Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

''Can'dan Can'a özlem mektupları''

''Can'dan Can'a özlem mektupları''
 

1.BÖLÜM…

Tarih bugünlerde sadece varsayım olabilecek bir tarihti. Mayası tüm dinsel kavram bilginlerinin bile anlamaya çok zorlanacağı çağda atılmıştı belki. İnsanlar henüz kirlenmemiş, ilk adımları henüz çamurda iz bırakmamıştı. İşte o günlerden bir gün bir çift gözbebeği birbirine takılıp kaldı. Sevginin sevdaya dönüşmediği ilk bakışlarda sadece karşı cinse duyulan merak vardı. Farklılık sadece dış görünüş ve organlarında değil, ruhlarında da saklıydı. Ama bu farklılığı görebilmeleri için önce sevgiyle sonra sevdayla tanışmaları gerekiyordu. Bilmiyoruz belki başka tanrılar işin içindeydi, işini bilen tanrılar. Belki henüz Psyche ile tanışmamış bile olabilirdi Eros. İnsanın ilk dokunuşu gördüklerine önce bakışlarıyladır. Sonra o bakışlarına merak ve ilgi karışır. Beynin o karmaşasında belki aşk doğar, belki aşk sanılan yanılgı.

‘’İnsan hayatına aşk ve yanılgılar hükmeder’’

Bu yazıya başlarken kurdum bu cümleyi. İlk geliveren akla ve hükmedilmeksizin dudaklarımdan dökülen cümlem bu benim. Sonrası henüz planlanmamış akılıcılığın kaderine terkedilmiş bir yazı olacak bu. Ama tek bir ruh da olmayacak bu okuduğunuz öyküde. İki farklı insanın ruhunun yazıya dökülüşünü okuyacaksınız. Sevmiş, inanmış insanların duygularını bulacaksınız. Dünyada iki farklı yerde atan iki farklı insanın ruhunu. Ama inandıkları şeyin aynı anlamları taşıdığını farkettiler. Aynı güneşe bakmayı, aynı güneşte ısınmayı ve inadına farklı bedenlerde aşkı sevmeyi (-ki önemi yoktur sevilenin) öğrendiler. Sevmeyi bilen, sevgiye inanan her insan zaten sevgili değil miydi?

Günlerden cumartesiydi. Yıkıntılarını hafifletmek için kendini denizin kenarındaki portakal bahçelerine attı. Uzun saçlarını keseli epeyce zaman olmuştu artık beline kadar su gibi akmıyordu o güzelim saçları. Ayrılıklarının üzerinden o kadar uzun zaman geçmişti ki ve kırık kalbini yamamayı öğrenmeyi sonrasında. Sorguluyordu kendisini sürekli ve bıkmadan. Ama o zor günlerinde tanıştığı bir adam ona hep dik dur diyordu. Eğer dizinin üzerine çökersen üzerine çökenlerin kim olduğuna hayret edersin.

‘’Hayat, zorluklarına karşı dik durabilenleri sever’’

Bu cümle belki yer etmişti kalbinin bir yerinde ama ne zaman sıkışsa o cümle onu ayağa kaldıran cümle olmuştu işte. Vakit öğleydi ve sıcaklık tam kıvamında. Bedeninin ateşi ne güzel de ayak uyduruyordu denizden gelen rüzgâra. Biraz da neşesi vardı nereden geldiği bilinmedik ama olsun, yüreği hafifti ya o gün işte.

‘’Hayatı umursayacaksın, hayat seni değil be adam’’

Günlerden cumartesiydi. Adam geceden sıkıntıyla uyumaya çalışmış, uyandığında güneşin onu her zaman ki gibi yine umursamadığına inanmış gibiydi. Alışıktı böyle uyanmalara. Hayatı sen umursayacaksın, hayat seni değil be adam. Adam arada kendiyle konuşurdu. Kolay değil o kadar yıl sonra kendinle dost olabilip dost kalabilmek. Küçücük bir ayrıntı gibi gelen ama insan hayatına hükmeden o tabi gerçekle tanışalı yıllar geçmişti. İnsanlar geçmişti yaşamından, kavgalar geçmişti hayatından. Dizlerinin üzerine yıkılmadan sloganlar yazdığı duvarlara omuz vermeyi öğrenmişti. Ve dürüstlüğün nasıl insanlar tarafından yıpratılmaya çalışıldıkça inatla ayağa kalkışına tanık olmuştu.

‘’VE HİKÂYE BAŞLASIN ARTIK, PERDE’’

Nur,

Portakal bahçelerinin iç açıcı kokusunda:

‘’Yokluğunun üzerinden geçen kaçıncı gün bu gün bilmiyorum. Sen, yarım saat bile ayrı kaldığında yanımdan; ben kendimi asırlardır sensiz hissediyordum. Şimdi sorma bana kaç zamandır ayrıyız diye.

Sana nasıl sesleneceğimi nasıl hitap edeceğimi unutmadım. Ama hangi hitap şekli sana duyduğum özlemin, hasretin büyüklüğünü anlatacak ya da seni daha çok sarmalayacak inan ki bilemiyorum. Hangi cümle içerisine döktüğüm hislerimin arasından seni delice etkileyecek his bu kez tahmin edemiyorum sevgilim.’’

Can,

Yalnızlığı canını sıktığı bir anında:

‘’Ah yine uyandık işte sabah, kim bilir belki bir sabah uyanamamakta vardır diye uyuduğum geceler. Son günlerde aklım hayallerime hükmedemiyor artık sevgilim. Uyanıkken kurduğum düşler sabun baloncıkları gibi güneşi görünce gerçekliğini kaybediyor. Anlayacağın zor günler değil, kendimle geçinmekte zorlandığım günler geçiriyorum. Aslında bilirsin, yazabildiğim için kendimi seviyorum; seni sevdiğim kadar olmasa bile, kendimi seviyorum. Sevemesem seni –ki en büyük korkum bu, hayat anlamını yitirecek bende. Anlamsız bir hayatı, seni getiremeyecek hayalleri sevmiyorum ben. Sanırım göbek bağıyla olmasa bile hayat bağıyla bağlıyım sana.’’

Nur,

Hatıraları canlanmaya başladığında:

‘’Yıllar önce tanışmamıza, konuşmalarımıza tanıklık eden o kocaman görünen ama sana olan sevgimi haykırırken gözümde küçücük olan o soğuk duvarların arasında kimsesizim. Odama vuran sokak lambasının ışığında gördüğüm bilgisayarımı alıp seninle konusurken oturduğum o eski ve rahatsız koltukta bu kez sana olan hasretimi yazmaya koyuldum. Kızdığın halde bırakmadığım sigara paketini bilgisayar ışığında aradım yine ve bu kez özlemin kadar yakıcı olmayan çakmağımı aramaya koyulacakken onu aynı paketin içinde buldum. Affet ama bu gece bu sigara eşliğinde dökülecek hislerim.’’

Can,

Hatıraları bıraksa peşini ya:

‘’Gecelerden şikâyetçi olmayan yeryüzündeki tek adam ben olmalıyım. Seviyorum geceleri seninle ben. Uzayan ayrılıklardan yeni bir sen, yeni umutlarla gelip yerleşiyor ruhumun şarap mahzenlerine. –Ki o asma ağaçlarının güneşi sen, buğusu sevdam oldukça nasıl aşkından sarhoş olmaya yeltenmem ben. Üstelik te her gece en onurlu meyhane kavgaları içimde yaşanırken. Umutsuzluğu dün gece yine kapı dışarı dışarı ettim ben. Biraz içince saçmalamaya başlıyor içimde. Yoldan çıkarmaya çalışıyor umutlarımı. Ama gülünç gelecek belki sana, hesabı hep bana ödediyor belki bilmeden. Umut kaç para biliyor musun sevgilim?’’

Nur,

Gecenin umuduna yaslandı:

Günlerce sana ne yazmalıyım diye düşündüm. Oysa sen yokken hiç bir şey yapmadığımı sana afilli cümlelere sığdırdığım yalanlarla yollayamazdım sevgilim. Uyanır uyanmaz ve uyumaya debelendiğim anda bir tek senle buluşup yine bir tek senle vedalaştığım hayal dünyamdan kesitlerimi ayrı yastıklarda, ayrı yollarda fakat aynı kalpte sana anlatırken doğru cümlelerle olsun istedim. Yaşadım galiba sen yokken aynı gökyüzünün bizi kucakladığını, senin hep bir adım ötemde olduğunu; üzerimden düşen yorganı senin tekrar üzerime örttüğünü, kahvaltındaki son lokmanı yiyemiyorsun diye yine senin ağzına ellerimle sunduğumu hayal ederek yine senle yaşadım galiba.

Can,

Dünyası hayallerinde saklı:

Konu aşk olunca yüreğini yazabilmeli insan. Hatta duramamalı, feryatla inletmeli gökyüzünü ve ışıltılara boğduğu yeryüzünü. Hatırı kalmasındı kurulmamış düşlerin, öyle değil mi?

Bir klavye ne kadarıdır bir sevdanın?

Yüreğini yüreğimin yanına koyup çıktığımız bu yol, dinlenmesiz ve soluksuz ve sehpanın kenarında kendini düşünmeye vermiş bu cellât. Ne kadar sen olabilirim sende bilmiyorum, bu beni kaybettiğim kendimdeki sen. Vakit gecenin öte yarısı, sensizliği haykırıyor sokaklardaki sessizlik. Ben o gürültüde can çekişiyor gibiyim. Hadi uyan, güzel başını kaldır yastığından. Bir kahve yap ikimize, güneş doğumunda yanınında bekler bizi canhıraş.

(1.bölümün sonu)

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..