Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ocak '11

 
Kategori
Hukuk
 

Adalet üzerine-4 (insanlığın şafağı)

Adalet üzerine-4 (insanlığın şafağı)
 

Yeryüzünde hüküm süren anlayışları genel hatlarıyla gördükten sonra en zor iş, bu pragmatist dünyayı nasıl ters yüz ederek idealist bir dizgeyi hakim kılacağımız noktasında toplanmaktadır. Bunu gerçekleştirebilmek için olanı bir kenara bırakıp olması gerekeni bir çerçeve halinde, duyularımızca kavranabilecek tarzda sunmakla başlamayı uygun görüyorum. 

Açıktır ki, şahsi dürtü ve eğilimlerini, kendi çıkarlarını izlemekle bütün insanlık ve bunların içinde organize olduğu devletler binlerce yıllık bir ruh hastalığına tutulmuşlardır. Tarih boyunca, karanlığın boyunduruğunda olanlar yeryüzünde büyük başarılara ulaştılar; bu başarılardan biri de varlığın en küçük yapı birimi kabul edilen zerreciklerin dahi parçalanabileceğini göstermeleri ve kitle imha silahlarına zemin hazırlanmalarıydı. Düşünün ki en küçük kabul edilenlerin dahi parçalanması şeytana vardırıyorsa tüm parçaların birleştirilmesi muhakkak ki tek ve mutlak olan hakikate ulaştıracaktır. Bunun kıyamet kopmadan evvel tam olarak gerçekleşmeyeceğine derin öğretilerden vakıfız! Bu yüzden insanların algılarına uygun düşecek şekilde bütün kainatın üst üste gelmesi, içiçe geçmesi velhasıl birleşmesi şeklinde tasvir edilen kıyameti de, -hangi mekan yahut zamanda olursa olsun- herşeyin sonunu getirecek kozmik bir afetten ziyade her parçanın bütünde yani ‘tevhid’de birleştiği bir vuslat olarak yorumlamak gerektir. 

Madem tüm evren -büyük patlamadan bu yana- parçalanmışlık üzerine kurulmuştur ve insan da bu parçalanmışlığı kafatasında taşıyan özel bir varlıktır, bütün sırlar elbette beyinde aranmalıdır. İnsan, beyninin çok küçük bir bölümünü kullanmakta ve dar kalıplarda yaşamını sürdürmektedir. Beynin gizlerle dolu kapıları açıldığında yani beyin tam kapasite ile çalışmaya başladığında ise evrenin herhangi bir köşesine yahut başka boyutlara cismen gitmeye gerek kalmaksızın olması gerekene dair ipuçları yakalanabilecek çünkü bütünlüklü bir bakış açısı kazanılacaktır. Öncelikle bu dünyayı pragmatist ve hedonist kavrayışından çıkararak idealist bir yapıya yaklaştırmak lazımdır. Bunun için de insanlığın ortaklığı düşüncesini temel almalı, insanlar hem duyguda hem de düşüncede birleştirilmelidir. 

Bunu varoluş ilkesi bakımından hastalıklı addettiğimiz devletlerden bekleyemeyeceğimiz açıktır. Kaldı ki onlar da çıkarlarını bir kenara bırakıp, sırf geleceğin rüyası adına, böyle bir işe kalkışmazlar. Ancak kısmi olsa da -yukarıda belirttiğimiz gibi- orta ölçekli devletler sağduyulu davranır ve birleşirse, en azından bugünün meselelerinde devasa güce sahip siyasi örgütlenmeleri yahut zehirli düşüncelerle boğulmuş insan topluluklarını ilkesel bazda dizginleyecek ve eğitecek yararlı bir oluşum meydana getirilebilir ki bu hiç yoktan iyidir. Pekala halihazırdaki devletlerin küçülmelerini ve parçalanmalarını kesinkes önleyecek tedbirleri almakla işe başlayabilirler. 

Fakat kalıcı temeller atılmak isteniyorsa bu iş uzmanların eline mesela sırf bu ideal için çaba gösterecek, barışçıl, tarafsız ve akil adamlardan oluşacak bir uluslararası örgütün himayesine bırakılabilir ve bu örgüt, dünya sathında faaliyet yürütebilir. Eğer böyle bir yol izlenecek olursa kuruluşun alacağı kararların devletler bakımından bağlayıcılığı sağlanmalı ve öncelikli uğraş bütün toplumların kaliteli ve evrensel bir eğitim almalarını sağlayacak altyapıyı kurmak ve bu müfredatın içine kutsal bir varlık olarak ‘insan’ı yerleştirmek olmalıdır. Bütün bireylerin zihnine insan varlığının dokunulmazlığı, özelliği ve kıymetliliği işlenmeli; her türlü ayrım ve ayrıcalıklar çok küçük yaşlardan itibaren belleklerden sökülüp atılmalıdır. İnsanlar başka başka inanların, mezheplerin, milletlerin yahut duyguların varlığını normal karşılayacak, bunu yadırgamayacak algı düzeyine yükseltilmelidir. 

Ve bu gayretler meyvelerini vermeye başladığı zaman, filozoflardan, bilim insanlarından oluşacak evrensel bir senato ve insanlığın oylarıyla belirlenecek ve bütüncül ilkeler koyacak olan dünya meclisini oluşturacak kadrolara zemin hazırlanmış olacaktır. 

Bütün bu düşünceleri ileri sürerken dayanak olarak kabul edilebilecek tek nokta şudur: Madem ki insanlar emniyet ve huzurlarını temin için özgürlüklerinden vazgeçmekte ve tüm hak ve özerkliklerini devlete teslim etmektedir bu halde küresel bağlamda nefret tohumlarının kalplerine ekilmediği bir toplum anlayışında insanlar, suça çok daha az eğilimli olacak böylece iç güvenlik sorunları en aza indirgenecek hem de insanlık bir bütün arzettiğinden bir topluluğun herhangi bir dürtüye dayanarak yek diğerine saldırısı bütün bir insanlık aleminin tepkisine yolaçacak, savaşların önü alınacak ayrıca da böyle bir tecavüzü engellemeye muktedir uluslararası hatta uluslarüstü bir yapı varolacaktır. Kuşkusuz bu durum, insanlığın topyekün ilerlemesi için gereken sükunu bugün olduğundan çok daha güçlü biçimde sağlayacaktır. 

İnsan, aklıyla değil çoğunlukla duyularla biçimlenen bir formda bulunduğu içindir ki bu düşüncelere karşı çıkanlar çoğunlukta bulunacaktır. Onlar için bugün borsadaki yükseliş, falanca devlet başkanının herhangi bir lakırdısı, iktidar ve muhalefet yahut da en basit biçimiyle sırf kendi duygu dünyasına ait bir takım belirlenimler her şeyden öncelikli bulunacaktır. Dolayısıyla fikirler ve kavramlar alemine dalmanın kıymetini anlayamayacak, insanlığın bir üst safhaya geçişini kaldıramayacaktır. Çocukluğundan beri beynine doldurulan bir takım his kırıntıları ve algı biçimleri, insanlığın evrimini kavramak bir yana tahayyül bile etmesine mani olacaktır. 

Fakat insanlığın tek tek bireylerden oluşan başıbozuk ve ihtiraslı bir toplam değil uzay ve zaman boyutu içinde -düşünce dünyasını da kapsayan- ve ileriye doğru uzanan evrensel bir us olduğunu kavrayabilirsek çürüyen organik uzuvlar olmaktan çıkıp insan olmaya az daha yaklaşmış olacağız. Nazarımız, vahşi maymun kabileleri gibi ilgimizi çeken herhangi bir metaya değil günebakanlar gibi topyekün ışığa çevrildiği zaman… Çünkü rekabet ve çatışma gelişmenin yegane formülü değildir. Bu, terkedilmesi gereken en büyük yanılgılarımızdan biridir. Hayatlarımızın en büyük bunalımını teşkil eden çok daha büyük meselelerin çözümünde ve evrenin sırlarının ardına düşmekte parçalanmak değil aksine güçlerimizi birleştirmek lazımdır. Yazık ki insanın halihazırda entelektüel bakımdan bulunduğu nokta şudur ki o, küçücük bir kara parçasına tutunmuş sonsuz bir boşluğa düşerken bir diğerinin yakasına yapışmış çürümekte olan bir parazitten ibarettir. 

 

 
Toplam blog
: 32
: 637
Kayıt tarihi
: 28.09.10
 
 

Şair ve yazar... ..