Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '11

 
Kategori
Kitap
 

Abdülmecit!

Abdülmecit!
 

Okumak… İnsanın ruhunu dinlendiren bir aktivite. İnsan kendisini daha bir güvende hissediyor okuduğunda. Okumak, ama ne olursa olsun okumak… Çizgi romanda olur, aşk romanı da olur, macera da olsa hani fark etmez. Okumak iyi geliyor bana. Rahatlatıyor… Akşamları kendi keyfime elime aldığım kitabı saatlerce elimden bırakamıyorum. Günün yorgunluğu o kitabın sayfalarında bir bir eriyip gidiyor. Şu aralar birkaç kitaba merak saldım. Bir ondan bir diğerinden derken, bir de bakmışım sonunu getirmem gereken kitap sayısının başucumda hayli kabarık hale gelmiş olduğunu gördüm. Şu aralar sık aralıklarla okuduğum Özgür Üniversite Kitaplığından Şaban İba’nın “Sevr’den Lozan’a Kürt Sorunu ve Kemalist Hareket” isimli kitabı. Ders niteliğinde anlatım hakim kitapta. Bildiklerimizin aksine, tabu kabul edilen birçok bilinen olguyu adeta ters yüz eden bir kitap hazırlamış Şaban İba. Halen okumaktayım bu kitabı. Ne zaman bitireceğimi bilemiyorum ama kitap o denli ilgi çekici geldi ki, çok da uzun olmayacak bu süre. Yine okuduğum kitaplardan bir diğeri ise Zülfü Livaneli’nin “Leyla” isimli kitabı. Uzun zamandan beridir ki eşimin kitapları arasında duran bu kitabı, öylesine alıp karıştırırken sayfalarını, bir de bakmışım kitap almış başını gidiyor. İstanbul’u yalın bir dille anlatmış Zülfü Liavenli kitabında. “Leyla” isminde yaşlı bir kadın kahraman… Boğazda, bir yalıda yaşıyor. Günümüzde kimsesi olmayan yaşlıların akli dengesinin yerinde olmadığına dair rapor alıp, mülkiyetlerindeki değerli mallara konan insanlar hayli çok. Hatta geçtiğimiz yıllarda bu işi örgütlü bir şekilde yürüten bir çete yakalanmıştı. Zülfü Livaneli “Leyla” isimli kitabında bu soruna parmak basmış. Güzel bir dil, sade bir anlatım ve tabii ki İstanbul’un o naif tasviri… Bir diğer okuduğum kitap ise Ahmet Altan’ın “En Uzun Gece” isimli kitabı. Sanırım Ahmet Altan’ı ve edebi dilini anlatmaya gerek yok. Üstad yazıyor… Hem de öyle bir yazıyor ki, okuyucuya o anları adeta yaşatıyor.

Henüz daha iki gün önce okumuş olduğum kitaplardan birisini bitirdim. Hıfzı Topuz’un “Abdülmecit” isimli kitabı… Hıfzı Topuz’un dilini beğenirim. Sade ve ağdasız bir dili vardır Hıfzı Topuz’un. Özellikle anıları bir hayli ilgimi çekiyor. Ayrıca biyografileri… Evet… Hıfzı Topuz’un iki yönünü seviyorum. Anıları ve biyografi anlatımları… “Abdülmecit” isimli biyografi kitabı da bunlardan birisi… Abdülmecit’i anlatmış üstad. Sade ve ağdasız bir dil kullanmış.

Abdülmecit Osmanlı İmparatorluğu’nun başına henüz daha 16 yaşındayken geçiyor. Babası II. Mahmut’un ani ölümü sonrasında 1 Temmuz 1839 tarihinde tahta çıkıyor Abdülmecit ve tahta çıkar çıkmaz ilk icraati, Mustafa Reşit Paşa’yı yurtdışından getirterek, “Tanzimat Fermanı’nı” hazırlatıp, yayınlatması oluyor. Abdülmecit Batı yanlısı bir padişah… Zira tahta çıkar çıkmaz ilk yaptığı iş olan Tanzimat Fermanı, batılılaşmaya dair en yalın girişimlerden birisi oluyor. Ve Tanzimat Fermanı’nın halk arasındaki tezahürü “Bir daha gâvura, gâvur denmeyecek” şeklindedir. Azınlık haklarına ilişkin Tanzimat Fermanı önemli bir takım yenilikler getiriyor Osmanlı’ya. Ayrıca giyimde ve kuşamda da bir dizi yeniliklerin ilk adımları Tanzimat Fermanı ile birlikte atılıyor. Her ne kadar Abdülmecit batı yanlısı ve yenilikçi bir padişah olsa da, saray içi alemlere kendisini bolca kaptırıyor ve imparatorluk ilk olarak onun zamanında batıdan borçlanma yoluna gidiyor.

Hıfzı Topuz kitabında, saray içi entrikalara, cariyeler arası ilişkilere, köleliğe, taht kavgalarına bolca yer vermiş. Cariyelerin saraya nasıl getirildiği, kimin, kimlerin birbirlerine cariyeler ikram ettiği, cariyeleri bir mal olarak niteleyip, birbirlerine nasıl hediye ettikleri bir anlamda yürek sızlatıyor olsa da adeta bir Osmanlı gerçeğini Hıfzı Topuz’un kaleminden süzülerek okuyorsunuz. Avrupa’da köleliğin kaldırılması yönünde mücadeleler verilirken, Osmanlı’da köleliğin kaldırılmasına yönelik mücadele Abdülmecit döneminde ancak başlıyor. Abdülmecit kendi döneminde şimdiki Nuruosmaniye olan semtte kurulan köle pazarını yıktırıyor ama kölelikle mücadelesinde muvaffak olamıyor. Zira köle ticareti İstanbul’un değişik semt ve mekânlarında el altında sürdürülmeye devam ediyor.

Abdülmecit Osmanlı Padişahları içerisinde cariyelere en düşkün olanlarından… Hareminde onlarca cariye bulunmakta… Bunlardan kimisi ile evlilik dahi yapıyor. Kimisine sırılsıklam aşık oluyor ve bir padişah olmasına karşın, aşık olduğu kimi cariyelerinin şamar oğlanına döndüğü de oluyor. Ve pek tabii ki harem içerisinde oluşan hiyerarşiyi de Hıfzı Topuz gayet güzel anlatmış. Cariyeler, ikballer, kadınefendiler, baş kadınefendler v.s… şeklinde harem içerisinde bir hiyerarşik düzen oluşuyor. Padişahtan çocuk sahibi olanlar her zaman en ayrıcalıklı yere sahip oluyor. Padişahın cariye edinme biçimi de hayli ilginç. Halası küçük yaşta esir pazarından aldığı iki küçük kız çocuğunu henüz daha 15 ve 16 yaşlarına geldiğinde Abdülmecit’e hediye ediyor. Bunun yan sıra annesi tarafından da zamanında esir pazarlarından alınmış olan küçük kızlar daha çok küçük yaşlardayken padişaha hediye ediliyor ve hareme kapatılıyorlar. Kimisi harem ortamına alışamıyor olsa da bir süre sonra haremdeki yaşama ayak uydurmak zorunda kalıyorlar. Ve harem hayatı cariyelerin bin bir türlü entrikalarına sahne oluyor. Haremağaları’nın durumuna da değinmiş Hıfzı Topuz kitabında. Haremağaları’da köle pazarlarında alınıp satılan Afrikalı esirlerden oluşuyor. Afrika’nın çeşitli yerlerinden kaçırılarak getirilen köleler, daha kaçırıldıkları anda hadım ediliyorlar. Kimisini direk hayalarını kesmek sureti ile hadım ediyorlar, kimisini ise sadece cinsel organını kesmek sureti ile hadım ediyorlar. Hayalarından kesilerek hadım edilen kölelerin çoğunluğu çekilen acıya dayanamayarak daha o anda ölüyor. Cinsel organları kesilerek hadım edilenlerde ise ölüm yaşanmıyor. Ölümlerin birçoğu yolculuk esnasında yaşanıyor. Kaçırılan yüzlerce köle çöllerde veya gemilerde ölüme terk ediliyor. Aslında bilinen şeyler. Ama bilinmedik olan şeylerden birisinin, kölelik kurumunun Osmanlı’da çok da yaygın olması. Evet.. İngiltere, Fransa gibi ülkeler köle ticaretine ilişkin olarak geçmişleri ile yüzleştiler ama halen Osmanlı’nın bu hususa dibine kadar bulaşık hali pek bilinmiyor.

Osmanlı Sarayı’nın Abdülmecit şahsında incelendiği bu kitapta Hıfzı Topuz, zaman zaman dönemin siyasal ve politik yapısına da göndermeler de bulunuyor. Abdülmecit’in, Dr. Spitzer ile olan dostluğu ve onun kültürel donanımına hayranlığı, ünlü yazar ve şair Lamartine ile olan diyaloğu, İstanbul’un o yıllardaki coğrafi ve mimari yapısı gayet güzel anlatılmış. Kızlarını evlendiren Abdülmecit’in şimdiki Maçka, Topağacı sırtlarına kurdurduğu çadırlarda günlerce düğün eğlencesi düzenlemesi dikkat çekici. Tabii ki o yıllarda Maçka ve çevresi mesire yeridir. Şimdiki Ihlamur Vadisi’de aynı şekilde mesire ve avlanma yeri olarak kullanılıyor. Ihlamur Vadisi’n de bir bağ evi vardır ve zaman zaman Abdülmecit bu bağ evine gitmekte ve kafasını dinlemektedir. Zaman zaman o bölgede ava çıkmaktadır padişah. Abdülmecit döneminde Osmanlı Saray cariyelerinin, Kapalı Çarşı esnafı ile olan ticaretini de gayet güzel vermiş Hıfzı Topuz. Kapalı Çarşı’daki kuyumcuların, saraya taşıdığı pırlantaların, elmasların haddi hesabı yoktur. Cariyeler saray hazinesini adeta Kapalı Çarşıya aktarmaktadır. Her bir cariye adeta har vurup harman savurmakta, hazinenin dibini kurutmaktadır. Cariyeler pervasızca harcamalar yaparken, devlet maaş ödeyemez hale gelmektedir. Saray içerisinde günlerce süren meşk geceleri düzenlenmekte ve Abdülmecit bu meşk gecelerinde içkinin dibine vurmaktadır. Tahta çıktıktan çok kısa bir süre sonra alkolik olan Abdülmecit, henüz daha 38 yaşındayken vereme yakalanır ve yaşama veda eder.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..