Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '20

 
Kategori
Güncel
 

" Sallanacak" Vakit Yok !

Dört bir yanı aktif fay hatları ile dolu, şiddetli  deprem bölgeleri içinde yer alan bir  ülkede yaşıyoruz.

Deprem, sonuçları itibariyle bir doğal afet, evet! Ancak aynı zamanda yeryüzüne pek çok yararı da olan bir doğa olayı…

Yaratılan her şeyin arkasında bir ikilem prensibi var. Bu bakımdan depremin de hem yararlarını hem de meydana getirebileceği zararları birlikte değerlendirmek, yararından faydalanmak, zararını da en aza indirmek durumundayız.

Zira insan, öğrenen, akıl eden, alet yapan, iş üreten bir varlık…

 Gericiler depremleri özellikle de  kendilerinin sevmedikleri kullara Allah’ın verdiği bir ceza   ya da “ Takdir-i İlahi “  olarak görürler.

 Bilim insanları  depremin sağladığı yararları da bilirler.

Anadolu’nun alüvyonlu  topraklarının bereketi, depremin bir sonucudur mesela.

Ülkemizin doğal maden sularının,  şifalı sularının, ılıcalarının bu denli  fazla olması da, endüstriyel hammadde zenginliğimiz, bor madeni zenginliği açısından dünyada birinci sırada olmamız da depremin bir sonucudur.

Hiç bilenlerle, bilmeyenler eşit olur mu ? Şüphesiz ancak temiz akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.  Gruplar / Topluluklar anlamına gelen Zümer Suresinin 9. Ayeti böyle der.

Olay cehalet olsa neyse…

Bilmemek ayıp değil, insan öğrenir, öğretebilirsin gerçeği.

Ama uyanıklık var ya…

 Hem uyanıklık, hem karşındakini aptal yerine koyma  pişkinliği,işte akıl ve vicdan sahibi olup da buna seyirci kalmak mümkün değil. Kanına dokunuyor insanin.

2020 yılı, ülkemize deprem konusunda da bir hayli korku ve acı yaşattı ne yazık ki!

30 Ekim’de İzmir’i vuran depreme, İzmir’deki evimde yakalandığım için bu korkuyu ve acıyı en çok hissedenlerden biriyim ben de.

Allah beterini yaşatmasın ama yaşama ihtimalimiz her an hepimiz için geçerli olduğundan ve bu korkuyu ancak yaşayan bildiğinden bu yazıyı kaleme alıyorum zaten .

 

  Merkezüssü Kuşadası Körfezi ve Sisam adası olduğu için doğrusu  Sisam  depremi ancak,  bildiğiniz üzere İzmir‘de yıkıcı bir etki yarattığı için hafızalara İzmir depremi olarak kazındı.

 İzmir tektonik bir kent, sürekli sallanır. Sinan Meydan’ın araştırıp yazdığı gibi çok eski zamanlarda pek çok büyük ve yıkıcı deprem yaşamış bir şehir İzmir.  Ancak arkasında bu kadar can kaybı ve hasarlı  bina bırakan yakın zamanda böylesi bir deprem yok.

Uzmanların da belirttiği gibi bu aslında İzmir’in  içindeki aktif faylarda gerçekleşecek  “Beklenen  İzmir depremi“ değil.

Allah korusun, bu deprem İzmir’in içinde olsaydı, ölü sayısı binlerle ifade edilirdi diyor uzmanlar.

AKUT Vakfı Başkanı Nasuh Mahruki, İstanbul ve İzmir merkezli gerçekleşecek depremlerin bilançosunun son depremin bin katı olacağını, 1999 Gölcük depreminin yarattığı hasardan çok daha fazla kayıplar verileceğini söylüyor.

Türkiye’nin büyük deprem riski altında olan şehirleri sadece  İstanbul ve İzmir de değil üstelik.

Ülkemiz,  bazılarında 8-8.5 büyüklüğünde deprem üretme kapasitesine sahip fayları ile dünyada 6. Sırada, ölümlerde ise 3. Sırada yer alıyor.

Biz tarihinde sayısız deprem geçirmiş ve 1999’da binlerce vatandaşımızı kaybetmiş,  çok büyük bir travma yaşamış bir ülke olarak, bu konuda hala korkunç bir aldırmazlık, kadercilik ve ne yazık ki ahlaksızlık içindeyiz.

1999 depreminin üstünden 21 yıl geçmesine rağmen ne ders almışız ne de gerekli önlemleri…

İspatı 30 Ekim’de İzmir ‘de kaybettiğimiz 116 can!

Depremden 91 saat sonra şükürler olsun ki enkazdan  sağ olarak çıkarılan  Ayda bebeğe mucize dedik.

Bu binaları hala bu şekilde yapan, binaya ruhsat verenlere; Ayda bebeği aynı depremde annesiz bırakanlara ne demek gerek onu bilemedik.

Ben ve ailem  bu depremden şans eseri  ve çok şükür ki, maddi ve manevi kayıp yaşamadan çıkmış şanslı insanlardanız. Hayatta kalmamızı önce Allah’a, ardından  oturduğumuz semtin  zemininin sağlam oluşuna ve evimizin eski bir bina olmasına rağmen ( İzmir’deki pek çok bina gibi) zamanında “namuslu” müteahhit ve mühendisler tarafından yapılmasına borçluyuz.

Ama biliyorum ki bir sonraki depremde, hele de karada  olacak, İzmir’in içinde olacak büyük bir depremde, gerekli önlemler alınmazsa  sadece bizim ev  değil, İzmir’in %80 ‘ i yıkılır.

Metrekare başına düşen insan sayısı ve bina sayısı itibariyle İzmir’den katbekat yoğunluğa sahip İstanbul için de  durum böyle.

Allah korusun, tam bir facia!

Nasuh Mahruki’nin de dediği gibi “ Buna can dayanmaz, yürek dayanmaz, Türkiye dayanmaz “

Yaşanacak can ve mal kaybı bir yana ülkemizin güvenliğini tehdit eden bir duruma düşeriz.

Amacım felaket tellallığı yapmak değil.

Kimsenin bilmediği, düşünmediği bir durumu da yazmıyorum.

Ancak bu gerçeği artık daha fazla hasır altı etmemek ve her gün her an bunun bilincinde ve sorumluluğunda davranmamız gerek.

Çığlık çığlığa bağırmamız, farkında olmamız,  hep hatırda tutmamız gerek.

Benim gücüm kalemime, dilime yetiyor.

Mimarların, mühendislerin, müteaahitlerin, şehir bölge planlamacılarının, yapı denetim şirketlerinin, uzmanlarının, belediyelerin, konuyla ilgili bilim insanlarının, siyasilerin, en tepedeki yöneticilerin herkesin ama herkesin kendi işini iyi yapması, bilgili, donanımlı ve en önemlisi ahlak, vicdan sahibi olması gerek.

Her yerde, her makamda işinin ehli olmayan insanlar, sorumsuzlar, suçlular derhal ayıklanmalı ve cezalandırılmalı.

Bir an evvel öncelikli olarak deprem riski yüksek olan şehirlere ve tüm Türkiye’ye  depreme uygun biçimde kentsel dönüşüm uygulanmalı.

Evler kayalık zemin üstüne yapılmalı, İzmir’ deki gibi alüvyon zeminin üstünde bu kadar bina hele de yüksek binalar asla yapılmamalı.

Herkesin oturduğu binanın malzemesine, temeline, deprem yönetmeliğine uygun olup olmadığına alırken ya da kiralarken bakması gerekiyor.

Belediyelerin her binanın depreme dayanıklılığına ilişkin karne çıkarması, riskli, düşük kalite malzeme ile yapılmış, hasarlı, tehlike arz eden binaları acilen yıkması şart.

Bize depremde ne yapmamız gerektiğini, evin hangi köşesinde, hangi pozisyonda durmamız gerektiğini anlatın.

Ama bunlardan önce başımıza yıkılmayacak bina yapın.

 

Daha evvel böyle şiddetli ve korkutucu bir sarsıntı yaşamadığımız halde 30 Ekim günü, deprem başlar başlamaz  evin içinde  uzmanların  “ yaşam üçgeni “ diye tabir ettiği bir alanı  nasıl akıl edebildiğime, o an evde bulunan kızımla birlikte hemen o alana koşup, cenin pozisyonunda nasıl yere yatabildiğimize inanın ben de şaştım sonradan.  Zira çoğu insana yaşadığı panikle kal geliyor o an.  Yattığımız yerde her saniyenin ne kadar uzun olduğunu, her saniyede  evin üstümüze çökebileceği endişesi içinde korkudan kaskatı olarak ve Allah’ tan yardım dileyerek  beklemenin ne demek olduğunu artık biliyoruz.

O saniyeler içinde bir başka semtte, bir başka binada, bizim  gibi insanların tam da o anda göçük altında kaldıklarını da…

Sonrası …?

Sonrası yürek yangını bir sürü hikaye, yitip giden onca insan; evlatlarını, anne babalarını kaybeden,evlerini kaybeden onlarca aile…

Hepsi hepsi İzmir’de 30 saniye, İstanbul ‘da 45 saniye işte…

Ve çıkıp birileri buna, “ Allah’ın cezası  ya da takdir-i İlahi” diyor.   Sanki onca masum, günahsız insan, çoluk, çocuk buna müstahakmış gibi.

Japonya ateist,  ama  Alllah  o ülkede yaşayan insanları bizden  daha çok seviyor, koruyup kolluyor bu durumda.

8 – 9 şiddetinde hem de dakikalarca süren depremler oluyor orada.  Ama insanlar ona göre binalar yaptıkları, akıl, bilim ve ahlak sahibi oldukları için ÖLMÜYORLAR.

Depremi Allah’ın takdiri ya da cezası olarak gör ya da göster,  kulun sorumluluğunu, suçunu, ihmalini ortadan kaldır,  hesap sorulamayacak, sorgulanamayacak ilahi bir güce  havale et .

Oh ne ala memleket!

Japonya’ da insanlar deprem başladığında yaşam üçgeni falan düşünmüyor. Oturup sakince depremin bitmesini bekliyor. Ofiste yakalanmışsa masanın üstünden bilgisayarı vs. düşmesin diye onu tutuyor. Evde ya da ofiste her şey duvara  sabitlenmiş olsa da, olur ya yine de başıma bir şey düşmesin, yaralanma olmasın diye masanın altına giriyor. Çünkü biliyor ki, içinde bulunduğu bina çökmeyecek.

Oturduğunuz binanın yıkılmayacağından % 100 emin değilseniz, masanın altına girmek,         % 100 ezilerek ölmek demek bizim gibi ülkelerde.

Yaşam üçgeni, bilim, ahlak ve adalet bana göre.

Bu üçgenin içinde olanlar yaşıyor dünyanın her yerinde.

 Atlantis  Okyanusunda içinde  çok sayıda uçak ve gemi kaybolduğu için manyetik olduğu sanılan  Bermuda Şeytan Üçgenini hatırlarsınız. Şimdilerde okyanus akıntılarının etkisiyle oluşan bir doğal gaz kaynağına ev sahipliği yaptığı düşünülüyor.

Sanki biz de  yalanların, sahtekârlıkların,  hurafelerin, cehaletin, liyakatsızlığın akıntısına  kapılmış, böyle bir “Şeytan Üçgeni” nin içinde kaybolup gitmekteyiz günbegün.

Hiç mi ibret almayacağız? Hiç mi düşünüp akıl etmeyeceğiz ?

Deprem bir ikaz olarak görülebilir, görülmeli de!

 Bunu Allah’ın bir cezası olarak okuyanlar, kutsal kitaplarda anlatılan, helak olan kavimlerin hikayelerinden kendilerine düşen payı çıkararak okurlarsa daha çok yol katederiz. 

Biz kendi ellerimizle yaptıklarımızla, başımıza gelen ardı arkası gelmeyen felaketlerle, ne zamandır toplum olarak  bir helakın içindeyiz zaten. Tam  da ortasındayız hem de…

Bunu doğru okuyalım.

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 115
: 830
Kayıt tarihi
: 18.11.12
 
 

1967 yılında İstanbul'da doğdum.Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinden 1988 yılınd..