Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '07

 
Kategori
Sinema
 

A' dan z' ye Angela

A' dan z' ye Angela
 

Uzun zamandır filmlerde göremediğim bir içtenliği, masal ile gerçeği, Angela filminde yakaladım.

Filmi geçen yaz Fethiye'de sakin bir yaz akşamı, küçük bir sinemanın rahat koltuklarında, yalnız başıma izlediğimde başka biri olarak kalkmıştım. Bazı filmler ve kitaplar öyledir çünkü, sizi daha iyi, daha güzel bir insan olmak için adım attırırlar...

"Angel-A", son yıllarda yapımcılığa ağırlık veren Luc Besson'un 1999 yapımı "Jeanne D'Arc"dan ("The Messenger: The Story of Joan of Arc") bu yana yönetmen koltuğuna oturduğu ilk film. Bunun da ötesinde, verdiği röportajlarda sıkça kariyerinde 10'dan fazla film yönetmeyeceğini söyleyen Besson, "Angel-A"yla onuncu kez yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Luc Besson'un bu filmden sonra Amerikan ortaklı animasyon "Arthur and the Minimoys"a imza attığını düşününce, bu sözünü tutmayacağının ilk umudu olarak görebiliriz. Bana kalırsa Angela'dan başlayarak ona kadar saysın saysın!

Çünkü, Besson "Angel-A"yı da kariyerindeki ilk filmler "L'avant dernier" (1981) ve "Le dernier comba" (1983) gibi siyah-beyaz çekmeyi seçmiş ve bence kariyerindeki en iyi filmine imza atmış...

Yine kişisel ama bu sefer masalına hepimizi ortak eden bir film var karşımızda.

Biz de Besson'la yapılmış, filmin taşıdığı kişselliğe uyan bir söyleşiyi sizlerle paylaşalım istedik. Aşağıdaki bölümde ünlü yönetmen "Angel-A"yla ilgili A'dan Z'ye her bir harfin kendisine çağrıştırdığı ilk sözcük üzerine yorumlarda bulunuyor, a adeta kendi kendisiyle söyleşiyor...

Luc Besson'la A'dan Z'ye...

A is for Actors (A, Aktörler için)

Yönetmenlikten hiç bu kadar uzak kalmamıştım.Bu olay tekrar yapmak istemeyebileceğiniz çok fazla zaman isteyen göreve karşı sorumluluk, enerji ve ter dökmedir Bana göre yönetmenlik tek kişilik bir sandalla dünya çevresinde yapılan bir yarış gibidir. Her ne kadar unutulmaz anılarınız olsa da karaya bir kere ayak bastıktan sonra tekrar denize açılmayı hemen düşünmezsiniz. Diğer taraftan sete vardığım zaman, aktörlerle tekrar beraber olmak çok büyük bir mutluluk. "Angel-A"da, Jamel ve Rie ile birlikte geçirdiğimiz altı haftalık prova süresi çok heyecan vericiydi. Metnin onlarda şekillendiğini görmek, neşenin kabardığına şahitlik etmek, ilk gülümsemeler, gerçekten çok hayranlık vericiydi. Bu bana bir bebeğin gelişimini hatırlatıyor, önce etrafındaki dünyayı tanımaya çalışan daha sonra ise onunla karşılıklı etkileşen bir bebeği. Film çekerken aldığınız zevk ona çok benziyor, bir şeyin doğduğunu görüyorsunuz.

B is for Besson (B, Besson İçin)

Ben bu filmi on yıl önce yazmaya başladım. Hikâyenin iskeletini geliştirdim ama kelimeleri karakterlerin ağzına koymayı başaramadım, belki de o zaman çok gençtim. Bunun üstesinden gelmeye çalıştım, ama kelime bilgim yetersiz kaldı. Bu yüzden yazdığım 15 sayfayı tekrar kaza eseri biraraya gelene kadar bir kenara bıraktım. Yıllar sonra tekrar okuduğum zaman, çok çağdaş buldum ve acaba devam edebilir miyim diye düşünerek tekrar çalışmaya başladım. Senaryo iki hafta sonra hazırdı. Sanırım bu filmi on yıl iki haftada yazdığımı söyleyebilirsiniz.

C is for Cascades (of action and words) (C, çağlayan hareket ve kelimler için)

Fimlde hiç gösteri yok ya da şöyle söyleyeyim: Daha önce yapmış olduğum hareketli ve hüner isteyen filmlere göre çok ufak bir gösteri var. Bu da gerçekten gösteri gibi gelmiyor bana. Diğer taraftan, konuşmaların gerçek bir çağlaması var. Bu, çok konuşkan, iki yıldızın tavuklar gibi gevezelik ettiği bir film.

D is for Design (D, Tasarım İçin)

Hayatımda ilk defa, çünkü ben her zaman beni çok iyi tanıması gereken aynı iki yapım tasarımcısı ile çalışırım, yapım tasarımcısına filmin yapısını herhangi bir metin olmadan aktardım; bu yüzden onun film ne olduğu hakkında herhangi bir fikri yoktu. Eğer filmin hikâyesini biliyor olsaydı değişik fikirlerle gelmeyeceğine inanmıştım, sonuçta tam da benim dediğim gibi oldu. Eğer senaryoyu okusaydı, onun yarattığı ve filmi çok ileriye taşıyan sahnelere hiç birimiz hayal edemeyecektik. Aynı tekniği ekibin diğer elemanlarına da uyguladım; film onlara komik bir opera gibi geliyordu. Filmi sahne sırasıyla çektiğimiz için, çektikçe ne hakkında olduğunu keşfettiler. Onların asıl bilmesi gereken çekimin en son gününün nasıl olacağıydı.

E is for Elegy (E, Ağıt İçin)

Filmin hiçbir şeye saygısı yoktu, en azından kasıtlı bir şey değildi bu. Paris'in ilgilendiği kadarıyla, bu ağıttan çok bir aşk bildirgesiydi. Son zamanlarda filmlerde benim için dünyanın en güzel şehri olan Paris'in güzelliğinin Fransız sineması tarafından atlandığını gördüm.

F is for Faithful (F, Sadakat İçin)

Ben ekibime inkâr edilemez bir şekilde bağlıyımdır. Ama çalışırken, bağlılık körlükle karıştırılmamalıdır. Ben her zaman teknisyenlerime arkadaşça yaklaşırım ama onları arkadaşlarım arasından seçmem. Hep aynı ekiple çalışmayı tercih ederim, çünkü onlar çektiğim filmlerin aralarında kendilerini geliştirecek kadar akıllıdırlar. Yaratıcı sorumluluğu göz önüne alınca onlar her projede sadece dikilip durmazlar. Ben her zaman onların gelişmeye açık olmalarını isterim. Ben onları kullanmak değil, bilgilerini paylaşmak isterim.

G is for Gilbert Melki (G, Gilbert Melki İçin)

Gilbert uzun süredir gözümü üstünden ayırmadığım bir aktör ve bu rol ona bir eldiven gibi uydu. Frank rolünü oynamasını istediğim ilk insandı ve kabul etmesi beni çok memnun etti. Ona da okuması için senaryoyu vermedim çünkü onun canlandıracağı karakter Jamel Debbouze tarafından canlandırılacak olan Andre karekterini beraber oynadıkları her sahnede Gilbert'in Andre'nin yapısındaki her değişikliği nasıl karşılayacağını merak ettim. Sanırım senaryoyu okumaması oynayacağı karakteri anlaması açısından ona çok faydalı oldu. Rolü için açlık hissediyordu ve sonuç beni haklı çıkardı.

Linki Görmek İçin 1 veya daha yüksek sayıda mesajınız olmalıdır. Sizin şu anki mesaj sayınız: 0.

H is for Her (H Onun İçin)

Rie tam bir bilinmeyen olduğu için, onun kimseye bir şey ifade etmeyen ismini serbest bırakmamak için bir neden göremedim. Ama insanlar bildiklerinden daha fazla bilmedikleri ile ilgileniyorlar. İnternette bazı dedikodular gördüğüm zaman, herhangi bir stratejik karar almadan önce, şüphelenmeye başladım.

I is for Images (I Görüntüler İçin)

On yıl önce ilk filmimi görüntülediğim zaman, görüntüler siyah-beyazdı. Onlar genellikle Paris'in köprülerinin görüntüleriydi. Çoğunlukla Paris'in değişik yerlerinden çekilmiş ve Sen nehrinin üzerindeki köprüleri seri olarak görebileceğiz görüntülerdi.

J is for Jamel (J Jamel İçin)

Jamel'i ilk olarak Fransız TV kanalı olan Canal +'te, "Titanic" ile ilgili komik bir eleştiri yaparken gördüm. O bana Zebedee'yi hatırlattı; cazibeli ve aynı zamanda hayatın üzerinde iz bıraktığı bir karakter. O andan sonra birkaç defa karşılaştık ama çok yakın olmadık birbirimize. Daha sonra onun atılım yapmak için hazır olduğunu, bir başrole ve uçlardaki bir karakteri canlandırmaya hazır olduğunu anladım. Bir yönetmen olarak bu heyecan verici bir meydan okumaydı. Kendinizi bir ölçüde bir kaşif gibi hissediyorsunuz o zaman.

K is for Kubrick (K Kubrick İçin)

Eski konulara girmekten zevk almıyorum, belki de her zaman yenilikler peşinde koşan Stanley Kubrick ve Milos Forman'a olan hayranlığımdan dolayı. Onlar gibi ben de bu konuda gelen zorlama ve baskılara karşın kendimi bir Luc Besson filmi yapmak için zorladım, yeni bir "Nikita" ya da "Leon" yönetmek için değil. Bütün bunların yanı sıra Kubrick hakkında en fazla hayranlık duyduğum şey onun görsel sitili ile anlattığı hikâye arasındaki uyum olmuştur. Onun görsel dili her zaman anlattığı konu ile matematiksel olarak uyum sağlıyordu. Aynı şekilde, Orson Welles kendi fikirleriyle geldiği zaman, gölgelerle yaptığı sahneler ve oyunlar her zaman konuya uyum sağlıyordu. Bu olay bana her zaman yaptığım çekimlerin anlattığım hikâye ile uyumlu olması konusunda cesaret verdi.

L is for Light (L, Işık İçin)

Işık Paris'in hemen hemen boşaldığı Temmuz ve Ağustos'ta çekim yaptığımız sürece her zaman gerekliydi, olağan dışı ve sakin bir programa göre sabahları saat 5-10 arası ve geceleri yapıyorduk bu çekimleri. Önce filmin her karesini özel işlenmiş bir film ile siyah beyaz olarak çekiyorduk, renkler kesinlikle felaket bir şekilde görünüyordu. Hiç kimse asla bu filmi renklerdirmeyi istemezdi.

M is for Montage (M, Montaj İçin)

Bir sürü provadan ve tekrardan sonra, pek çok alternatif arasından kayıt edilecek olanı seçmek gerçekten de büyük bir zevk veriyordu. Bunun anlamı, her karakter konuşurken yaptığımız çekimleri kullanmam gerekmiyordu. Filmde Jamel ve Rie'nin gerçekten oynadığı ve aynı karede olduğu birçok sahne var. Bu ancak çekimden önce çok fazla prova yaparsanız ve oyuncular tam olarak sahneye odaklanmışsa mümkün olur, bu da işin özü zaten.
Deneyimlerle sabittir ki filmi bastığınız zaman yerde çok az film kalırsa, bu filmi çektiğiniz gibi basıyorsunuz anlamına gelir. Genellikle sette neyi saklayacağımı ve neyi kaybedeceğimi bilirim. İlk filmlerimde, film kayıt odasına girdiğimde, homurdanarak bazı çekimleri yapmadığımı ve gidip o sahneleri tekrar çekmem gerektiğini düşünürdüm. Bu sadece geçmişte olan bir şey değil, ama bu şekilde filmin basılması çok daha hızlı oluyor.

N is for Black 'N' White (N, Siyah & Beyaz İçin)

Eleştirmenler benim ilk ve son filmimi bilinçli olarak siyah beyaz yaptığımı söyleyeceklerdir, ama bu kesinlikle doğru değil. Filmde dört ana karakter var, Angela, Andre, Paris ve siyah beyaz. Bunların hepsi bir şiirin değişik ifadeleridir ve eğer bunlardan birisini çıkarırsanız filmin şiirsel yapısının bir kısmını almış olursunuz.

O is for Original (Score) (O, Orijinal Beste İçin)

Ben Anja Garbarek'i gazetedeki küçük bir fotografından keşfettim. 70'li ve 80'li yıllarda Keith Jarret ile çalan saksafonist Jan Garbarek'i tanıyordum. Stanley Clark ve Miles Davis'in çevresinde büyüdüğünü öğrendiğim zaman onun kızının çaldığı müziği dinlemeyi çok istiyordum. Dışarı çıkıp onun ilk iki albümünü satın aldım, çok mükemmeldiler. Eşsiz bir caz mirasını ortaya çıkarıyorlardı ve Björk'ü temsil eden hatta ondan daha yumuşak ve şairane bir ses ortaya çıkıyordu. Bu, tam olarak benim eskiden yazdığım senaryo sayfalarını yeniden bulduğum zamana denk geldi. Ben filmin devamını o iki albümü dinleyerek yazdım. İlk baştan itibaren müzik hikâyeye tam olarak uyum gösterdi ve sonrasında birbirlerini tamamlamaya devam ettiler. Aynı zamanda hep birlikte çalışmış olduğum besteci Eric Serra Artur ve Minimoys üzerinde çalışıyordu. Onun iki film için aynı zamanda beste yapması zor olurdu; bu yüzden ona bu film için bağlı kalmamın gereği kalmadı. Jean Reno ve Eric Serra ben olmadan pek çok film yaptıklarına göre, "neden ben de hayatımda ilk defa onlar olmadan bir film yapmayayım?" diye düşündüm. Bu sebeble Anja Garbarek, Angel-A nın orijinal müziklerini besteledi, bunlardan bazıları eski albümlerinden yeniden aranje ederek kullandığı ezgileri de taşıyordu.

P is for Paris (P, Paris İçin)

Ben her zaman Paris'e hayranlık duydum ama Olimpiyat oyunları için aday olması beni şehre daha değişik bir gözle bakmaya zorladı ve bu da bana çok değişik bir ilham verdi. Bu, eski metresle tekrar karşılaşmak gibi bir şey oldu. Önceki filmlerim üzerinde çalışırken, onun etekleri altında çok çalışmıştım, Paris'in altında. Şimdi ben büyüdüğüm ve onunla aynı boyda olduğum için beraber vals yapabilirdik.

Q is for Quality nº 1 (Q, I. Sınıf Kalite İçin)

Bu tarzda bir film için gerekli olan kalite disiplin ve dürüstlüktür. Farketmeden kendinize yalan söyleyebilirsiniz. Buna dikkat etmeli, söyledikleriniz ve onları nasıl söylediğiniz konusunda kendinize karşı dürüst olmalısınız.

R is for Rie Rasmussen (R, Rie Rasmussen İçin)

Aynı zamanda 'R' için, Rie'ye ithafen 'rare' ('az bulunan') da diyebiliriz, ben gerçekten de nadiren rastlanan bir inci buldum. Onun gibi bir kadınla hiç karşılaşmamıştım, her şeyi seven, her şeyi merak eden ve çok yetenekli biri. Resim yapıyor, çiziyor, fotoğraf çekiyor ve yönetiyor. Nereye giderse gitsin, etrafına mutluluk ve gülümseme dağıtıyor. Onun hevesi benim en büyük desteğimdi ve bana tekrar film çekme hevesi verdi.

S is for Success (S Başarı İçin)

Bir filmin başarısı onun kişiselliğini ve durulunu nasıl da içten içe kemiriyor. "Derinlik Sarhoşluğu" filmini 10 milyondan fazla insan seyrettikten sonra, bu filmin kişisel bir film olduğu değil de anaakım (mainstream) bir film olduğu söylendi. Aslında daha kişisel bir film düşünülemez bile, ama ben o filmi 16 yaşında iken yazdım ve o zamanlar çok az insan oksijen tüpü olmadan dalmayı ya da yunuslarla insanların bu ölçüde iletişim kurabileceğini biliyordu. Ama kimse bu filmdeki kişinin karada mutlu olmadığını ve denizde doğmayı tercih ettiğini dikkate almamıştı.

T is for Thierry Arbogast (T Thierry Arbogast İçin)

Normal bir şüphe! Thierry hakkında hoşlandığım şeylerden birisi diğer yönetmenlerle yapmış olduğu çalışmalardır. Amerikalı, Rus, İngiliz ve Çinli film yapımcıları ile çok kereler çalıştı. Bunların sonucunda tekrar bir araya gelerek çalışmamız ikimiz için de büyük bir zevk oldu, buna sebep ise her seferinde ikimizin de paylaşabilecek yeni keşiflerimizin olmasıydı. Aynı zamanda birbirimizi çok iyi tanıdığımız için hiç zaman kaybetmiyorduk. Çok konuşmasak da anında birbirimizi anlıyorduk. Bu çok iyi bir arkadaşlık tarzı.. Özellikle aramızda bir film çekerken bencillikle ilgili bir problem olmaması çok iyi. Ben her şey le ilgilenmek zorundayım, bir ışığın yeriyle bile. Benim çalışma prensibimde bu benim filmim olduğu için her şey hakkında bir şeyler söyleme hakkına sahibim. Thierry bazılarının, özellikle reklam yıldızlarının aksine bunu kolaylıkla kabul eder. Thierry paylaşmayı çok sever.

U is for Ubiquity (U Her Yerde Hazır Bulunmak İçin)

Verilen her görev için, birisinin bu konuda benden daha iyi olduğunu hissedersem, ikinci defa düşünmem ve işi onlara veririm. Diğer taraftan eğer kendimin daha iyi olduğunu hissedersem işi kendim yaparım. Bu çok sağlıklı bir düşünce tarzı ve tuhaflıkla bir alâkası yok. Tamamen etkili olmakla ilgili bir şey. Bazı zamanlarda bir şeye başladıktan sonra başka birisinin bu konuda benden daha yetenekli olduğunu fark ederim, o zaman işi onların tamamlaması için bırakırım. Hedefimize ulaştıktan sonra, filmin en iyi şekilde tamamlanmasından sonra, kimin hangi şapkayı giydiğinin ne önemi var. Özellikle bir şapkayı çıkarıp diğerini koyduğun zaman: Yazar metini yazar, yönetmen hazırlar ve aktörlerle provalar yapar, yapımcı katkısını yapar. Bu filmde yapımcının yapacağı çok fazla bir şey yoktur, yönetmen onu dinlememiştir bile.

Linki Görmek İçin 1 veya daha yüksek sayıda mesajınız olmalıdır. Sizin şu anki mesaj sayınız: 0.

V is for Viewing (V Seyir İçin)

İşin bir noktasında, mesela geçişler ve ses gibi bazı teknik konular yüzünden, seyretmenin saf zevkinden koparsınız. Bir yarış sırasında arabanın motoruna çok fazla müdahale ederseniz, mükemmel ayarları yapmaya çalışırsanız, mutluluk ve duygulardan uzaklaşırsanız altınızda Ferrari bile olsa yarışı kaybettiğinizi fark edersiniz. Kaputu kapatırsanız olayı akışına bırakıp zevkle onun gidişini izlersiniz.

W is for Weekend (W Haftasonu İçin)

Bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyorum.

X is for X-rated (X, 'Sakıncalı' Sınıflandırması İçin)

Kesinlikle söylemek gerekirse filmde sevişme sahneleri yok. Seks veya çıplaklık hiçbir zaman benim ilgimi çekmedi. Bana göre eğer bir şey çok özelse, ki bu seyredilmemiş ve doğrudan denenmiş olmalıdır, bu yönetmen için de seyirci için de aynıdır. Diğer taraftan, her şey yataktan önce gelir düşüncesi bence çok doğrudur: bir aşk ilanı sonsuz yollardan yapılabilir. Romeo ve Juliet'in buluşmasından sıkılabilirsiniz ama dürüst olmak gerekirse onların aşk sahnesi ilgi çekmekten çok uzaktır. Eğer onu Betty Blue'daki Beineix gibi çekerseniz, kızın "birbirimizi gün ışığında ilk defa görüyoruz" dediği zaman bu aşk sahnesinden sonra filme hareket getirir. Bunun bir anlamı vardır ve hikâyeye bir şeyler katar.

Y is for "You have anything else to say?" (Y "Söyleyeceğin Başka Bir şey Var mı?" İçin)

Hayır, her şey filmin içinde zaten.

Z is for Zen (Z Zen İçin)

İlk filmimi yaptıktan sonra kimse bana başka bir film yaptırmayacak diye çok korkuyordum. İkinci filmimden sonra kimsenin bana üçüncü bir film yaptırmayacağından korkuyordum. Bu işte geçirdiğim 25 yıldan sonra şimdi kendi kendime eğer başka bir film yapamasam bile bu dünyanın sonu demek değildir diyebiliyorum. Kendimi para ve başarı konusunda daha az gergin hissediyorum. 80 film yaptıktan sonra, bir filmde sadece kalitenin kaldığına inanıyorum. Sonuçtan mutlu muyum? Elimden gelenin en iyisini yaptım mı? Beş yıl sonra filmden geriye ne kaldı? Önemli olan bunlar. Geri kalan şeyler hep unutulur, çekim sırasındaki küçük zorluklar. On yıl sonra ise çok fazla bir şey kalmaz.

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..