- Kategori
- Çocuklar ve ilkler
2,5 yaş sendromu mağdurları

Çocuklarda 2, 5 yaş sendromu olduğunu bilir miydiniz? Ben bilmezdim başıma gelince anladım. Benim bildiğim insan yaşamına ilişkin iki sendrom dönemi vardır. Birincisi “Ergenlik dönemi sendromu”dur, diğeri de “35 yaş sendromu”. Biz, "çocuğumuzla çatışma dönemi yaşamak için daha önümüzde oldukça uzun bir süre var" diye düşünürken, oğlumla bugünlerde tam bir kimlik çatışmasının içine girmiş bulunuyoruz.
Bizim tercihlerimize ve isteklerimize ”hayır” demesinin, yalnızca onun istemediği şeyleri teklif etmemizden kaynaklanmadığını anlamış bulunuyorum. Zaman zaman onun tercih ettiği şeyleri teklif ettiğimde de “hayır” yanıtını almakta gecikmiyorum.
Bu sendromun yaş aralığı farklı kaynaklara göre değişkenlik gösteriyor. “2 yaş sendromu” diyenlerde var, “2, 5 yaş sendromu” diyenlerde. Benim oğlumun yaşadığını daha çok “2 yaş sendromu” olarak isimlendirmek mümkün ama, daha sık kullanılan isimin “2, 5 yaş sendromu olduğunu da söylemem lazım.
Bu dönemin İngilizce ismi ise “Terrible Two” (Felaket 2). Zannedersem ilk felaket dönemi bebeğin ikinci ayı ile altıncı ayı arasında yoğun yaşanan gaz sancıları ve uyku alışkanlığının oluşmaması halinde yaşanan kâbus gecelerine denk geliyordur.
İkinci felaket dönem ise, iki yaşından itibaren başlıyor ve yaşamınızın her anında minik bir şahsiyetle iktidar mücadelesine girişiyorsunuz. Karar yetkinizin elinden alınması, önceleri sizin çocuk sevgisi ve onu mutlu etme arzusu ile isteklerini yerine getirdiğiniz zannıyla başlıyor. Siz hala yetkinin sizde olduğunu zannediyor, yalnızca tercihlerinizi çocuğunuzun istekleri yönünde kullandığınızı düşünüyorsunuz. Ama ciddi konu ile karşılaşıp, hani bir çocuk aklı ile değil de, bir erişkin bilinci ile karar verilmesi gereken bir konuya denk geldiğinizde, artık karar vermeye muktedir bir birey olmadığınızı fark ediyorsunuz.
Henüz çocuğu olmayan veya bu yaş çocuk yetiştirme süreçlerini çoktan aşmış kişiler, olayı abarttığımı düşünebilir ve “yahu iki karış boyu olan bir velede de söz geçirilmez mi?” diyor olabilirsiniz. Ama hiç bir erişkinin, bir çocuk kadar inatçı ve isteğinin yerine gelmesini sağlayacak kadar çıldıracağını zannetmiyorum. İstediği bir şey olmadığı zaman kendini çılgınca yerlere atan, ağlama krizlerine tutulan, sözü yerine gelene kadar talebini tekrarlamaktan bıkmayan organizma ancak “akıl”la henüz yeni tanışma evresinde olan bir canlı olabilir.
Son tahlilde, karşınızdaki iletişim kurabileceğiniz bir kişi olduğunda, onu ikna etmeye çalışır veya uzlaşmaya yönelirsiniz. İsteği kabul edilmese bile göstereceği tepki, ne kendisine ne de başkasına zarar verecek düzeyde olacaktır. En fazla, küser, kızar, bağırır çağırır, ortamı terk eder. İşte 2 yaşında bir çocukla bu kalıplar çerçevesinde iletişim kuramıyorsunuz.
Çocukla iletişim açısından altın kurallardan birisi, onunla konuşurken kendinizi onun boyuna ayarlamanız ve mümkünse gözgöze gelmenizdir. Ama bu önerinin eksik kaldığını itiraf etmem gerekiyor. Zihinsel basamaklardaki konumuzda da benzer bir düzey eşitliği yaratmanız gerekiyor. Mesela o çılgınlık yaparken sizde benzer bir tepki verdiğinizde, bir nebze de olsa ortak bir dil yakalama fırsatı kazanmış oluyorsunuz.
Ancak bu bile ancak kriz anlarında mümkün olabiliyor. Örneğin elindeki bir şeyi atmamasını veya dökmemesini söylemeniz, genellikle itaatsiz olma cesaretini göstermek isteyeceği bir sahnenin giriş şifreleri oluyor onun için.
Bu sendromu yaşayan çocuklarla iletişimde iki ana kuralı bilmeniz gerekiyor;
Birincisi ona bir şeyi yapmamasını söylemeyin, çünkü kesinlikle yapıyor. İkincisi ile uyarınıza karşın yapıyorsa sert bir tepki göstermeyin, çünkü bu onun daha da sertleşmesine ve krize girmesine vesile oluyor.
Elbette bunlar yapılamayacak olanları belirleyen kurallar, yapılması gereken kurallar için söylenebilecek tek bir kural var; sabır. Bu hammaddenin de her bireyde eşit düzeyde var olduğunu ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Örneğin ben de, oldukça sınırlı bir kaynak, kısa sürede tükeniyor. Bu sebeple olsa gerek hafta içleri oğlumla iletişimim daha olumlu ilerliyor. Onunla beraber geçirdiğim vakitler sabahları on beş dakika süresince ve akşamları da, iş bitiminden uyku saatine kadar olan bölüm. Bu sürede başka işlerimin olup olmasına göre farklılık gösteriyor. Benim iş zamanım dolayısı ile ikimizin de birbirini özlemiş olması ilişkinin belirli bir dönem ılımlı yürümesine yol açıyor. Ama dakikalar geçip de, ikimizin de yüzü birbirine karşı eskimeye başladığında, ilişki ısınmaya ve karşılıklı elektriklenmelerin yaşanmasına, zaman zaman kıvılcımların oluşmasına ve en nihayetinde de şimşeklerin çakmasına kadar ilerliyor. Hafta sonları ise bu şimşek çakma seansları oldukça sık aralıklarla tekrarlanıyor.
Gece uyku zamanı geldiğinde oğlumda, bende, müthiş bir kimlik meydan muharebesinden çıkmanın yorgunluğunu, stresini ve gerginliğini üzerimizde hissediyoruz. Daha doğrusu onunda, gözlerini kapattıktan hemen sonra derin bir uykuya dalması ve sabaha kadar rahat bir uyku çekmesinden, bendeki etkinin aynısının onda da var olduğunu anlayabiliyorum.