Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

"Orhan Pamuk" sevmezliğin kökenleri

"Orhan Pamuk" sevmezliğin kökenleri
 

Kim derse ki, “Aslında Orhan Pamuk’u, Ermeniler hakkında, Türk toplumuna yönelttiği iftiralar nedeniyle sevmiyorum” ya da “ Orhan Pamuk’u anlaşılmaz dili ve ruhsuz yazıları nedeni ile sevmiyorum”, bence bu tam doğru bir ifade olmaz.

Çünkü Orhan Pamuk’un Türk edebiyat camiası ve geleneksel sol entellektüel dünyası ile kan uyuşmazlığı ve düşmanlığa varan ayrışması 1980’lerin sonuna tekabül eder. Ortalıkta ne ünlü ermeni ifadesi vardır, ne de bugün beğenilmediği iddia edilen kitaplarının önemli bir kısmı.

Orhan Pamuk’un aslında ilk çıkış dönemlerinde bu çevre ile bir sorunu yoktu. Çünkü 1979 yılında ilk romanı olan Karanlık ve Işık (daha sonra Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı) ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu ödülün jürisinde de, daha sonra Orhan Pamuk’un kitaplarını okumaya çalıştığı halde bitiremediğini iddia eden yazarlardan birisi olan Oktay Akbal vardı. Sayın Akbal’ın okuyamadığı kitaplara ödül vermek gibi bir huyu olduğunu bu şekilde fark etmiş olduk. Pamuk aynı romanla 1983 yılında bu kez Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü. Ki bu kurulda da, Türk edebiyatının aynı damardan beslenen üyelerinin yer almış olmasından şüphe duymamıza neden olacak birşey yok.

Orhan Pamuk’un ikinci kitabı da edebiyat camiasında önemli bir tartışmaya vesile olmaz. Çünkü, roman Türk romancılığı adına büyük bir ayrışmayı ya da farklılaşmayı ifade etmemektedir. Hatta ikinci romanı olan Sessiz Ev, Madaralı Roman ödülü olarak adlandırılan, Emekli öğretmen Fikret Madaralı ile eşinin kurmuş oldukları ödülü alır. Bu ödülü Orhan Pamuk’tan önce, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Adalet Ağaoğlu, Oktay Rıfat, Rıfat Ilgaz ve Sulhi Dölek gibi isimler kazanmıştır. Bu ödül, 1974 - 1989 yılları arasında seçiciler kurulu tarafından Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü olan 17 Nisan gününde açıklanırdı. Yani Orhan Pamuk Köy Enstitüsü sevdalısı kişilerin ödülüne layık görülecek kadar “sıradan” bir yazar olarak görülüyordu.

Orhan Pamuk'un geleneksel Türk edebiyat camiası ve geleneksel sol çevre ile problemi dördüncü romanı olan Kara Kitap’la başladı. İlk “kitabı bitirememe” ya da “anlayamama” eleştirileri bu dönem dile getirilmeye başlandı. Bu eleştiriye öncülük edenler ise edebiyat camiasının ağır taşları olan, Tahsin Yücel, Oktay Akbal, Mahmut Makal, Demirtaş Ceyhun gibi isimlerdi.

1990’ların başında Orhan Pamuk’a yönelik eleştiriler iki ana eksenden kaynaklanıyordu ve bu eleştirilerin edebi yönü yalnızca, eleştiri bütünü içinde sos niteliğindeydi. Türkiye’de zaten edebiyat dünyasının iki temel ayağı vardı. Birisi TKP ya da TİP çizgisine yakın, Kemalist çizgiyi sağ, küçük burjuva olarak gören bir akım (ki ilk akla gelen isimler Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Vedat Türkali, Fethi Naci, Yaşar Kemal, Aziz Nesin’dir), diğeri ise Cumhuriyetle gelişen yeni Türkiye’nin ifadesi olan Kemalizm’e sıkı sıkıya bağlı ( yine ilk akla gelenler Mahmut Şevket Esendal, Mahmut Makal, Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri'den, Tahsin Yücel ve Oktay Akbal’a uzanan) bir akımdı. TKP ve TİP geleneğinden gelen damarın devletle (gerek devletin gizli iktidarı olan militarist odaklarla, gerekse de devletin genellikle sivil yüzü olan sağ iktidarlarla) her zaman problemleri oldu. Öldürüldüler, tutuklandılar, sürüldüler, sürgün edildiler.

Ancak 80'li yıllardan sonra, reel sosyalizmin çökme sinyalleri vermeye başlaması (en başta bu unsur yörünge kaybına neden olmuştu) ve gelişen teknoloji ile kapitalizmin yeni bir evreye geçmeye başlaması ile birlikte, bu damarın eski ve yeni temsilcilerinin bir kısmı, savunmacı, muhafazakar, geçmişe tutunmaya çalışan bir çizgiye çekildiler. Dinozorluk edebiyatı da o dönemde başladı. Bu kesimin bir kısmı bu geri çekilişte kendilerine anlamlı zeminler üretebilse de, önemli bir kısmının geri çekildikleri çizgi ise, bugün Nihat Behram ve Demirtaş Ceyhun'un durduğu nokta olan, zamanında onlara bu ülkeyi dar eden otoriter zihniyetin etekleri oldu. Bugün Orhan Pamuk'a en ağır eleştirileri getiren grubu, işte bu en alt çizgiye kayanlar oluşturuyor. Elbette bu gerici tuzağa düşmeyen ve bugün hala "sözde aydın" olmakla eleştirilenlerde var.

Orhan Pamuk, Kara Kitap'dan sonra aslen Kemalist damardan gelen tüm yazarlarla ve onların etki sahası ile problem yaşarken, yukarıda bahsettiğim sebeplerle TKP ve TİP çizgisinden gelen damarın bir kısmı ile sıcak bir diyalog kurabilirken (Yaşar Kemal, Murathan Mungan), giderek Kemalist aslına dönen diğer kısmın ( Can Yücel, Mina Urgan, Nihat Behram ) ağır eleştirilerine maruz kaldı.

O dönemde, her iki kesimle de çatışmanın temel ekseni, Orhan Pamuk’un Türk edebiyatının temel karakterinden farklı bir rotaya kayması ve bununla birlikte, giderek piyasalaşan edebiyat dünyasının eğilimlerine ayak uydurmasıydı. Özellikle TKP-TİP çizgisinden gelen damar, Türkiye’de siyasi bir bedel ödemeden, emperyalizmle ve Türkiye sağıyla çatışmadan, kapitalist üretim biçimlerini red etmeden gelen ünü ve parayı dert ediniyordu. Kemalist damar ise, beyaz ve elit bir Türk’ün laiklik ve geleneksel milliyetçilik söylemlerine sıkı sıkıya sarılmamış olmasından yakınıyordu. Pamuk bilindik bir solcu yazar değildi. Zaten kendisine solcu da demiyordu.

Bu çatışmaların ilk örneğine Hasan Cemal’in “Cumhuriyeti çok sevmiştim” kitabında rastlamak mümkün. Yıl 1991 ve Hasan Cemal’in Nadir Nadi’nin isteği ile Cumhuriyetin genel yayın yönetmeni olduğu dönem. Henüz Cumhuriyet’te ayrışma yaşanmamıştır. Hasan Cemal, 1. Körfez Savaşı ve savaşın etkisi ile Türkiye’ye sığınan Kürtlerle ilgili olarak, Orhan Pamuk’tan Cumhuriyet için bir yazı dizisi ister ve dizi Cumhuriyet’te yayınlanır. Henüz ne ermeni iddiası vardır ortada, ne de Nobel ödülü. Ama gazetenin demirbaşlarından Oktay Akbal, Hasan Cemal’in odasına dalar ve; “Nereden çıktı şimdi bu Orhan Pamuk?” diye sinirli bir ses tonuyla sorar. Hasan Cemal cevap verir; “Oktay Abi fena mı? Orhan Pamuk ne güzel yazmış. Romanı da on baskı yaptı, okunuyor.” Oktay Akbal’ın yüzü daha çok asılır, “Tezgâh bunlar tezgâh!”.

Bu diyalog aslında, 1990’ların ortalarına doğru, Orhan Pamuk’a yönelik ikinci ve daha “derin” bir eleştiri dalgasının işaretidir. Bu eleştiri dalgasının en sert çıkışlarından birisini de Ahmet Taner Kışlalı yaptı. Bu eleştiri ağırlıklı olarak edebiyat dışıydı ve Pamuk’un romanlarında kullandığı bazı imgelerin, gizli bir Atatürk düşmanlığı taşıdığı iddiası üzerinden şekillendi.

Bu eleştiri türü, daha sonra Türkiye’nin girdiği siyasal iklimle beraber derinlik kazanmaya başladı ve Pamuk emperyalizmin Türkiye’yi işgal planının koçbaşı olarak görülmeye başlandı. Ve garip bir şekilde Orhan Pamuk, siyasal anlamda hak ettiğinin çok üzerinde önemsenen, ön plana çıkan ve hedef haline getirilen bir yazar oldu çıktı. Daha doğrusu Türkiye’nin değişen ve geleneksel düşünce yapısını çatlatan genç bir kesimi baskı altında tutmanın yöntemi olarak, Orhan Pamuk bir tehdit aracı olmaya başladı.

Şu an sokakta karşılaştığınız ortalama bir ulusalcıya Orhan Pamuk hakkındaki fikirlerini sorsanız alacağınız cevap yaklaşık şu düzeydedir; “Orhan Pamuk emperyalizm tarafından genç yaşta keşfedilmiş, ileri kapitalist pazarlama teknolojileri ile parlatılarak piyasaya sürülmüş ve her istenileni bülbül gibi tekrarlayan bir ajana dönüştürülmüştür. Nobel ödülü de zaten ona bu vatan hainliğinin bedeli olarak verilmiştir.”

Bugünde Orhan Pamuk eleştirilerinin, aslında eleştiri de sayılmayacak, "onu asla okumam" ya da "okudum, ama anlamadım, anlamamış olmaktan dolayı da gayet mutluyum"cuların eleştirel duruşlarının arkasında bu bakış açısının olduğu aşikar. Bu nedenlerle Orhan Pamuk’a yönelik eleştirilerin çok önemli bir kısmı, düzeyli bir edebi içerik oluşturmaz. “Okunamıyor” ya da “anlaşılamıyor” oluşu gibi eleştiriler, 1990’ların başındaki ayrışmadan kalan söylemlerdir ve Orhan Pamuk'un, “Benim Adım Kırmızı” ve “Kar” kitaplarında bu eleştirileri aştığını düşünüyorum.

Orhan Pamuk, değişen dünya ve Türkiye’ye dair, statükocu kesimin ayak direme noktalarından birisidir. Ve bu direnç ne yazık ki, zaman zaman fazlasıyla kan kokusu yaymaktadır. Bu nedenle bazıları itiraf edemeseler de, olası katilleri Orhan Pamuk'tan daha çok sevme ihtimalleri vardır. Ne de olsa söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.

Bu arada tüm bu yazı Orhan Pamuk'un edebi yönünü göklere çıkarmak için yazılmış değil. Ama onu sevmeme, anlamama veyahut okumama tercihlerinin, edebiyat dışı gerekçelere dayandığını açığa çıkarmak içindir.

Orhan Pamukla ilgili ciddi edebi eleştiriler ve iddialarda ortaya atılmıyor değil. Bunları da başka bir yazıda kaleme almak istiyorum.

Foto; www.hzhubble.com/2006/10/20/orhan-pamuk-serisi-2/

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..