Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '07

 
Kategori
Felsefe
 

Ada gözüktü!!!

Ada gözüktü!!!
 

Önce koca bir küreyi ortadan ikiye bölüp; ekvator demişler adına.

Kuzey yarım küre, güney yarım küre oluşmuş böylece… Yetmemiş dilimlere bölmüşler meridyenlerle. Bu çizgilerin içine eğri büğrü resimler çizelim demişler, herbirinin değişik ismi olsun ve dili ve hatta mümkünse dini. Ülke olsun bunların genel adı. Çok zevkliymiş bu sınır koyma işi… Ülkelerin içine de şehirler yapılmış.

Böylece oyun alanımız belli olmuş. Ama oyuncular yokmuş. Hemen oyuncular yapılmış her alanda yaşamaya elverişli ve oyunu oynayacak alanının özelliklerini taşıyan, ayrı dilden, ayrı dinden insanlar yapılıp konmuş o topraklara. Hiçbirine oyuna konacakları yeri seçme şansı verilmemiş. Bu yüzden oyunun kurallarından birincisi otomatik olarak belli olmuş;

Kural 1: Hiç kimse doğarken ait olduğu milliyet, dil ve dinine göre yargılanamaz.

Kurallar düşünülmeye başlanmış ve hatta birincisi yazılmış bile. Ama ana kural olarak şu alınmış; en az kuralla oynanmalıdır bu oyun, yoksa kuralların çokluğu oyuncuların benliklerini yok edebilir.

Oyuncular ikiye ayrılmış, dişi olanlar erkek olanlar. İnsan adı verilen ve cinsiyet olarak ikiye ayrılan bu oyuncular birbirlerinden tamamen farklıymış. Farkları birbirlerini tamamlarmış. Eşitlik denen şey eş olan kavramlar arasında söz konusu olmakla beraber kimyaları farklı olan şeyler eşit olamayacağı için bu iki cins arasında eşitlik söz konusu değilmiş ve olmamalıymış da. Çünkü her ikisinin birbirinden farklı ve birbirini tamamlayan özellikleri varmış. Ne zaman ki bu tamamlayıcılıktan vazgeçipte eşitlik söylemleri içinde cinsler birbirine benzemeye çalışırsa orada oyunun tadı kaçacakmış.

Kural 2: Dişi ve erkek arasındaki farklılıklar korunmalı ve mümkün olduğu kadar birbirlerini tamamlayacak şekilde oluşturulmuş ikinci eşi bulana kadar değişime uğramamaya özen göstermelidir. Aksi taktirde ana yapısı bozulan bir oyuncunun oyun eşi açıkta kalmakta ve denge bozulmaktadır. Oyun eşini bulanlar ise “aile” adı verilen oyun içindeki oyunu yaşamaya başlamalıymış. Hatta oyunu daha büyük ve bir o kadar da karmaşık hale getirmek için çoğalmalılarmış.

Oyunun amacı belirtilmemiş ya da çok iyi saklanmış. Bu da oyun kurucudan hiç kopmamamızı sağlamış. Yazar da henüz oyunun amacına dair net bir cevap bulamamıştır, ama bulacağına dair umutludur ( Bu durumda insancıklar ortada kalmamak için herbiri kendine göre amaçlar edinmeye çalışmış. Bulamayanlar oynamıyorum artık deyip çıkmak isterlermiş arada bir, ama oyundan kopan çok azmış).

Aynı alandaki insanlar birbirlerine benzerlermiş. Ve insan denen varlık benzerliklerden çok hoşlanırmış. Aynılıklar mutlu edermiş onu. Aynı ten, aynı bedensel özellikler, zevkler, konuşulan dil ve inançlar aynıysa kendini daha güvenli ve daha mutlu hissedermiş (tersi durumunda farklılıkların onu korkutup, saldırganlaştırdığı gibi…). Böylece çizilen sınırlar daha bir anlamlı hale gelmiş. Çünkü her sınır belli özellikleri barındırırmış. Kural üç çıkmış ortaya;

Kural 3 : Şartlar eşit olduğu müddetçe, tehdit altında kalmadığı sürece, kimse doğduğu toprakları terk etmemelidir. Çünkü kişisel özellikleri o topraklarda yaşamak için oluşturulmuştur. Başka yerlerde arıza yaratabilir. Ve sorumluluk kendisine aittir.

Her birey yaşamak için üretmek zorundadır. Ekip biçmeyi öğrenmelidir. Ya da el yetenekleri konusunda yeteneksiz ise düşünce gücüyle üretebilmelidir; üretimde verimlilik, üretilenlerin adil bir şekilde bölüşümü, farklı üretim teknikleri vs vs gibi konularda ekip biçenleri yönlendirebilir mesela. Eğer bunu da yapamıyorsa geri kalanlar üretmeye çalışırken o oturup “Acaba oyunun amacı ne olabilir?” diye düşünmelidir. Eğer cevabını bulursa zaten oyun bitecektir. Burada oyunun çok önemli bir kuralı daha ortaya çıkmaktadır;

Kural 4: Herkes ürettiği kadar tüketmelidir. Aksi durumda ürettiğinden daha fazla tüketmek en büyük hırsızlıktır. Cezası ağırdır. Ve unutulmamalıdır ki üretilemeyen tek şey topraktır. Toprak insanoğlunun en değerli varlığıdır. Arttırılamayan tek varlık!

Hepsi aynı toprağa ait oldukları için (toprak insanlara ait değildir, insanlar topraklara aittir) ortak bir amaç için yaşamaktadırlar ( ki bu amaç hala belirlenemedi ama hala umut da kesilmedi) o halde birbirlerine yardım etmek ve güvenmek zorundadırlar.

Kural 5: Güven esas kural olmalıdır. Herkes aynı oyunun içinde birbirine güvenerek yaşamalıdır. Oyun o kadar iyi kurgulanmalıdır ki, bir oyuncu herkese olan güvenini kaybettiği o kötü anda bile, oyun kurucuya güvenini kaybetmemelidir.

Oyun başlamış. Beklendiğinden daha başarılı olmuş oyuncular. Gün geçtikçe oyuna yeni şeyler eklemişler. Buluşlar yapılmış. Herkes ürettiği şeye göre isimlendirmiş yaptığı şeyi ve meslek demiş yaşama uğraşına. Yeni kurallar konulmuş. Barınakların yerini evler almış. Evler sığmamaya başlamış şehirlere, üst üste koymuşlar evleri apartmanlar çıkmış ortaya. Bahçe kalmamış evlerin önünde. Araba icat edilmiş ve amacı bir yerden bir yere götürmekmiş ama zamanla değişmiş. Oyuncuların sahip oldukları şeyler arttıkça (yaşamak için çalıştığı iş, korunmak için çatısının altında yaşadığı ev, satın aldığı araba, eşyalar, eşyalar, eşyalar…) oyunun amacı da değişmeye başlamış. Zamanla yarışır olmuş herkes. Ama zaman her zaman kazanırmış ve çok hızlı geçermiş. Zaman karşısında kaybeden insanlar birbirleriyle yarışmaya başlamış ve bu yarışta her şey mübahmış! Her şey birbirine karışmış.

Kural 1 ihlal edilmiş : Din savaşları başlamış. Bütün dinler kardeşlikten bahsederken farklı dinden olanlar çatışmaya başlamış. Dil ve milliyet ayrımı işi iyice çıkmaza sokmuş.

Kural 2 ihlal edilmiş: Dişi ve erkek birbirine benzemeye başlamış. Dişiye verilmiş özellikler erkeğe benzemeye çalışırken yavaş yavaş yok olmuş. Dişiler gibi feminen şeylerle ilgilenen erkekler için de yeni terimler üretilmiş. Farklı terimler her geçen gün eklenmeye devam ediyormuş ve en tehlikelisi ise iki cinsi birbirine iyice benzetmeye çalışan “unisex” kavramıymış. İki cinste sadece kendisiyle o kadar meşgulmuş ki, karşı cinsteki değişimler rahatsız etmiyormuş onları ama bir tuhaflık olduğu kesinmiş. Çünkü kimse mutlu olmamıyormuş çift olduğunda! Hasbel kader evlenenlerin ise tek çocukla kurduğu çepçekirdek aileciği varmış. Kardeşi yokmuş artık insanların, hepsi tek çocukmuş. Cinsler birbirini tamamlamak yerine diğerine benzeyip kendini tamamlayacağını sanmış, yanılmış!

Kural 3 ihlal edilmiş: Göç başlamış. Mutsuz insanlar göç edermiş. Farklı şehirlerde kendilerini aramaya başlamış, ama kendini bulamayınca aradığı şeyi değiştirmiş. Nerede şartlar o an için biraz daha iyi görünüyorsa, orada yaşamaya karar vermişler. Bazılarını da şartlar zorlamış göç etmeye. Yaşamak imkansız hale gelmiş doğdukları topraklarda. Dağılım bozulmuş. Hatta şehirler bile isyan eder olmuş bu duruma, arada bir sallamış kendini bu kalabalıkta! Bu durumda terk edilen bölgeler o günkü şartlar altında daha da kötüleşmiş. Kimse yardım elini uzatmamış. Kalabalık şehirlerde hayata tutunmaya çalışıyorlarmış ufacık elleriyle. Ama kimsenin eline değmeden tutunmak çok zormuş. Hepsi farklıymış. Kalabalıkların içindeki yalnızlıklar daha da acıymış. Göç etmiş herkes kendinden çok çok uzaklara…

Kural 4 ihlal edilmiş: Bir çark olmuş oyun, dişli bir çark! Durmadan dönüyormuş. Kimin ürettiği kimin tükettiği belli değilmiş. Görünmeyen bir el çarkı devamlı çeviriyormuş. Aradan çoğu kişi üretmeden tüketmeye başlamış. Tüketmiş, tüketmiş ve doyumsuz bir canavar olmuş. Çarkın dişleri iştahını açıyormuş. Doğayı bile tüketmeye başlamışlar. Mevsimler yok olmuş.

Kural 5 ihlal edilmiş: Herkes sadece kendisini kurtarmaya çalışıyormuş. Güven duygusunun ne demek olduğu unutulmuş. Hatta bazen kendine bile güvenemiyormuş. Oyunun kuralları o kadar bozulmuş ki gün geçtikçe oyunu kuran kişiye olan güven de azalmaya başlamış.

Oyun gittikçe zorlaşıyormuş. Konulmuş konulmamış bütün kurallar hızla ihlal ediliyormuş.

En sonunda oyun kurucu kendi yarattığı bu oyundan korkar olmuş ve bitirmek istemiş. Ama insanoğlunun vahşeti artık kabına sığmazmış ve onları kendi başlarına bırakıp terk etmiş. Artık oyun yokmuş. Herkes kendi cehennemini yaşamaya başlamış. Bu cehennemden tek çıkış yolu ise kendinden başkasına yeniden güvenmekmiş, güvenmek ve sevmek… Ne zaman ki biri bizi, biz birisini gerçekten seversek o zaman oyun güzel olurmuş. Artık hiçbir kuralın önemi kalmamış, belki de üzerine kurulduğu kurallar yanlışmış. Artık neyin doğru neyin yanlış olduğunun bile bir önemi kalmayacak kadar sona gelinmiş. Yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış.

Başka bir oyun aranmış. Hayır, bu sefer oyun olmamalıymış. Kurallar da yokmuş. Sadece bir ada varmış. Bu adaya sadece ve sadece birbirlerini çok seven kişiler gidebilirmiş. Bütün teoriler çuvallamış. Her şey yeni baştan başlamalıymış. Başlangıç için tek gerçek varmış; gerçek sevgi… O adaya gidebilmenin tek yolu; bir insanı olduğu gibi sevebilmen ve sen’ i olduğun gibi sevebilen O’ nu bulabilmekmiş… O ana kadar bu çocuk oyununun içinde, can çekişmeye mahkum insancıklar olarak kalacakmışız. Ta ki o ana kadar, O’ nu bulana kadar, oyunu kuranın bile terk ettiği, kendi yarattığımız çemberin içinde oyunumuza devam edeceğiz. Arada bir O’ nu bulduğumuzu sanıp başkalarına sarılacağız ama kısa sürede anlayacağız ki, hala oynun içindeysek ve ada gözükmüyorsa hala, anlayacağız yola devam etmemiz gerektiğini.

Yol uzun... Bileceğiz.

Umut büyük... Kaybetmeyeceğiz.

Ta ki o ana kadar… Yol bitip ada gözükene kadar… Deryada kaybolanların attığı kurtuluş çığlığıyla uyanacağız gerçeğimize “Ada gözüktü!”

Ada gözüktü!

Bütün oyunlar bitti!

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..