Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '13

 
Kategori
Eğitim
 

Acıyorum 3 : İnsanların yanlış eğitilmesine

Acıyorum 3 : İnsanların yanlış eğitilmesine
 

haber.sol.org.tr


Çocuklarımızı okullara gönderiyoruz, okusunlar da adam olsunlar, diye.  Onlara envai türlü dersler veriyoruz :İnsan Hakları Dersi; Trafik Dersi; Hayat Bilgisi Dersi… Ne dersler, ne dersler… Ondan sonra okuldan mezun olduktan altı ay sonra o okunan, o ezberlenen bir çok dersten kalan birşey yok… Uçuşan birkaç fikir; işte o kadar. Bazıları buna “Kültür” diyormuş; ben buna katılmıyorum.

Kültür isteyerek, bilerek elde edilen bir birikimdir; yoksa insanın seçmediği, istemediği bilgilerin zorla sokuşturulması çabası değil.

Okulda ne kadar çok zaman kaybederiz: Dışardan içeri girerken, her zaman birtakım merasimler vardır; Müdürün gereksiz konuşması; nasihatleri… 10-15 dakika öğretmeni beklemeler (Sınıfa tam zamanında gelen öğretmen görmedim).  Sınıfa girince ayağa kalkmalar (hele biri ayağa kalkmasın, maazallah!) Sonra : Ünlü büyüğümüz , Dr.Reşit Galip'in yazdığı "Öğrenci Andı" okumalar:  “ Türküm, doğruyum, çalışkanım, Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!!!" diye bağırıp çağırarak, bu ünlü andı yıllarca ezbere okuyup da hala anlamını anlamayanlar...

  Öğretmenin her derste yoklama alması (gitti mi size 15 dakika daha…) . Ondan sonra aralarında konuşan iki çocuğa öğretmen tarafından atılan fırçalar… Sonra öğretmenin , “Çocuklar geçen derste nerede kalmıştık…” diye sorması. Ondan sonra  ders anlatma girişiminden sonra; çocukları “sözlü”ye kaldırma teşebbüsleri… Tahtada hiçbir şey söylemeden duran bir sürü vatandaş (bilmiyor ki, ne anlatsın…!)

Tabii bu arada Servis araçlarıyla bazen saatler süren okula gidiş geliş zamanlarını söylemiyorum. Hele, hele o taşımalı eğitim; çocuklarımızı da aileleri de sonsuz bezdirmiştir.

Böyle garip strateji ve taktiklerle sınıf saatleri doldurulur. Güya çocuklar çok şey öğrenerek okuldan eve dönerler.

Çocuklar asıl kendi okumaları sonucunda bir şeyler öğrenebilirler. Çünkü okulda bir çok öğretmenin bu konuda nafile olduğunu bilirler.

Bir de okulda  KORKU vardır. Öğretmenden korkma; arkadaşlardan korkma; yöneticilerden korkma; ödevi yapamamaktan korkma; ödevi unutmaktan korkma; yazılıda, sözlüde başarılı olamamaktan korkma… Okul adeta bir  “KORKU EVİ” gibidir. Çocuklar orada ne kadar çok şeyden korkarlar. En çok da yanlış yapmaktan. Çünkü yanlışları, sürekli düzeltileceğine; sürekli suratına vurulur ve cezalandırılır.

Eğitim, bu yüzden korkunç bir zaman yitirme yeridir. O bakımdan bazı uzmanlar, Lisede  3 yılda öğrenilecek bütün derslerin; çok iyi bir programla dört ay kadar bir süre içinde yoğun bir biçimde öğretilebileceği kanısındadırlar. Gerisi korkunç bir zaman kaybı…

Bu işi analiz eden batıda bazı aileler, bir yerden sonra çocuklarını okuldan çekip almayı ve onları kendi bildikleri şekilde yetiştirmeyi uygun görmektedirler. Çünkü onlara göre, okul insanları yanlış eğitmekte ve çok zaman kaybı olmaktadır.

Tabii, bu arada, özellikle bizim eğitim sistemimizde söz konusu olan bir sürü Bayramı seyranı saymıyoruz. .. Soğuk tatili verilir; hastalık tatili verilir… Çocuklar aslında sevinirler. Çünkü okula gitmek bir çok çocuk için işkence gibidir. Çünkü okulları isteyerek ve bilerek işkence yerleri haline getirmişizdir.

Okulda ailenin ve çocuğun sevmediği, istemediği dersler vardır; bunları çocuk zorla okumaya zorunludur. Çünkü her ne kadar, programlarda “Seçmeli Ders” varsa da, bu derslerin çoğunluğu “Seçmeli Zorunlu!” derslerdir. Çünkü öyledir…! O işi de yozlaştırmışızdır. Çocuk istese de istemese de bu dersleri alır.

Okulda, olmaması gereken, çocuğun ailesiyle ve tek başına öğreneceği bir çok ders vardır. Bu dersleri programlara koymanın en önemli ilkesi: “insanın kendi kendine öğrenemeyeceği; yapamayacağı becerileri programlara koymaktır..”  İnsan piano çalmasını tek başına öğrenemez; o zaman programlara konulmalıdır. Oysa “Yurt bilgisi” insan okuyarak öğrenebilir…

Okuldaki dersler çocukların kaldırabileceğinden çok fazla sayıdadır. “Şunu da öğretelim, bunu da öğretelim…” derken bir sürü ezbere dayanan, hayatta geçerliği olmayan ders programa eklenir. Oysa program geliştirmede bir başka ilke de her sömestir ancak 6 dersin programa konmasını öngörür… Nerde..!? Bizde sekiz on, oniki ders programa ekleniverir.. Çocuk öğrensin. Yahu, bunların hepsini kaldıramaz. İnsan da akıl var, mantık var.. Yok. Öğrenebilir … diye, yüklendikçe yüklenirler gariban yavruya …

Tabii, sonunda her şey yarım yamalak olur. Öğrenci de bu kadar ders karşısında şallum şullum olmuş; kafası karışmış bir şekilde ortaya çıkar.

Ondan sonra Sayın Pakize Suda sorar : “Türkiye’nin en uzun nehri nedir?” İnsanlarımızın çoğu bu soruya: “Nil…!” diye yanıt verirler.

Türkiye’de, ezbere dönük, kütüphaneyi, deneyliği hiç düşünmeyen bir eğitim sistemi sürüp gitmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın yazdığı “Tek Kitap”ı ezberlersin; sonra ona göre sorulmuş çoktan seçme sorulara, atmasyon cevaplar verirsin; ondan sonra da sınıfı geçersin. Artık mesele öğrenmek değil; cambazlık olmuştur. Sınavlarda en güzel nasıl atılır ; bu işin “KOÇ”ları ortaya çıkmıştır…

Milli eğitim hayatımız, ne yazık ki ziyanlık, zebilliktir. Bu kadar çaba, bu kadar insangücü; ve sonunda 6.5 yıl eğitim ortalaması olan bir ülke…  Ve ne yazık ki cahil bir ülke…

Niye. Çünkü, eğitimimizdeki zamanı bilerek ve isteyerek ziyan zebil ediyoruz. Hem çocuklara işkence ediyoruz; hem de hayata dair doğru dürüst hiçbir şey öğretemiyoruz. Hani “eğitim insanları hayata hazırlardı,” böyle bir ilkemiz vardı. Nerede kaldı?

Acıyorum eğitimimizin haline; kimlerin elinde olduğuna; geçen giden boş zamanlara ve çocuklara edilen işkencelere. 

Eğitimin ne olduğunu anlamak istiyorsanız biraz Köy Enstitüleri tarihini okuyunuz. Biraz özeleştiri yapmayı öğreniniz.

İşte gidiyoruz. Herkes kendini kandırıyor. Bir zincir kurmuşuz. Kötü okullar, dershaneler, kendi öğretmenine ders verdirmeler, ve Özel Okulculuk!

Artık  “Şura”lar da bir oyun oldu. Dört yılda bir toplanması zorunlu olan bu şuralara kendi yaltakçılarını seçersin. Böylece hiçbir doğru dürüst eleştiri alamazsın; İşler ala ala hey gider… Maşallah ki Maşallah!

O Bakanlıktaki Amerikalı uzmanlar; veya Amerikan Devleti’nden beratlı Eğitimciler..! Onlar niye kurtaramıyorlar ki eğitimi!

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..