Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '17

 
Kategori
Tarih
 

"Temeşvarlı Osman Ağa"

"Temeşvarlı Osman Ağa"
 

*Bir Osmanlı askerinin sıra dışı anıları" (1)

1724 yılında anılarını kaleme alan sıra dışı bir Osmanlı askeriyle karşı karşıyayız. Bizi bugünden alıp kendi yaşadığı yıllara götürüyor. O kadar içten yazılmış ki duyguları insanı sarıp sarmalıyor. Bir noktadan sonra birlikte üzülüp birlikte sevinmeye başlıyorsunuz.

Tarih deyince kim kiminle neden savaştı, kim yendi kim yenildiye bakar geçeriz dışardan bakan insanlar olarak. Olayların içinde yaşayan insanların o hengamede neler yaşamış olabileceklerine pek kafa yormayız.  Oysa insanların savaşlarda yaşadığı dramları anlamamız ve onlar için üzülmemiz savaşın kötü olduğu algısının içimize kalıcı olarak yerleşmesini sağlayabilir.

Batılı yazarlar savaşların insanlık dışılığını kendi insanının bilincine yerleştirmeyi bir ölçüde başarmıştır. İkinci Dünya savaşını konu alan ve klasikler arasına giren savaş romanları ve sinema filimleri toplumlarda savaş karşıtı duyguların oluşmasına önemli katkıda bulunmuştur. Batı dünyası bugün, en azından kendi içinde, bir savaş kavramından uzaklaşmışsa, bunu, savaşlarda yaşanan acıları, eserlerinde, gerçekmiş hissi verecek kadar etkili canlandırarak unutulmamasını sağlayan yazarlara ve sinemacılara borçludur.

Bizim yaklaşımımız ise daha çok zaferlerimizi ve kahramanlıklarımızı öne çıkarmak şeklinde olmuştur. O da gerekli ama sadece onunla yetinmemeliydik. Böyle olunca olayın insani boyutu gözlerden biraz uzak kalmıştır.

Kazanılsa da da kaybedilse de her savaş içinde sayısız insan dramı barındırır. Onu yaşayanlar bilir.

Sadece 1912-1922 arasını bile sanatımıza yansıtıp canlı tutabilseydik, insanımızın ne acılara ve güçlüklere katlanarak ayakta kaldığını anlar, o emsalsiz çabaya saygı duyarak bize emanet ettikleri vatana ve değerlere sımsıkı sahip çıkardık.

Bilen var mı anılan dönemde askere alınan erkeklerin ne kadarı evine geri döndü? Kaç kadın kocasız, kaç çocuk babasız kaldı ve kalanlar hayata nasıl tutundular? 

Size sözünü ettiğim şu kısacık kitap bile, iyi bir yapımcının elinde şaheser bir dizi veya filim olabilir.

Tarih dizisi deyince aklımıza sadece saraylar ve şatafatlı yaşam geliyor.

Dünyada insan var oldukça savaşlar da olacaktır. Ne kadar az olursa o kadarı kazançtır insanlık için.

 Atatürk'ün savaşa bakış açısı eşsiz bir  bir rehber niteliğindedir:

"Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir."

Temeşvarlı Osman Ağa anılarında kişisel dramını anlatmaktadır. Bunu anlatırken, kendi karakterinin yanında, döneminin farklı din ve ırktan insanlarının davranışlarını da bize aktarmakta, diğer bir deyişle, çağının sosyal bir "portresini" çizerek önümüze koymaktadır.

Niyetim, kitaptan doğrudan alıntı yapmadan, Osman Ağa'nın yaşadığı önemli olaylara ve olayların aktörlerinin davranışlarına vurgu yaparak Ağa'nın çizdiği sosyal portreyi yorumlamaktır.

Umarım ilgi duyarsınız.

*Yer ve zaman.

Osman Ağa 1670 yılında Temeşvar'da doğmuştur. Günümüz Romanya'sının batısında bir kasabadır. 1716 yılına kadar Osmanlı toprağı olarak kalmıştır.

Olay 1688-1700 yılları arasında geçmektedir. Osmanlı Viyana bozgunuyla gerileme sürecine girmiştir. Yenilmezlik algısı kaybolmuş, Türkleri Avrupa'dan atma hayalleri gerçekleşebilecekmiş duygusu uyanmıştır.

1686 yılında bu amaçla kurulan ve ilk defa Rusya'yı da içine alan "Kutsal İttifak" Osmanlı topraklarına her yönden saldırmaktadır. Devletin gücü kırılmıştır. Kendisini savunamamakta, hızla toprak kaybederek gerilemektedir. Süreç ilk kez toprak kaybettiğimiz Karlofça Anlaşmasıyla (1699) noktalanacaktır.

Osman Ağa, genç yaşta öksüz ve yetim kalmış olmasına rağmen iyi bir eğitim almıştır. Ailesiyle mutlu bir yaşamı vardır. 

Bölgedeki huzurlu yaşam Viyana bozgunuyla yok olmuş, kargaşa dönemi başlamıştır.

Genç adam bozulan düzenin etkisiyle asker olmaya karar verir, 16 yaşındayken kendi atı ve edindiği donanımla, aile büyüklerinin izniyle, gönüllü olarak, kendi deyişiyle "askerin arasına karışır."

Kısa sürede yararlı hizmetlerde bulunarak 18 yaşında odabaşı (küçük bir birliğin komutanı) olmuştur.

1688 yılında bir kaleyi savunurken Avusturya'lılara esir düşer ve esaret günleri başlar. On iki yıl süren esaretin sonunda 1700 yılında evine geri döner.

*Esaret başlıyor.

Avusturyalılar Lipova adlı kaleyi kuşatmışlardır. Osman Ağa askerleriyle birlikte savunmanın bir parçasıdır. Kale direnirse de savunma sonunda çöker ve teslim olur. Osman Ağa esir düşer.

Kalede yaşayan halk aileleri ve çocuklarıyla birlikte kaleyi terk eder. İki sıra halinde dizilen Avusturya askerlerinin arasından geçerek canlarını kurtarmayı ummaktadırlar. 

Savaşın insanlık dışı yüzü iş başındadır. Askerler gözlerine kestirdiklerini aralarına alıp çırılçıplak soymakta, direnenleri parçalamaktadırlar. Öncelikli amaç soygundur. Üzerinde para bulunamayanların karınları, yutmuş oldukları düşüncesiyle, deşilmektedir.

Subaylarının vahşeti durdurma çabaları sonuç vermemektedir.

Savaş sadece ordular arasında olan bir mücadele olmaktan çoktan çıkmıştır. Kadınlar ve çocuklar dahil tüm siviller vahşetten paylarına düşeni almaktadır.

Çağın anlayışı sağ kalan esirlerin "hizmetçi" olarak subaylara verilmesidir. Osman Ağa, Fischer adlı bir subaya verilir. Efendisinin çadırının önünde, bir arabanın altında, eli ve ayağı demire kilitlenmiş olarak esaret hayatına başlar.

Günlük yiyeceği yarım ekmektir.

*Fidye isteniyor.

Bir süre sonra Fischer kendisini serbest bırakmak için fidye ister. Altmış altın üzerinde anlaşırlar. Hiç parası yoktur. 

Temeşvar'a gidip getirebileceğini söyler. Doğal olarak geri dönüp dönmeyeceği konusunda bir güven sorunu ortaya çıkar. Söz yeterli olmaz. Kefil istenir.

Yakınlarda eski birliğinden başka bir esir asker vardır. İbrahim odabaşısına kefil olur. Kefaletine karşılık Osman Ağa İbrahim'in dokuz altın olan fidye parasını da getirmeye söz verir.

Yolculuğu için gerekli belgeler kendisine verilerek para getirmek için evine gitmesine izin verilir. Süresi bir haftadır.

Dönemin anlayışı, esirlerin kendi başlarının çaresine bakmalarıdır. Devletlerin esirlerine sahip çıkması anlayışı henüz gündemde değildir. Yaklaşık yüz yıl sonra esirler barış anlaşmalarının konusu olmaya başlamışlardır. Yaş Anlaşmasında (1792) Osmanlı ve Rusya esirlerin karşılıklı olarak serbest bırakılmasını anlaşma metnine koymuşlardır. Anlaşmalara konulsa da tarih boyunca esirler hiç insan muamelesi görmemiş ve istisnalar dışında evlerine dönememişlerdir.

Konumuza dönersek, başka bir asker kendisine kefil olsa da bu kefaletin pratikte bir karşılılğı yoktur.

Fischer'in davranışı iki türlü yorumlanabilir.

Osman Ağa'nın sözünde duracağına güvenmiş olması güçlü olasılıktır. Bu olasılık, Osmanlı insanının düşmanları nezdinde bile "sözüne güvenilir" olduğunu göstermektedir. Osman Ağa bu güveni boşa çıkarmayacaktır.

Bu noktadan baktığımızda Osmanlı toplumunun nasıl bir kültüre sahip olduğunu görmekteyiz. Devletleri devlet yapan ve yaşatan kültürleridir. Kültürün temeli bireylerdir. Dürüst insan her şeyin  mayasıdır. "Dürüstlük"; insan olmanın, medeniyetin, gelişmenin, insanca yaşamanın olmazsa olmaz ön şartıdır. Osmanlı Devleti, tarihteki bütün büyük devletler gibi "faziletli insan" temeli üzerinde yükselmiş, insan yapısı bozulunca da gerilemiş ve yıkılmıştır.

İkinci olasılık, Fischer'in "bu adam gitsin başımdan, gelse de olur gelmese de" diye düşünmüş olmasıdır. Bu olasılığın pek güçlü olmadığını daha sonra gelişecek olaylar bize gösterecektir.

*Eve dönüş ve fidye tedariki.

Osman Ağa sağ-salim evine ulaşır. Akrabaları ve komşularıyla hasret giderir. Başından geçenleri anlatır. Akrabaları verilen sözün tutulması gerektiğinde hemfikirdirler.

Fidye parası kısa sürede toplanır. Osman Ağa paranın dışında bazı kıymetli hediyeler de alır.

Bir insanın fidye parasını götürmek için kendiliğinden yeniden düşman topraklarına gitmesi ve herkesin bunu olağan karşılaması toplumun dürüstlük anlayışının göstergesidir.

Aynı dürüstlüğü karşı taraf da gösterecek mi acaba?

*Fidye ödeniyor.

Osman Ağa fidyesini ödemek için geri döner. Alacak olan Fischer birliğiyle birlikte başka bir bölgeye gitmiştir. Aramaya başlar.

Yolda "Macarlar" tarafından soyulur. Fidye parası çalınır. Canını zor kurtarır.

Sonunda Fischer'i bulur ve tercüman aracılığıyla başından geçenleri anlatır. Soyguncuları bulup altınları geri alırlar.

Osman Ağa fidyesini ödediği için haklı olarak serbest kalmayı beklemektedir. Fischer, bölgedeki genel kargaşadan söz ederek biraz beklemesini ister.

*Tutulmayan söz.

Bu bir yalan ve oyalamacıdır. Dürüstlüğün karşılığını bulmaması insanlık adına bir utançtır.

Serbest bırakılmayacağını anlayınca kaçma girişiminde bulunursa da yakalanır. Papazların yönettiği bir Hırvat kalesine kapatılır. Gündüzleri çalışır, geceleri zindana kapatılır.

Dile kolay, altı ay zindanda kalır. Geceleri diğer esirlerle birlikte ayaklarından, ellerinden ve boynundan zincire vurulur. Günlük yiyecek yüz dirhem kepek ekmeği ve bir tas acı sudur.

Daha kötüsü yoldadır. Zindana Venedikli esir tüccarları gelir. Sahibi olan adam, fidye parasını aldığı esirini, para karşılığında tüccarlara satmıştır. Gemilere teslim edilecek ve hayatının kalanını kürek mahkumu olarak geçirecektir.

Devir teslim sırasında sesini yükseltir. Artık Hırvatça konuşmaktadır. Fidyesini ödemiş bir esirin tüccarlara satılmasının haksızlık olduğunu söyler.

Papazlar kendisine arka çıkar. Sorumlu subay etkilenir. Tüccarlara esiri vermez ve yanına alır. 

*Ölüm yolculuğu.

Zindandan kendisini kurtaran subay hasta Hırvat askerlerinin nakliyle görevlidir. Osman Ağa da onlarla birlikte kuzeye doğru yollara düşer. Ev her gün biraz daha uzakta kalmaktadır.

Mevsim kıştır. Hastalanır. Kendinde değildir. Ölsün diye çöplüğe atarlar. 

Tahminine göre on gün çöplükte baygın yatar. Öldü sanılarak üzerine gübre ve çöp atılır. Gübrenin sıcaklığı yaşamasını sağlar.

Kendine geldiğinde gelen geçen kadınlara yalvararak ekmek ve su bulup güçlükle yaşama geri döner. Görevli subay ölmediğini görünce kızar ama yapılacak bir şey yoktur.  Aç, susuz, neredeyse çıplak, kafileyle beraber yeniden yollara düşer. Kışta kıyamette yolculuk sürer.

*"İnsan taştan ağaçtan sağlamdır."

Osman Ağa bu sözü "meşhur bir ata sözü" olarak dillendirir. Ben daha önce duymamıştım. Osman Ağa'nın dayanma gücünü çok güzel tanımlıyor.

*Yeniden Fischer'le.

Konakladıkları bir kalede Fischer aniden ortaya çıkar. Esirini Venedikli esir tüccarlarına vermediği için görevli subaya çok kızar. Düello ederler. Yaralanır. Osman Ağa Fischer'e geri verilir ve adamın yarasını tedavi etmeye başlar.

İyileşince birlikte Viyana'ya doğru yola çıkarlar. Serbest bırakılmayacağını anlar. Din değiştirmeye bile zorlanacağından endişe etmeye başlar.

Yeniden kaçmaya teşebbüs eder. Dolandırıcıların eline düşer. Yakalanır. Fischer esirini bir generale hibe eder. Yeni bir yaşam başlar.

*Viyana'da yeni yaşam.

Viyana'da Generalin yanında nispeten rahat bir hizmetçilik yaşamı başlar. Evine geri gönderilmesi için yaptığı her talep şartlarının biraz daha iyileştirilmesiyle sonuçlanır. Niyeti bu değildir ama olan budur.

Yeni sahipleri kendisinden çok hoşnuttur. Dinini değiştirmesi halinde kendisine güzel işler vadedilir. Yanaşmaz.

Viyana'da şekercilik ve dondurmacılık öğrenir. Dillerini yabancı olduğu anlaşılamayacak şekilde iyi konuşmaya başlar. 

Kaçma düşüncesini hep aklında tutar.

Beklediği fırsat gelir.

*Kurtuluşa doğru.

Karlofça Anlaşması imzalanmıştır. Viyana'daki ve çevredeki tüm müslüman esirler geri dönüş için yollara düşerler. Osman Ağa'nın sahibi izin vermez.

Kaçmaktan başka çare yoktur. Tek yol kılık değiştirerek Avusturyalı gibi görünerek yollara düşüp gidebileceği yere kadar gitmek olarak görünür.

Yanında çalıştığı Generalin kethüdasının bir açığını yakalayarak yol için gerekli sahte resmi belgeleri kendisinden elde eder.

Bir arkadaşıyla birlikte uzun ve macera dolu bir yolculuktan sonra sınıra yakın Varadin kalesine kadar gelir. Burada General Nehem adlı kale komutanı durumdan şüphelenir. Belgelerinin gerçekliğini sorgulamak için Viyana'ya yazar. Cevabı beklerken sınırın iki yakası arasında esir kaçırarak geçinen Sırp çeteleri marifetiyle sınırı geçer.

Esaret biter.

*Evde yeni yaşam.

Evine kavuşur. Haberler iyi değildir. Büyük kardeşi vefat etmiş, küçük kardeşi şehit olmuştur.

Yeniden devlet hizmetine girer. Tercüman olarak uzun yıllar çalışır. 

Varadin kalesine Osmanlı elçisi olarak görüşmelere gider. Burada esir elinden son anda kurtulduğu General Nehem ile görüşür. General kendisini hatırlar. saygıyla yaklaşır. İltifat eder. 

Temeşvar'daki güzel günler uzun sürmez. Bölge elimizden çıkar. Osman Ağa malını mülkünü bırakıp Belgrad'a göçer. Gözleri görmez olur.

Acılar bitmez. Belgrad kuşatılır. Yakınlarda patlayan bir bomba ailesinin çoğunu şehit eder. İstanbul'a göçer. Kıt kanaat bir yaşam başlar.

*Son söz.

Bireylerin yaşamı yaşadıkları çağdan ve çağın olaylarından soyutlanamaz. Doğup büyüdüğünüz toprak başkalarının olursa hayatınız asla eskisi gibi olamaz. Viyana'yla başlayarak 1922 yılına kadar süren dönem savaşları ve göçleriyle yaşamımıza damga vurmuştur. İzleri hala sürmektedir.

Sayısız acılar yaşanmıştır. Osman Ağa'nınki bunlardan biridir.

Osman Ağa, sözünün eri, inançlı, dayanıklı, mücadeleci bir insandır. Aynı zamanda gerektiğinde uzlaşmacı ve gelişmeye açık bir insandır. 

Yabancı dilleri öğrenmesi ve şekercilik, dondurmacılık gibi işleri öğrenmesi açık fikirliliğinin ve yeteneğinin göstergesidir. 

Her girdiği çevrede dürüstlüğü ve düzgünlüğüyle saygı uyandırmıştır.

Yaşam şartları ne olursa olsun "memleket" özlemini hiç kaybetmemiştir.

Anılarını paylaştığı için kendisine teşekkür borçluyuz.

Ruhu şad olsun.

 

1. Temeşvarlı Osman Ağa. BİR OSMANLI ASKERİNİN SIRA DIŞI ANILARI 1688-1700

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..