Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '08

 
Kategori
Şiir
 

Acımadı kiii... Acımadı kiiiii…

Acımadı kiii... Acımadı kiiiii…
 

Eyyy….

Eline ayağına

Saçına, başına

Bastığı toprağına kurban olduğum.

Ey canımın, kanımın, hayatımın sebebi

Kara gözlüm!

Biliyorum…

Ne sen yerini yurdunu bildin iki yıldır

Ne de ben.

Ne bastığın topraklar eski topraktı

Ne kokladığın çiçekler eski renginde.

Ve biliyorum sen değildin o yumrukları savuran

Ve ben değildim karşında duran

Öyle olsa…

Henüz o gecenin sabahında

Yıldız abla annem sana emanet

Ona iyi bak der miydin?

Ve hemen ardımdan!

O lanet şehri terk eder miydin?

Hem üzülme!

Bazen çocukların vurduğu yerde de güller biter.

Sanki sinirlerime hakim olamayıp bazen

Ben de vurmamış mıydım sana eskiden.

Hani sen henüz...

Küçücük bir çocukken!

Onun için…

Ödeştik say.

Hem biliyorum…

Ben değildim kovduğun

Ben değildim bağırdığın, çağırdığın, yorduğun

Ya da bendim.

Ne olacak yani…

Ara sıra bağrışır, çağrışır annelerle çocuklar.

Ve biliyorum ki…

Ben bir kez öldüysem…

Sen milyon kez öldün

O kapıdan çıktığım an.

Biliyorum seni böyle görmeme razı olmuyor o yazık yüreğin.

Biliyorum arzu ettiğin hayal ettiğin yerler değildi buralar.

Ne edersin ki hayat böyle bir oyun oynadı bize

Bu ne senin, ne benim, ne babanın suçu.

Ne de birleşmesinde binbir gizem aradığın Munzur ‘la

Koynunda yeşillikler büyüten Manavgat nehrinin.

Bu herkesin başına gelebilecek olan

Ve dahi binlercesinin başında olan

Hayatın bir cilvesi!

Atalarımız her zaman iyi bir miras devretmiyor bize

Devredemiyor ne yazık ki…

Hem ne olmuş yani?

Dün hayatın başrolünde, bu gün ortalarındaysan?

Benim sahnemdeki yerin hiç değişmedi ki.

Seni sevenlerin sahnesindeki yerin de.

Hem hayattaki tek okul

O gitmez olasıca olduğun

Üniversite değil ki…

Onun için…

Yeter artık!

Kendine gel ve silkelen.

Henüz vakit varken.

Erkenken…

İstersen bir ömür boyu…

Seni bir daha görmem.

Yeter ki sen bir yerlerde nefeslen.

Yeter ki…

Haber getirsin bana

Sabahında mavisine penceremi açtığım gezegen.

Ve yeter artık!

Saçma sapan yerlerde cevap arama

Sorularının cevabı…

Ne İncil’de ne Kuran’da ne Tevrat’ da

Sorularının cevabı…

Bilimde, teknolojide, “Tıp” da…

Yapman gereken tek şey

Sana söylenenleri yapman

Ve bir süre...

Kısa bir süre sadece…

İlacını kullanman.

Ve unut artık.

Şu seni henüz beş yaşında

Gittiğin camide…

Hem de arkadaşlarının ortasında…

Hem de dizlerine “X” işareti atıp cetvelle vurarak

Eve gönderen hocayı!

O senin günahkar olduğunu düşünmemiştir ki

Say ki o yalnızca…

Sana zarar vermesin diye…

Dizlerine konan sineği kovaladı.

Hani bir de…

Oturup ağlıyorsun ya bazen

Hani yaşlar inci tanesi gibi süzülüyor ya yanaklarından

Hani melekler gibi…

Gözlerimde yaş olmadığına bakma sen.

İçime akıyor inan.

Elimde olsa her bir tanesine canımı vermez miyim?

Elimde olsa senin yerine çıldırmaz…

Delirmez miyim?

Niceleri var bak

Çöplerden ekmek toplayan

Niceleri var köprü altlarında sahipsiz ağlayan

Senin bir ailen var.

Senin sevenlerin

Halaların, teyzelerin, yeğenlerin

Anneannen var

Kardeşin!..

Baban olmasa bile ki…

Var!

Babanın yerine koyabileceğin Özgür abin.

Ne yani…

Sen şimdi sana kucak açmış bunca insana

Yüz mü çevireceksin?

Her birini yok sayıp

.iktir mi çekeceksin.

Eğer öyle veya böyle

Borçlu olduğunu düşünüyorsan birilerine

Ki; borçlusun.

Mesela…

Bebekken altını değiştiren

Ve nerdeyse ölümüne sebebiyet veren:)) “teyzene”

Mesela…

Seni ağlattı diye…

Emzirdiği sütü burnundan getiren

Ve çamaşır yıkadığı tokucakla teyzeni döven “anneannene”

Mesela…

Her okula geldiğimde seni övmekle, anlatmakla bitiremeyen…

“Öğretmenlerine…”

Mesela…

Borçlarını ödemeseler de çoğu zaman

Andacını bin bir övgüyle dolduran, süsleyen, püsleyen “arkadaşlarına “

Hiç biri olmasa da…

Hani o; okulunun duvarında asılı duran

Ve her geldiğimde soğuk duş gibi yüzüme vuran

Hani o sana da söz ettiğim

“Duvar yazısına...”

Borçlusun!

Ne diyordu o yazıda

Hatırla!

“Ayakkabılarım yok diye ağlıyordum.

Ayakları olmayan bir çocuk gördüm”

Kaldı ki senin ayakların var

“Hem de dans edebileceğin güzellikte, yetenekte”

Ayakkabıların da…

Hem de benim…

Ömründe bir kere bile giyemediğim…

"Ve genellikle bir kez giyip, " kapı önünden çaldırdığın

Adidasların, Nike’ların, Converslerin.:))

Ve istersen yeniden toparlayabileceğin

Bir aklın!

Hani o her zaman her yerde..

Herkese kanıtladığın.

Hani yalnızca bir iki aya bir dil

Bir “lisan” sığdırdığın aklın!

Haydi, tüm bunları geç

Geçelim!

Hatta bizi de yok say

Bize olmasa bile…

Bu hayata borçlusun!

Çünkü hayat…

Sıkıştığın an terk edebileceğin…

Sırtını dönüp gidebileceğin bir sahne değildir.

Birkaç saatliğine show yaptığın…

O lanet olası Zigana’nın sahnesi hiç değil!

Öyle olsaydı eğer…

"Mesela tonlarca sopa yiyen"

Kolu bacağı kırılan ben!

Çoktan terk etmiş olmaz mıydım bu sahneyi

Ve her gün bin bir sorunla…

Ve açlıkla boğuşan!

Onca insan!

Onun için…

Beni dellendirme!...

Ve otur oturduğun yerde

Sıranı bekle.

Sıranı bil!!!

Yerini de…

Yoksa…

Yoksa…

Ben etmesem bile…

Hani o sokaktan toplayıp getirdiğin

Hani o: bugüne kadar beslediğin…

O kediler…

O kediler sana

Ah eder.

Aynur...

Ses verin sesime dağlar.

http://www.youtube.com/watch?v=MxI-tHz1eT8

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..