- Kategori
- Aşk - Evlilik
''Can'dan Can'a özlem mektupları 6''

Kutsandığın bir yüreğin sıcaklığında cenneti özleyen kim miş? Susmak da aşka ibadet oluyormuş ya zamanla. Anlarsın, cümleler sığınmıştır artık yalnız senin hissedip dillendiremeyeceğin bir değirmen taşlarının ağırlığına.
Öğrettiğin her şey aşkımın yanında bir şarap kadehi olsada, ben sustuklarında sarhoş oldum; çığlıklarında şiir. Ve sende ibadet ettim en anlamlı aşka. Zikrim sensin, mutluluğun en güzel dua’m.
Yaşadım sandım bir zaman. Heyhat, ne büyük yanılgıymış sevmeden yaşamak. Ve sen mutlu ol, içimde sakladım gülüşünü, susmalarını ve yalnız bana ait her güzelliğini.
Böyle söylenmişti meyhaneden çıkan gri sakallı adam. Ezberlenmiş birkaç cümle akıp giden bir hayatın ne kadar anlamı olabilirdi bu sakallı adamda. Vazgeçiş miydi aşk? Yoksa mecburi yön levhalarının yönlendirdiği bir yaşama biçimine istemeden kapılıp gitmek miydi? Güzel bir duyguydu sevmek, aşkın kapısından içeri girmeden önce. Aklı başındaydı oysa onu gördüğünde. Sonra gelişen sahiplenme duygusu, geliştikçe bir çılgınlık yapmalısın diyen o çocuk aşk. Büyümeseydi her şey bir tesadüften ibaret kalacakken, insan yakıştırır kendini birini delice sevmeye. Yağmur büyüdükçe sel olmaya yaktın, aşk insanın aklını başından alır.
Yollardan geçtim o gece. Gittiği yeri bilen yollardan, gideceği yeri bilmeyen bir yolcuydum. Ne bahtiyardır evinde dırdırcı karısı ve sürekli ders çalışmamaya direnen çoçuğun babası. Sokaklarda gezmeye başlarmış meğerse yalnızlık, sokaklar ayak seslerini duymadığında yalnızlık doldururmuş sokakları. Ya bir de yağmur yağsa, şimdi düşündüm; kendime şaka yapar gibi. Yok, yağmur ihtimali yok sevgilim, soğuk dersen iliklerine kadar. Gel birlikte titreyelim olmazlarımıza.
Birazcık şairleşiyorum bu aralar. Demek ki ümitsizlik işlemiş yüreğimin artık bana derman olmaya çalışmayan masallarıma. Hayat ne güzeldir şarap ve kadınla. Aşk bu ikilinin en güzel öyküsüdür, imrenilir yaşanmasına hep.
NUR…
Merhaba can'ım.
Saat 03.05 yine uyku tutmadı sevgilim. Bir kaç saat önce aramızda geçen konuşmamızı düşünüyordum. O gün yaşadığın gerginliği anlattıktan sonra '' seni özledim '' deyişinle o gerginliğin sesinde yok oluşuna tanıklık etmek, garip bir duyguydu. Seni özledim. Saatlerce beynimin bütün odalarında yankılandı. Beni özlediğini bilmek değildi beni bu kadar şaşırtan. En gergin olduğunda bile konuları çözüme ulaştıran sen. Sırf uzaktayım ve üzülmeyeyim diye o yığınlarca kelimeyi elinin tersiyle itip devasa bir cümleyle karşımdaydın. Benden uzakta oluşun artık canımı daha da acıtıyor. Çünkü sıkıntlarının gerginliğin yok olması için sadece sesim yetmiyor. Sana sarılmalıyım sevgilim. Sarılmamızın vereceği huzur hissiyle daha da güçleneceğini biliyorum. Çok özlüyorum seni.
CAN…
Ah, gündüzden belliydi gece taşların kusacağı sıcak kinini koğuşa. Uyanıyorsun gecenin bir yarısı, saate bakmak bile aklına gelmiyor. Bilmezsin sen, güneş geç doğar hapishanelere. Umutsuzluk değildir bu, umutsuzluk olsa hangimiz dayanır önce bu soğuğa sonra yatılacak o kadar zamana. Üstümde Nallıhanlı bir genç var, öğrenim özgürlüğünü engellemekten içeride. Deli mi deli, dolu mu dolu; en çok ondan korkuyorum. Eğer yakında dışarı çıkmazsa, ya kafayı sıyıracak ya kafasını taşlara vura vura kendine kıyacak. Birlikte arşınlıyoruz yirmibeş adımdan oluşan beton bahçeyi. Önceleri on beş adımda arşınlıyordu, şimdi ayak uydurdu bana. Yirmibeş adımdır mamak’ın beton bahçesi, yirmibeş adım, sakın unutma; benim ezberimde nasıl olsa.
Çıkınca ilk önce traş olacağım bir berbere. Sıcak bir suyla traş, çok şey demek bu adamın hayatında traş şimdi. İnsan burada anlıyor sıcak suyun kıymetini. Ah bir de banyo var, çeşme suyu nasıl akıyorsa o sıcaklıkta.
Ne nafile bir susmaktır burada bilir misin, özledim diyememek sana?
NUR…
Yağmurun cama değerek çıkardığı sesi dinlemek için iyice yaklaştım pencere kenarına. Hep sevdiğin kupamda kahve eşliğinde bu sesi dinlerken nefesimden buğulanan camda seni gördüm. Gece gözlüm, aylar oldu sana sarılıp yağmuru izlemeyeli. Ellerimden tutup o yağmurda sokaklarda çılgınlar gibi yürüyüşümüz hatırımda hâlâ tazeliğini korumasının tek sebebi sendin.
CAN…
Nereden aklıma geldi böyle mapus hatıraları. İçim geçivermiş öylesine. Saate baktım önce, saat gecenin üç’ü olmuş. Gündüz nazlanıyor ama doğumu ne kadar da mecbur yeni bir günün. Sensiz bir gün daha, anlamsız geçecek bir gün daha çantada keklik. Bir otelde kalıyorum bugün. Sıradan bir otel Ankara’da, sıradan bir odadayım. Arada bir kavga sesleri geliyor koridordan. Sonra otelin cılız sesli gece çalışanının sesi duyuluyor. Polis çağıracağım ha!
NUR…
Bugün hayatıma hiç girmeyişini düşündüm. Ne yapardım, kim oldurdum? Ya da seninleyken keşfettiğim şeylerin hazzını kiminle bu derece hissederdim? Ben seni sevmeseydim ne olurdum nerede olurdum? Ben senden önce var mıydım? Biliyorum sorgulamam bile saçmalık. Ben seninle elbet bir gün karşılaşırdım. O gün değilse bile yılar sonra muhakkak karşılaşırdım. Biz seninle yaratılırken dişi ve erkek sadece iki insan olarak yaratılmamıştık ki, biz aynı kalbin iki yarısını taşıyarak yaratıldık. Ve o kalp bir gün diğer yarısını bulmak için bizi birbirimize çekecekti.
İşte bu yüzden sen benim yarımsın, yaramsın; yarınımsın. Yokluğuyla sınava tutulduğum en anlamlı varlıksın. Varsın ve her nefesimde var olmaya devam edeceksin.
CAN…
Bazı aşkların vedası hiç yaşanmazmış. Elele tutuşmuş iki sevgili, tiyatroda omuz omuza oturan iki kişi ya da parkta kendi başına bir dala tutunup mutluluk satmaya çalışan yalnız ama şakrak bir bülbül. Hepsi sevgilim, hepsi veda edilmesi unutulmuş bir aşkı gelir hatırlatır. Kahve kokusunda gelen, martı kanadında gülümseyen, çay tadında incitmeden sıcacık sarıp sarmalayan bir kadın nasıl unutulur. Nasıl unutulur yazıya dökülüp acısını hafifletmeye çalışılan bir sevgili?
Dudaklarıma bıraktığın bu aşkın hissedilebilir tadı nasıl terkeder ruhumun tüm duyu organlarını işgal etmişken. Ya da tenlerimizden birbirimize akan, o ince dokunuş hazları başka bir dünyaya ait olan; o tuz tadında bedenlerimizi alıp başka bir evrende uslandırmaya çalışan aşk. Nasıl kaybetmez seven bir adam şimdi anılara karışmaya yeltenen her anıda kendini yeniden, aynı kadında. Seven şiir olurmuş aşkında. Peki, bu susmaya yeltenmeler? Unutmaya çalışmalar yaşama sevincini kaybetmemek için mi? İhtimallerle bazen karmaşa içinde durmadan debelenen bu dünyada bir tesadüf bir şans daha derken, inleyen sevgililerin çıkmaz sokaklarda bir aşkın yasını tutmaya çalışmadan umutlanmaları, bu kadar çocukluk edinmelerinin, sebebi ne?
Olmasaydı umutlarımız, olmasaydı birbirimizi tekrar aynı aşkla yaşama ihtirasımız; yaşamanın o anlamsız anlarına nasıl katlanırdık.
Bugün kendimdeki senli hatıraları yazmaya çalışan adama bir kalem verdim. Yüreğimi alıp sayfalara döktü beni. Beyaz ve siyah, aşk ve anılar sevgilim; yeniden yaşadık seni ve aşkı. Birazcık mutlu etmeye hakkım var kendimi ve seni. Gülümsedim, gülümsememin yanına gülümsemeni koydum. Kaderimizi yazmaya çalıştığımız bu son sevda mektuplarında son birkaç cümle senin. Hadi yaz, yazabildiğin kadar; yüreğini yaz…
NUR…
Sevgili…
Onlarca telefon görüşmelerinden sıyrılıp bize ait olan bu kocaman odaya koş koşa geldim bugün. Duyduğum her seste senden bir tını arayıp durdum, her telefon konuşmasında yıkıldım. Konuştuğum herkesti, sen değil.
Böylesine yüce bir aşkla bağlı iken sana, zannetme ki durumumuzu bilmediğimi. Haklısın sevgili, bazı aşkların vedası hiç yaşanmazmış. Seni severken anladım. Ben seni severken ne kadar da büyümüşüm sevgilim. Kocaman bir kadın olmuşum seninle. Sevdanla aydınlanmış yokluğunla sınava çekilmiş, varlığınla ödüllendirilen o mini minnacık kız çocuğu bugün senden uzakta ne kadar da büyümüş.
Sevgilim, uzun bir hayat yolculuğu; bu yapmurların ıslattığı küçük buğulu pencerelerden sokakta ıslananları izlemeye benzemiyordu. Biz seninle uzun hayat yolculuğunda birlikte ıslandık, üşüdük kaydık; düştük, çamura battık. Biz seninle koca bir hayat paylaştık. Ayrı yollara savrulduk diye, belki kavuşma umudunu cılız bir kibritte saklarcasına hep içimizin en derin yerinde saklasakta... Biliyorum, bu son mektubumuz.
Can'ım, candan ötem; yüzünde yüzümü gördüğüm, gözlerinde kaybolduğum. Ömrüm, sana yazmamak; hele bir de senle yaşarken artık kâğıtlara dökememek sözleri, cehennemde kavrulmak demek. Ben böyle seninle iken, senin varlığınla doluyken veda sözlerini dökmek inan çok acı. Ama bu sevgi ikimizi birbirimize çeken, birbimizde büyüten bu sevda. Kavuşma ümidi olmadan yok ediyor bizi.
Sevmek, sevdanı sadece kendime hapsetmek değildi sevgilim. Seni yüreğime nasıl kilitlerim? Hayat dışarıda akarken bir daha nefesine değememe ihtimallerini bilerek, seni anıların o işkencesine nasıl da hapsederim. Kahkahalarınla inleyen evimize gidemediğini bilerek bu soğuk odada mutsuzluğunu nasıl olurda sessizce isterim?
Sevmek sevdiğini özgür bırakmaktır sevgilim. Bir ömür seninle aynı rüyada, aynı hayalde; aynı aşkta olacağımızı biliyorum. Beni hiç unutmayacağını ve her saniye aynı aşkı yaşayacağına eminim. Dışarıda bir hayat var sevgilim. Seninle el ele tutuşup yürüyemesek te, kar hâlâ güzel yağıyor. Yağmurlar hâlâ bir şehri yıkarken âşıkları aşka davet ediyor. Bu duyguyu sana nasıl olurda yasaklarım.
Aç kapılarını sevgilim, kendini azad et. Ben nasıl olsa hep seninle olacağım. Mutluluğuna tanıklık edeceğim…
CAN…
Bazı vedalar birbirine koşmaktır sevgilim. Yorulmadan koşmak ve sarılmaktır sevdiğine. Hayat hiçbir zaman acımasız değildi. İnsanlar yaşamlarını kendilerine zehir ettiler. Şimdi başka bir kapıdan birbirimize akacağız şarap gibi. Daha bir olgun, daha bir yıllanmış ve daha bir aşk tadında. Seninle sevdik birbirimizi, sevmek tanrıdan insanlara bağış edilmiş en anlamlı duygu iken; nasıl çeker gideriz boşluğun zindanlarına.
Dilimin ucunda yıllanmış bir cümlem var sana. Hasretle yüreğimde birikti ve durmaksızın arayıp durdu seni. Sarıl bana, kulaklarına yakın olsun dudaklarım. Bilsen ne kadar ihtiyacı var o cümlenin sana…
Mehmet ÖZCAN-Nurcan BİNGÖL