Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '12

 
Kategori
Deneme
 

“Siz beni kim sandınız beyim?”

“Siz beni kim sandınız beyim?”
 

Rüzgarın ayazı, yukarıdan gelen masum kar tanelerini küçük oklar gibi saplıyordu yüzüne. Bir an durdu, aklına yıllar öncesi yaşadıkları geldi. Kara karşı gülümsedi.  İşler bozulmadan önceydi. Kriz patlamamış ve onun henüz gittiği bir ofisi olduğu zamanlara gitti.

Karın yüzüne vurduğu bir gündü yine. Küçük dikenlerini batırıyordu yüzüne. Oysa kusursuz bir makyaj yapmıştı. Son kez koridordaki aynaya bakıp kendini gördüğünde “Vay” demişti hatta. Koşarak servisi anca yakalayabilmişti. Yüzüne çarpıp geçen küçük kar tanelerinin kendisine hazırladığı sürprizden habersiz, atladı açılan kapıdan içeri.

Koltuğuna doğru yürürken, kendine bakıldığının farkında ve kendiyle gurur duyar bir edası vardı. Yüzündeki makyajın bu denli dikkat çekeceği hiç aklının ucundan bile geçmemişti. “Vay, beee!” dedi kendi kendine. “Güzel olmuşum demek. Herkes baktığına göre, güzelim elbet.”

Yerine oturduğunda, yanındaki arkadaşının yüzünde kilitlenen gözlerindeki manayı çözemeden bir an ifadesi karıştı. Kafasını iki tarafa salladı. “Ne var?” diyebildi.  Arkadaşı onu cevaplamayı bırak, gülmekten  katılıyor ve koltukların altında sürünüyordu. Güç bela çantasından çıkarttığı aynayı arkadaşının yüzüne tutmasıyla yıkılan düşüncelerinin çöküntüsü altında ezildiğini hissetmişti. Yaptığı makyaj akmış, rimel ve yeşil far birbirine girmiş, palyaçodan farksız bir görüntüyle yürümüştü.

Hem de ne güven duyarak. Kendisi de gülmeye başlamış, tüm servis arkadaşları bu kahkahaya duyarsız kalamamışlardı. Kar, bu defa yorgunluktan morarmış gözlerine çarparken, makyajı akmasın derdinde değildi ama yorgun yüzüne çarpan her tanecik acıtıyordu içini. Hafifçe gülümsedi yeniden.

Çocuklarını düşündü, evini ve işsizliğin getirdiği zorlu günlerin kendisini sürüklediği durumu. Nevin Hanım’ın evine her sabah erkenden gidiyor ve gecenin bir vakti olup, yemek yenilip, masa toplandıktan sonra çıkıyordu. Gittiğinde, çocuklar uykuda olsa da onların kokusunu derin bir nefesle içine doldurup ertesi günün gücünü toplamak için onlara sarılıyordu.  

Ofisi, işi ve kariyeri vardı. “Hepsi boş” dedi. Ne güzel uyuyorlar. Hiçbir kariyere tercih etmem. “Keşke, biraz daha erken gelip uyanıkken görebilseydim?” dedi. Kapının önünde, anahtarı ararken aklından geçenleri bir tarafa bırakıp bu gün yapacağı işleri düşünmesi gerektiğine karar verdi. Yılların iş alışkanlığı, hiç bir şey başka bir yere taşınmamalı. Başarının en büyük ketlerinden biri de sorunları yanı sıra gittiğin yere taşımamaktı.  

Kapıyı açıp içeri girdi. Ayakkabılarını çıkartıp günlük kullandığı terlikleri ayağına geçirdi.  Paltosunu asarken, üst kattan inen Nevin Hanım “Günaydın” dedi. Nevin Hanım’a cevap verip aceleyle mutfağa gitmeye çalışıyordu.

Kahvaltı masasını kuracaktı. Beyefendi inmeden hazır edilmesi gerekiyordu. Nevin Hanım, mutfağın kapısından baktı. Aceleyle çabalarken, bunu farkında varması uzun sürdü. Nevin Hanım “Senin hiç derdin olmaz mı?” diye sordu. İrkildi ve cevapladı. “Olmaz mı? Haklısınız, bu gün kahvaltı beş dakika geçikti. Kusura bakmayın.”

Nevin Hanım, ne demek istediğini anlamadığının farkındaydı. “Bu gün izinlisin. Al, bu da bu gün harcaman için sana bir miktar. Ne istersen onu yap.” Dedi. Şaşkınlıktan tutulmuş sadece bakıyordu.  Silkindi, “Nevin Hanım, ben çalışayım. Biraz erken gitsem yeter.” Dedi. Kadın güldü ve kafasını salladı. “Ama diye söze başladı, bu gün yatırmam gerek faturalar vardı. Onları verdiğiniz parayla yatırıp gelmem için kahvaltıdan sonra biraz müsaade etseniz.” Diye sordu.

Nevin Hanım “Bırak kahvaltıyı. Ben hazırlayacağım bu gün. Hadi git yatır faturalarını.” Deyip onu kapıya doğru çekiştirirken, ne diyeceğini bilemez haldeydi. Kapının ağzında, paltosunu giymeye çabalarken, Nevin Hanım “Bu paltoyu giymeni istiyorum. Beni kırma lütfen.” Dedi. Ezildi, söylemek istedikleri boğazına düğümlendi. İtiraz etmedi. Nevin Hanım kötü bir niyetle söylemiş olamazdı.

Paltoyu üzerine giydi ve elinde Nevin Hanım’ın verdiği zarfla yola düştü.  Bankaya giderken yol üzerinde bir kuyumcu vitrinine takıldı gözü. Aslında her gün önünden geçtiği bu vitrinde durma ihtiyacına sebep olan yüzüğe baktı. Kuyumcuyla göz göze geldiğinde utandı. Alamayacağı bir yüzükle yaşadığı anlık bakışmanın yakalanması canını sıktı.

Bu duygularla kızaran yanaklarını alı, kulaklarına vurmuştu. Kuyumcunun ani bir çıkışla vitrinin önüne gelmesiyle yaşadığı buhran katmer oldu. Adama bakamıyordu, gözlerini kaçırıp ilgilenmemek ve görmemek istiyordu. Kuyumcu “Buyurun, hanımefendi.” Dedi. Etrafına bakındı, kendisinden başka kimse yoktu vitrinin önünde. Kendisine yapılan bu karşılamanın huzursuzluğuyla “Sadece bakıyordum.” Diyebildi.

Adam ısrarla dükkanın içine girmesini ve içerdeki çeşitlere bakmasını istiyordu.  Ne yapacağını bilemez halde “Üzerimde nakit yok, sonra bakarım.” Dedi. Kuyumcu, ısrarla içeri aldığı müşterinin rahatı için kendini paralarken, içinde bulunduğu durumun karmaşasını çözemiyordu. Kuyumcunun kahvesini nasıl alacağı üzerine sorduğu soruyla irkildi.

Kahvesini başkasının elinden içmeyeli yıllar olmuştu. İçinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulacağını düşünürken kahvesi geldi. Oturduğu yerde doğruldu ve kahveyi çırağın tepsisinden aldı. Kafası önde, kahveden bir yudum aldı.

Suyu almak için sehpanın üzerine uzanırken kafasını kaldırıp aynada kendini gördü.  Üzerinde, Nevin Hanım’ın verdiği palto vardı. Durdu ve gülümsedi, tıpkı yüzündeki makyajın aktığı o kış gününde yaşadığı tebessüm gibiydi yüzündeki ifade.  

Kuyumcuya döndü ve üstündekinin kendinden daha değerli olduğunun bilincinde sordu “SİZ BENİ KİM SANDINIZ BEYİM?” 

Sağlıkla ve mutlu kalın 22/02/2012

Gülay Mustafaoğlu   

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..