. İnanamadım. Kemeraltı’na gittim, orda da dolaşmaktan neredeyse düğüm oluyordum ki, yok yok! Sonunda evimin arka tarafındaki yüncüde bulduğum turkuvaz mavi yüne razı oldum. Bulabilseydim sarı-kırmızısını da alacaktım; Galatasaray’lılar için; daha çok satılabilirdi ama yoktu.

Fırsat buldukça yapıyorum ve; 41 kere maşallah dercesine “41 çift yapayım” diye düşündüm. Bir yumak bitti ama istediğim sayı olmadı. Yüncüme gittim, kapalıydı, umursamadım, yakında oturuyordu Günnur Hanım ve yazın daha geç açıyordu dükkânı. Akşamüzeri baktım yok, ertesi gün baktım yok. Yok yok yok!.. Baktım olmayacak tekrar dolaştım yüncüleri, en son Kemeraltı'ndakileri ve yine yok. Hatta birisi “bu markanın fabrikası” kapandı dedi. Yine de umudumu yitirmedim.

Ve bu akşamüzeri adı bende saklı arkadaşımla ki o benim gibi şöhret(!) olmak istemiyor, iş yerinden bir başka arkadaşımızın evlenen kız kardeşine hediye almaya çıktık. Kolayca bulduk istediğimiz gibi bir şeyi ama ben alışverişe gideceğim onun da evi uzakta, taşımak zor geldi. “Ne yapsak” diye düşünürken, “evleri yakın, gidelim mi” dedi. Ve hemen kabul ettim. O ise vazgeçmişti fikrinden, “Haber vermedik, işi olabilir” diyordu. “Olsun” dedim, “beş dakika oturur çıkarız.” Bulduk, yarmanın üst tarafındaki evini, ama evde yoktu. Aradım telefonundan, Tansaş’a gitmiş, “ az sonra gelirim” dedi. Ben de bu arada yüncüye gidip dönebiliriz diye düşündüm ve eve gelince aramasını tembihleyip kapadım telefonu.

Yarmadaki o meşhur yüncüde turkuvaz mavi de yoktu, az ilerisindekine gittim, benzer bir şey bulabilirim umuduyla. Ve yünün markasını söylediğimde kadının “var” deyişine inanamadım. “Var mı?” demişim şaşkınlıkla. Elimdeki yün parçasını uzattım, aynısından verdi ve bütün yünler gözümün önünde olmasına rağmen heyecandan görmüyorum, korka korka “Sarı-kırmızı da var mı?” dedim; “Var.” dedi; var. Ya siyah; var, beyaz az gittiği için kalmıştı ama ya bulamazsam bir daha diye bir tane de ondan aldım. Lacivert? O yoktu, başka bir markadan uygun olanını seçtik. Sarı hem Galatasaraylılara hem de Fenerbahçelilere yeterdi. O kadar sevindim ki, neredeyse kadını öpecektim ama çok sevindiğimi zaten anlayan kadına sadece; “Çok mutlu oldum emin olun, siz de bugün hiç ummadığınız bir şekilde mutlu olun.” dedim. Kapıdan çıkarken diğer yüncüde bıraktığım arkadaşım geldi ve ona heyecanla “Buldum, Galatasaraylı da buldum.” dedim, o ise; “Neden sadece Galatasaray?” diyordu. Hiçç, neden olacak erkek kardeşim Galatasaraylı olduğu için önce o aklıma geliyordu.

Bu arada evine gelmiş olan arkadaşımıza uğrayıp hediyemizi bıraktıktan sonra geri dönerken, üzerimizden ağır bir yük kalkmıştı sanki. Kendimizi hafiflemiş hissettik. Alışverişimi yapıp yorgun argın eve geldiğimde, heyecanla günce sayfamı açtım, çünkü hani şu sabahın erkeninde yeğenimin okuduğu yazı var ya, işte o yazı en çok okunan güncem olarak ana sayfaya taşınmak üzereydi. Ama bunun için bütün yaz uğraşmıştık.

“Özlediğim adam; babam” isimli yazım en çok yorum alan olarak uzun süre ilk sayfamda kalmıştı. Sonra doğum günümde yerini kızına bıraktı. Her yorum değerliydi, hiç birini yayına almamazlık edemezdim ama birden eğer babamın yazısı en çok okunan olursa ki okunma oranı fena değildi, baba-kız yan yana ana sayfada buluşabiliriz diye düşünmüştüm. İşte yaz tatilimde (haziran sonu) bunu anlattığım Görkem, bir gece önce açıp okumasına rağmen, sayısı artsın diye sabah uyanır uyanmaz yazıyı açmış ve o çocuksu saflığıyla bir kez daha okuyordu. Hem de o kadar ciddi okuyordu ki!.. Ben de ciddi ciddi “her gün okuyabileceğini ama okumasa da sayfayı açtığı her gün sayısının bir adet artacağını” anlattım. Ve o günden beri bunu hiç aksatmadan yaptı ki kaç aydır diğer halasına o kadar söylememe rağmen bir türlü yeterince ilgilenmemişti. Ama Görkem’den sonra ilgi arttı. Ve geçen hafta Görkem’e, aradaki farkın yüzün altına düştüğünü müjdelediğimde üzgün bir sesle, “Ama hala ben bir süre yardım edemeyeceğim, cumartesi günü Makedonya’ya gidiyoruz.” diyordu. Okulunun halk oyunları ekibindeydi ve gezileri vardı. “Olsun, sen elinden geleni yaptın.” diye teselli ettim ki doğruydu.

İşte bu akşamüzeri evime geldiğimde heyecanla açtım o yazımı, en son beşe inen fark kapanmış olabilir umuduyla, yok daha 3 kişinin okuması gerekiyordu ki, aaaa, orada okunma sayısının yanında tanıdık bir renk çarptı gözüme; mavi. Hani “Bu blog Editör'den Öneriler bölümünde yayınlaşmıştır” diyen mavi yazı. İnanamadım birden, buna da inanamadım. Herkesin okumasını dilediğim “babam”ı önermişti editörüm, inanamadım. Hemen editörüme ileti yazıp mavilerimi yolladım; sevgimle.

Ve birden “Özlediğim adam; babam” yazımın okunma oranındaki artış. Ama biz başarmıştık ana sayfaya taşınmasını, en çok da babamın on yaşındaki torunu emek vermişti. Editörüm daha önce önerseydi Görkem’le böyle bir şeyi başarmanın mutluluğunu paylaşamayacaktık. Babasını aradım hemen ve anlattım olanları, telefonları yoktu yanlarında, öğretmenleri okula haber bırakıyordu gezileri hakkında ve “Acil bir şey olmazsa aramayın.” demişlerdi velilere. Ama bu çok acildi, kardeşime; “Ne yap ne et, Dedenin yazısı ana sayfaya çıkmış diye haber ilet Görkem’e” dedim. Peki diyordu, telefonu kapatırken. Sonra bütün işlerimi bıraktım ve az şekerli bir yorgunluk kahvesi yaptım, babamla baş başa içerken oturdum yazmaya başladım; hava kararmaya yüz tutmuştu, saat gecenin sekizine geliyordu, yazımı bitirdiğim şu sıra ise, zaman; derin maviydi.

“Özlediğim adam; babam” güncemi okuyan herkesin yüreğine ama Görkem’imin ille de emeğine sağlık. Sevgiler, maviyle.

Not: Artık şimdi “Özlediğim adam, babam” yazıma yeni gelen yorumları yanıtlayabilirim.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..