- Kategori
- Felsefe
"Ben"i bırakın, beni bırakın...

Yaşamın kıyısındayım sanki. Zaman avuçlarımın arasından akıp gidiyor. Bense sadece izliyor ve boyun eğiyorum. Yarım yamalak her şey. Ben yarım, hayat yarım...
Hiçbir yerde olmak istemiyorum. Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum. Her yerde eksiğim. Her şey yarım...
Bu ben değilim sanki. Bu davranış öbür yarımla uyuşmuyor. Doğruysa tüm bunlar, olağansa her şey; niye bu sıradışı yürek çarpıntıları? Kim içimde çırpınan bu kuşun sahibi? Avazı çıktığı kadar bağırıp tüm hücrelerimde sesini duyuran kim? Bensem, şimdiki kim? Ben kimim?
Kafamın içinde sorular... Bir yığın soru işareti... "Neden"le başlıyor hepsi. "Ama"yla nefes alıp kendinden emin bir "çünkü" ile yenik düşüyor hayatın acımasızlığına. Hayatın karmaşıklığına akıl erdiremeyip öylesine devam ediyor yoluna.
Eksiliyor her şey. Her adımda biraz daha uzaklaşıyorum kendimden. Her geçen gün, bir kişi daha eksiliyor belleğimden. Uyumaktan korkar oldum, yatağıma düşman. Yarınlarım, dünüme yabancı...
Ne zaman son bulacak bu sancı!?
Sanki "o" geliyor. Bana bir şans veriyor içimdekileri dışarı çıkarmam, her şeyi anlatıp rahatlamam için. Bir kuş gibi özgür olmama ramak kalmışken "ben" beni terkediyor. Tüm vücut fonksiyonlarımı kaybediyorum. Ellerim, kollarım, dilim... Hepsi diğer yarıma kaçıyor. Beni yüzüstü bırakıyor. Bütün pişmanlıklarım, zavallı keşkelerim... Dizilmişler kolkala, el sallıyor.
O an; her şey biraz daha yaklaşıyor sona.
Ve ben, hiç bu kadar uzak olmamıştım kendi dünyama.
Elimde cam kırıkları...
Parlayan yüzeyler...
Işıltılarda kaybolmuş çifterli gözler...
Gözlerin ardında yüzler...
Derininde hayatlar...
O hayatlara karışmış "ben"ler...
"Ben"lere işlenmiş yeni yeni hayatlar...
Onların sahipleri, yüzler...
Yüzlerdeki gözler...
foto: www.felsefeekibi.com