Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '13

 
Kategori
Deneme
 

Yüreğinizdeki on bıçak

Yüreğinizdeki on bıçak
 

Orhan Boran ve Yuki'den Bir Taksim Öyküsü


Türkiye'nin en önemli on sorunu sizce nedir? En büyük de diyebilirdim ama önemli demeyi daha doğru buldum. Büyüklük bir nesnellik iddiası taşıyor, oysa önem göreceli. Bu yüzden daha uygun. Türkiye'nin en önemli on sorunu, milyonlarca kişinin etkilendiği yüz milyonlarca sorun arasından acılarını en fazla hissettirenler olmalı.
 
Yapılacak listeler her an değişebilecek öznel sonuçlar verir ancak. Örneğin özgürlük, demokrasi, insan hakları, eğitim, ekonomi, eşitlik, hukuk, bilim, sanat ve inanç diye on başlık sıralasak hemen karşı çıkanlar olabilir. Önceliklerin sırası bile tartışma yaratabilir. Her alandaki ana sorunun ne olduğu, nasıl yorumlanacağı da ayrı bir konu.
 
Yukarıdaki sözcükleri özenle seçmeye, sıralamaya çalıştım. Bu başlıklarda toplanan sorunlar farklı kesimlerde büyük acılara yol açıyor, yaşamlara birer bıçak gibi saplanıyor, derin yaralara dönüşüyor. Özgürlük, demokrasi ve insan hakları güvence altına alınmadan eğitimde ve ekonomide eşitlik sağlanamıyor, toplumu sağlıklı kılacak hukuk, bilim ve sanat gelişemiyor, insanların inançları onları birleştirip yaşama sevinci veremiyor, bireysel ve toplumsal gelişmenin önünü açamıyor.
 
Bugünlere nasıl geldik? Yakın ve uzak geçmişe bakanların çelişen açıklamaları, farklı görüşleri ve yorumları var. Ama son dönemin öyküsünü iki başlıkta özetleyebiliriz. "Umutları Boğmak" ve "Tanklardan Bibergazlarına". 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde insanların kendi geleceklerini belirleyebileceklerine ilişkin bir inançları vardı. Tanklarla ezildiler. Taksim'de 2013 yazı başlarında demokratik bir ülkede yaşadığını sanarak bir araya gelenler de dikkate alınacaklarını, Avrupa Birliği yolundaki bir Türkiye'de toplumun değerli bireyleri olarak görüleceklerini sanıyorlardı. Bibergazlarına boğuldular.
 
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında bütün gözaltıların, tutuklamaların, yargılamaların, cezaların sonunda egemenlerin istediği neydi? Kuşkusuz umudu boğmaktı, insanların kendi sorunlarını çözebileceklerine, geleceklerini belirleyebileceklerine olan inançlarını yok etmekti. Bunun için dini kullanıp alet etmekten de çekinmemişler, özgür düşünceye karşı bağnazlığı kutsamışlardı. Din maskesinin arkasındaki şiddetin önünü açarak görmek değil, düşünüp hatırlamak bile istenmeyecek dönemler yaşanmasına neden olmuşlardı. Gelişmeler planlarına uymayınca bu kez farklı bahanelerle hükümetleri belirlemeye ve yönlendirmeye çalışmışlardı.
 
Ama sonuçta öncelikleri arasında dini önemli bir yere koyan partinin yükselişi önlenemedi. Demokrasiye, özgürlüklere, gelişmeye, saydamlığa, güzel bir geleceğe özlem duyan bazı kesimlerin de desteğini alarak güçlendi, toplumun yarısına varan destek aldı.
 
Tarihte güçlü yönetimler, büyük krizler hiç özgürlük getirmemiştir. Umutları yok edemeseler de dört bir yanı acıya boğmuşlardır. Türkiye'de de varılan nokta ne yazık ki biber gazını gençlerin, kitlelerin isteklerini özgürce dile getirmesini, tepki göstermesini önlemek için kullanmaktan çekinmeyen bir yönetim olmuştur. Sivil insanların üzerine ayrım gözetmeden gidilmesinin haklı bir gerekçesi olamaz. Kamu düzenini savunmak insanlara gaz, basınçlı su ve kimyasal maddelerle saldırılması için bir neden değildir. 
 
Karmaşık yapıdaki bir ülkede, sorunlu bir bölgenin parçası olarak tankların çekilip polisin yeni araçlarının sahneye çıktığı bir dönemde bibergazı, emperyalizm, globalleşme, din, sol üzerine neler söylenebilir? Yazılanlara, yapılan konuşmalara bakılırsa çok şey. Peki söylenenlerin bir anlamı olur mu? Sanırım şimdilik olmaz. Aynı toprakları paylaştığı insanların, ama tüm insanların, acılarını kendi acısı gibi yüreğinde duyabilen yöneticiler olmadıkça olmaz.
 
Kendinize, yakınlarınıza, tanıdığınız tüm insanlara bir bakın, düşünün. En büyük on acınız ne, yüreğinizdeki on bıçak nerelere saplı? Sonra sizden çok farklı görünen başkalarının da sevdiklerinin olduğunu, benzer acıların onları da bulduğunu hatırlayın. Anlamaya çalışın. İnsan olmanın güzelliğini, bir de taş olup gaz olup sopa olup demir olup kurşun olup özgürlüklerin üstüne yağmanın anlamsızlığını. Anlayabilirseniz yaşama ve insana farklı gözlerle bakmaya başladığınızı göreceksiniz. Güneş parlayacak, dünya güzelleşecek.
 
....
 
Gençlere bir çağrı yapmak istiyorum: "Yaşlılara inanmayın."
 
Taksim Gezi Parkı'nda başlayıp her yere yayılan bu yeni sessiz şarkıyı söyleyenler arasında yaşı daha büyükler bulunsa da kuşkusuz gençler çoğunluktaydı.
 
Yaşlılar geçmişlerini güzel görmeye, iyi bir yaşam sürmüş olmakla avunmaya çalışırlar. Gençlerse önlerinde uzun bir yol olduğunu düşünür, istedikleri her yere gidebileceklerine inanırlar.
 
Gençlerin geleceği uzundur, yaşlıların kısa. Yaşlılar kaynakları acımasızca tüketmeye yönelik politik kararları gözlerini kırpmadan alabilir. Gemiden inerken geride kalanları düşünmeden yiyecekleri yağmalayan fırsatçılar, arkadan gelenleri düşünmeden tüm kaynaklarını gününü gün etmek için kullanan mirasyediler gibi davranabilir. Hatta bir kıskançlıkla gençlerin uzun görünen geleceklerini kısaltmaya, karartmaya çalışabilirler.
 
İşte bu yüzden yaşlılara inanmayın. Çıkarları için size yalan söylüyor olabilirler. Herkes gibi.
 
Bu arada... Ben de pek genç sayılmam. Benim dediklerime de hiç aldırmayın.
 
Karar sizin, kime inanacaksınız?
 
...
 
İnsanın yanlışlarının sonu gelmiyor. (1)
 
Dünya kaynıyor.
 
İletişimin hızlanmasıyla övünüyoruz ama ekonomiler sürekli yeni özellikler kazanan cep telefonları kadar iyi ve sağlıklı gitmiyor. Rakamlar, resmi açıklamalar gerçek durumu göstermekte yetersiz kalıyor. Sorunlar arttıkça toplum ısınıyor. Önceden kestirilemeyen bir an geldiğinde kaynamaya başlıyor.
 
Yaşadığımız bölgede, Türkiye'de, Irak'ta, Suriye'de, Mısır'da yaşanan gelişmeleri anlamak kolay değil. Ama sıcaklık yükseliyor,  çıkarlar çatıştıkça savaş korkusu artıyor. Yönetenlerin sesleri sertleşiyor, saldırganlaşıyor. Halkların barış isteklerini susturmaya çalışıyorlar. Toplumlarda ve dünyada bu işler nasıl oluyor bilemiyorum ama suyun kaynama dinamiği böyle. Önce yavaşça, sabırla ısınıyor. Sonra kaynıyor.
 
Bu yaz bir başka geçti. Türkiye bu kez yöneticilerin öfkesiyle değil, sessizce yaşamı ve özgürlüğü savunan bireyleriyle gündemdeydi. Özgürlük yolunda şimdiye dek atılmış adımların ne ölçüde yerleştiği de sınanmış oldu. (2)
 
Karar vericilerin hak ve özgürlüklerin önünü açmalarını, tepkilerini dile getiren bireylere karşı sürdürülen geleneksel baskı, korkutma, sindirme, tehdit ve öç alma politikalarını bir daha geri dönmemek üzere tarihe gömmelerini bekliyordum. Beslediğim umut ne yazık ki yara aldı. Kimin nasıl karar verebildiğini, kimlerin nasıl yerine getirebildiğini hala anlayamadığım Gezi Parkı'nı boşaltma operasyonundan sonra tümüyle kırıldı. İnsanların içindeki dürüst, iyi niyetli özün güçlünün ve günlük 
çıkarlarının peşine takılıp gitme duygusunu durdurabileceğini, temel değerlerini yitirmemiş bireylerin egemen gücün yanında yer alsalar bile korunmasız bireylerin üzerine acımasızca gidilmesine karşı çıkacak bir insanlık taşıyabileceklerini, "Bize kulak verin" diyen milyonlarca insanın yöneticilere verdiği tarihi fırsatı değerlendirileceğini (2) ummuştum.
 
Bu konuda haklı çıkmayı isterdim. Ölümlerin, yaralanmaların yaşanmamış olmasını dilerdim.
 
Hem kendi topraklarımızda, hem yakın ve uzak bölgelerde barış sağlanabilir, "Yurtta sulh, cihanda sulh" olabilir mi?
 
Mete Çubukçu Türkiye'deki AKP deneyiminin İslam dünyası için bir model olabilecekken hoşgörüsüzlük ve bağnazlık, kadroculuk modelinin savunulduğunu, 12 Eylül kurumlarının baskı ve kontrol için kullanıldığını, Mısır'da yalnızca darbe karşıtlığını kullanmaya kalkmanın barış ve demokrasi getirebilecek bir yaklaşım olmadığını söylüyor. (3)
 
Çözülmesi gereken karmaşık denklemin bileşenleri yalın. Çağdaşlık ve bağnazlık, Doğu ve Batı kavramlarının tartışılması, yeni tanımlar yapılması gerekiyor. Dindarlık hoşgörüyle buluşmalı. Demokrasinin seçim değil özgürlük olduğu görülmeli. Birlikte yaşama ve barış tek öncelik olmalı.
 
Tüm bunlar olabilir mi? Yükselen acılar birden durabilir mi?
 
İnsan yaşamı ve doğanın geleceği kısa dönemli çıkarların önünen geçebilirse kuşkusuz olabilir. Hemen olabilir.
 
....
 
Sosyal bilimlerde de Murphy'nin yasaları geçerli olabilir mi? Bu konuda bir deneme yapmıştım. (4)
 
Belki Gezi Parkı için de benzer kurallar düşünülebilir. Çevre, özgürlük, demokrasi, direniş alt başlıklarıyla bazı önermeler sıralanabilir. Örneğin direniş yönetimiyle ilgili başlıklar olabilir.
 
"Polis müdahalesi direnenlerin uzlaşarak dağılmayı kabul edecekleri andan hemen önce yapılır."
 
"Yöneticilerin sertliği tepki göstermek için birleşenlerin barışçılığıyla ters orantılıdır."
 
Son dönemde epey tartışmalara konu olan siyasi danışmanlar ve yorumlarında egemen siyasi eğilimi desteklemeye çalışanlar için özel madddeler eklenebilir.
 
"Bir siyasi danışmanın düşüncelerinin dikkate alınma olasılığı, görüşlerinin doğruluğu ve geniş kesimlerin gerçek çıkarlarına uygunluğuyla ters orantılıdır."
 
"Danışman, uzmanlığıyla en fazla katkı sağlayıp gerçekten işe yarayacağı dönemde görevden alınır."
 
Kuşkusuz asıl yasaları ancak sabır ve ortak akıl bulacaktır.
 
....
 
Yazıyı kısa bir öyküyle bitirmek istiyorum. Türkiye'de Stand-Up geleneğini ilk başlatan ünlü mizah ustası olarak tanıtılan Orhan Boran (5) ve Yuki'nin (6) yer aldığı Höflöfçe bir öykü.
 
Örhöf Böröf vöf Yököf Gözöf Pörköf'töf.
(Höflöfçöf böf öyköf)
 
Örhöf Böröf vöf Yököf Töksöf'döf böldöröyöf.
 
Örhöf Böröf Töksöf'döf yöşönöf ölöylöröf döyöncöf böf gönlöğönöf gölöf ölöylöröf köndöf dölöylöf önlötmöf östödöf. Gönçlöröf ösprölöf vöf nöşölöf töpkösönöf, görsöf vöf söslöf pöylöşmöyöf özöf vöröfn ölötöşöf öröçlörönöf önöf sösöylöf rönklönöbölöcöğönöf ömmöştöf. Ölköf yösöklöröf pöf höşönöf götmödöf. "Höf nöf ködöf bönöf böşömöf yödöysöf döf döyötmölöf yönlöf" dödöf. Ölöylöröf özlöyöf yönsöf bösöf ömökçölörönöf böşönöf gölönlöröf göröncöf döf cönlöf yöyönönöf Höflöfçöf yöpmöyöf köröf vördöf. 
 
Yönöf ölönöklöröf köllönmöf östödöf. Yököf'öf körşösönöf ölöf böf gönçtöf yördöf östödöf.
 
"Böf böf öşlöröf pöf böcörömöyöröf, Yököf'löf könöşmömözöf Sösyöf Mödyöf'töf pöylöşöf mösöf?" dÖyöf sördöf. Kömöröf yöyönöf gördöğöf öndöf könöşmöyöf böşlödöf.
 
"Övöf söyöf dönlöyöcölöf, pördöf özlöyöcölöf, rödyöf gönlöröndöf köldöğöf öçöf bönöf pöf ölöşömödöf, Yököf'löf börlöktöf 
 
Töksöm'döyöf. Cönlöf, nöşölöf böf ortöf vöf. Nöf döyörsöf Yököf?"
 
"Sös sössöf böf şöylöf dördöf ömöf öğzöf höf köpönmöyöf köf!"
 
"Övöf söyöf dönlöyöcölöf, pördöf özlöyöcölöf, Yököf sössöf kölmöf hökkönöf köllöndöf. Dörönöf vöf pölöslöf ölgölöf yöröf yöpmöf östömödöf. Fököf öf döf nöf? Bördöf höf yöf dömönöf böğöldöf, gönçlöf köçöşöyöf. Böf döf köçölöf Yököf, şörödöf böf prögröf yöpöcöftöf, özöf vörmödölöf. Kösöröf bökmöyöf söyön özlöyöcölöf. Böf prögrömöf döhöf sönönöf göldöf. Gölöcöf prögrömöf gözsöf, Tömöf'söf gönlördöf yöpmöf dölöğöylöf höşçöf kölöf."
 
Yököf'löf börlöktöf köşöröf özöklöştölöf. 
 
....
 
Evet, Orhan Boran ve Yuki de Gezi Parkı'ndaymış. 
 
 
1. Mehmet Arat, Doğa'nın En Büyük Yanlışı: İnsan, http://blog.milliyet.com.tr/doga-nin-en-buyuk-yanlisi--insan/Blog/?BlogNo=352989
 
 
3. Mete Çubukçu, Mısır'da yalnızları oynamak, http://www.radikal.com.tr/radikal2/misirda_yalnizlari_oynamak-1147435
 
 
 
 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..