- Kategori
- Deneme
"Karadut" Gerçeği
O gece Bedri Rahmi, “Karadut” şiirini okurken gözyaşlarına hakim olamamıştı. Elbette bu akan yaşları salondaki herkes görmüştü. Ve herkes biliyordu o gözyaşlarının nedenini.
Hemen yanı başında duran karısı da!
“Kadınım, kısrağım, karımsın” dediği kadının kendi olmadığını bildiği gibi…
Aldatıldığını öğrendiğinde olduğu gibi hiç sessizliğini bozmadı. Bittiğini sandığı, artık kocasının kendisine döndüğünü düşündüğü bir zaman diliminde, o yaranın hala kanadığını görmek hayli yıkıcı olmuştu. Aşık olduğu adamın içindeki başkasına ait yangın devam ediyordu ve onun bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Bir ölüyle rekabet edemezdi!
Ardında büyük bir aşk bırakarak giden bir kadına ancak saygı duyulurdu…
Hala eksilmeyen ama ağır bir darbe daha alan sevgisiyle birlikte oğlunu da yanına alarak Paris’e döndü. İkisinin de yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Tek bir şey için: Unutmak! Eren, sevdiği adamın yaşattığı acıları; Bedri Rahmi ise o güzel esmer kızın yaşattığı aşkı…
Ernestine Letoni’den Eren Eyüboğlu’na giden yolda yaşanan peri masalını nasıl evlilikle noktalamışsa; vatanını, ailesini, dilini, adını geride bırakarak aşkına nasıl sahip çıkmışsa, şimdi de çıkmak zorundaydı ve ihtiyacı olan tek şey sadece zamandı.
Ayrıyken bile sevdiği adamı hiç yalnız bırakmadı. Yavrusunun yarasını yalayan bir anne kedi şefkatiyle umut dolu mektuplar yazdı: “Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma gücü versin. Ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın. Eren.”
Kimdi, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu karısına deli gibi aşıkken onu bambaşka bir dünyaya sürükleyen bu kadın?
Eyüboğlu’nun asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi Heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen ve ressamımızın gönlüne “Kara saplı bir bıçak” gibi saplanan bu esmer, güzel kadının adı Mari Gerekmezyan’dı.
O, Bedri Rahmi’nin “Karadut”u olmaktan öte, kısacık yaşamına müstesna bir aşk ve sayısız heykeller sığdıran ve aldığı felsefe eğitimini de sanatına yansıtan Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşlarındandı da. Nihayetinde, yaşadığı yasak aşk yüzünden ötelenen, adı duyurulmayan, sanat çevrelerince dışlanan, ölürken söylediği gibi, “Her şey unutulduğunda, hatırlanacak olan,”aşık bir kadındı o. Ölümünün ardından adeta yıkılan Bedri Rahmi’yi teselli eden yine karısı olacaktı.
Eren Eyüboğlu onu sevmekten hiç vazgeçmedi. Unutmak için kendini içkiye vurmasına, hala Mari için şiirler yazmasına sonsuz bir sabırla katlandı. Zaman içinde toparlanmış görünüyordu. Ta ki aradan üç yıl geçtikten sonra bir toplantıda şiir okuması istenene kadar. Mari’ye ithafen yazdığı “Karadut” u okurken ağlaması, Eren için kırılma noktası oldu.
Yine kopamadı sevdiği adamdan. Duaları ve mektuplarıyla hep yanında oldu. Kısa süren bir ayrılıktan sonra yine İstanbul’a döndü ve bir daha hiç ayrılmadılar. Bedri Rahmi 1974 de ölene kadar birlikte çalışmalarını sürdürdüler.
Böyle aşklar hala yaşanıyor mu, bilmiyorum… Ama Leyla ile Mecnun’ların, Ferhat ile Şirin’lerin artık olmadığı bir gerçek.
Peki onlar var mıydı ?
Olmasalar bile öyküleri vardı, masal tadında.
Oysa, bizden geriye kalacak bir aşk masalı bile olmayacak…
Zira, “Eski radyolar gibi çoktan masal oldu aşk!”*
*Sezen Aksu / Lale Devri Çocukları
Kaynak:
Can Dündar / Yüzyılın Aşkları Can Yayınları
Müge Akgün / O Sadece “Karadutum, Çatalkaram” Değildi / Radikal 22.12,2012