- Kategori
- Öykü
87 Oğuz
87 OĞUZ
Yazarları: Rakım Çalapala, Nimet Çalapala
Nezahat Hanım, kapı sesi gibi bir sesle uyandı. “Kim olmalı bu saatte?” diye kapıya koştu. Kapıda kimse yoktu. Ses devam ediyordu. Oğuz’un odasından geliyordu. Oğuz, annesinin kaldırmasıyla hızla kalktı ve hazırlanmaya başladı. O gün yaz tatili bitmiş, okul açılıyordu. Oğuz, eskisi gibi kıyafetlerini giyerek, hızla okula gitti.
Öğretmenleri Nezahat Hanım, o yıl tatilde herkesin ne yaptığını sordu. Kimisi ağabeyinin yanına gitmiş, kimisi saçlarını kestirmiş, kimisi de sokakta oyun oynayarak defter, kitap, defter açmadan yaz tatilini geçirmişti.
Oğuz, 4. sınıf olmuştu. 87, Oğuz’un okul numarası idi. Bu nedenle sınıfta, 87 Oğuz, diye anılırdı. Oğuz, sınıfı en yaramaz çocuğu idi. Yaramazlıklardan birini, sınıftaki sakat bir çocuk olan Fatin ile yaptı. Fatin, en yakın arkadaşı idi.
Oğuz bu yıl daha farklı olmaya karar vermişti. Tertemiz defterler tutmaya, kitaplar almaya kararlıydı. Ders çalışacaktı. Üç gün sonra, ailesine okul kitaplarını aldırmak istedi. Bunun için ağladı, ama ağlaması etkili olmadı. Ailesi, kitap almadı.
Bunun üzerine Oğuz, sözünü unuttu ve geçen yılkı Oğuz oldu. Eskiden olduğu gibi, arkadaşlarına eziyet eden, zarar veren bir kişiydi artık. Oysa Oğuz, akıllı ve mantıklı bir çocuktu. Öğretmenleri Nezihe Hanım, çok anlayışlıydı. Onun da çalışmasını istiyordu.
Okul açılalı onbeş gün geçmişti. Okula, zengin bir ailenin şık giyimli narin yetişmiş bir çocuğu olan 351 Selim geldi. Selim’in annesi Nezihe Hanım’a, “Selim’i yaramaz çocukların yanına vermeyin, ” diye çok rica etti. Nezihe Hanım ise, “Siz merak etmeyin. Bu dikkati sadece sizin çocuğunuza değil, memleketimizin bütün çocuklarına veriyoruz. Kendisini sınıfta, 48 tane candan arkadaşın beklediğini, Selim de görecek. İçlerinden pek çoğu fakirdir. Belki de biraz yaramazdır. Fakat en yaramazı, en fakiri bile tam bir çocuktur. Çocuk deyince benim aklıma dünyanın en güzel, en iyi mahlukları gelir, ” dedi.
351 Selim, Nezihe Hanım ile sınıfa girdi. Sınıftaki çocuklar, “Bu bakımlı çocuk kim?” diye merak ettiler. Oğuz ise, dayanamadı ve “Hocam bu kardeşiniz mi?” diye sordu. Nezihe Hanım, “O da sizin gibi bu sınıfın bir çocuğu, ” dedi. Oğuz, “Hocam o çok süslü, ” dedi. Tüm sınıf, Selim’in etrafına toplanmışlardı. Onunla oyun oynamak istiyorlardı. Fakat içlerinde, Oğuz yoktu. Nezihe Hanım, ikinci derste Selim’e bir soru sordu. Selim bilemeyince cevabı, Oğuz verdi.
Öğle yemeğinde, bütün öğrencilerde zeytin, peynir, yumurta, helva gibi bu dört yiyecekten ancak birisi bulunuyordu. Oğuz’da zeytin vardı. Ancak Selim’in öğle yemeğini hazırlamak için bir hizmetçi geldi. Dört katlı sefertası ile gelmişti. Ancak, Selim yemiyor, hizmetçi kızı sürekli uğraştırıyordu.
Oğuz, top oynamak için Fatin’i arıyordu. Fatin kaçmış, Oğuz da onu yakalamıştı. Topu almaya çalışırlarken, top suya düştü. Su, Selim’in üzerini kirletti. Arkadaşları, Oğuz’u Nezihe Hanım’a şikayet ettiler. Oğuz ise, hiç itiraz etmeden, olayı olduğu gibi anlattı ve kendisinin yaptığını söyledi. Nezihe Hanım, “Aferin yavrum, bütün yaramazlıklarına rağmen, yalan söylemediğin için seni seviyorum.” Selim’e de, “Selim yavrum, arkadaşını bana şikayet etme. Bak, kabahatli olduğu halde, yalan söylemiyor, ” dedi ve açıklamalarda bulunduktan sonra, yerine oturdu.
351 Selim, Oğuz için çekilmez bir arkadaş olmuştu. Onunla hiçbir şey konuşmuyor, hiç oynamıyor ve kendisini şikayet ettiği için onu affetmiyordu.
Günler geçti ve Cumhuriyet Bayramı geldi. Nezihe Hanım, bir gün önceden öğrencileri, “Yarın temiz elbiselerinizi giyinerek gelin, ” diye tembihledi. Arkasından, “Sizi Taksim’e Cumhuriyet Abidesi’ne kadar götüreceğim, ” dedi. Sınıf süslenmiş ve Gazi’nin resmine güzel bir çelenk yapılmıştı. Tüm öğrenciler, tertemiz giyinip gelmişlerdi. Fakat Oğuz, o şekilde değildi. Bu durumu fark eden öğretmen, Oğuz’a niçin bu şekilde geldiğini sordu. Oğuz ise, sadece omuz silkmekle kaldı. Gazi’nin heykelinin önüne geldiklerinde, Oğuz bir şiir okudu. Herkes onu içten alkışladı.
Aralık ayı içinde bir gün İstanbul Müzesini gezmeye gittiler. Selim’in üzerinde, yünlü kıyafetler varken, Oğuz’da eski ve yırtık kıyafetler vardı. Daha sonra Sultan Ahmet’e, parasız bir tramvay bulamadıkları için yürüyerek gitmeye karar verdiler. Selim’in annesi buna itiraz etti. Öğretmen ise, “Onlar Anadolu çocuğudur. Bütün Türk Çocukları aynı soydandır. Hepsinin bacağında ve kalbinde kuvvet vardır. Dolaysıyla oraya kadar yürüyebilirler, ” cevabını verdi.
Günler geçtikçe, dersler zorlaşıyordu. Hiç üçüncü sınıfa benzemiyordu. Daha çok kafa yorması gerekiyordu. Ama bunlar, Oğuz’a zor gelmiyordu. Selim ise bu gidişle sınıfta kalacaktı. Fatin’le Oğuz, Selim ile oynamıyordu. Nezihe Hanım, “Selim ile zengin diye mi oynamıyorsunuz, yoksa fitneci diye mi?” diye sorduğunda, seslenmiyorladı. Selim, ürkek, zayıf bir çocuktu. Oğuz ise, düşünce kalkmakla korkmayan biriydi.
Sınıf müsameresi oldu. Oğuz, şiir ezberledi. Selim ise, Zeybek Dansı oynadı. Gelenler çoğaldı. Müsamere çok güzel geçti. Müsamerenin sonunda, genç bir muallim konuşma yaptı. Bu konuşmada şunlar yer alıyordu: “Sizinle tanışmak için çoğu kez mektup yazdım. Ama çok azınız geldi. Size çocuklarınızı şikayet etmek için çağırıyorum. Bu çocuklar hepimizin çocukları. Sizin olduğu kadar benim de. Onları iyi yetiştirmeliyiz. Çocuğun, eti senin, kemiği benim, anlayışından vazgeçmeliyiz. Onları sağlam, faydalı, yetiştirmeye mecburuz. Her gün sizleri bekleyeceğim. Okulda bir saat fazla kalacağım…”
Sınıf şarkısı söylendi. Şaşılacak bir şey, Oğuz ağlıyordu. Durum sonra anlaşıldı. Selim’in babası iflas sonucu, intihar etmişti. Oğuz da buna çok üzüldü. Artık Oğuz, Selim’e hep sahip çıkıyor ve onu koruması altına alıyordu. Oğuz değişiyordu. Selim ile top oynuyor, ders çalışıyor ve onu evlerine götürüyordu. Sanki büyümüş, sorululuk sahibi olmuştu.
Selim ise artık zengin değildi. Selim, Oğuz’dan birçok noktada etkilendi. Oğuz ile Selim çok iyi iki arkadaş olmuştu. Selim sınıfta kalmamıştı. Oğuz, sınıf birincisi oldu. Onlar için artık hayat çok güzeldi.
Cansu Tokat