- Kategori
- Gündelik Yaşam
Adapazarı İmam Hatip Lisesi Mezunları pilav günü
KEREMALİ DAĞI KADAR YÜREKLİ İNSANLARIN TÜRKÜSÜ
Hiç unutmam, 60’lı yılların sonlarına doğru Samsun İmam Hatip lisesinin birinci sınıfında okurken yaşlı bir öğretmenimiz vardı. Disiplin Kurulu üyesi olduğu dönemde okulumuzdan hiçbir öğrencinin ceza almadığını duymuştum. Benim hatırladığım kadarıyla hemen her derste ne yapar yapar, teneffüs zili çalmış olsa bile -öldüğünde de taziye ilanında kullanılan- o meşhur cümlesini söylemeden sınıftan çıkmazdı. “İmam hatip lisesinin bahçesinde ayrık otlayan eşeğin bile ayrıcalığı vardır.” Bu sözün o gün ne anlama geldiğini birçoğumuz gibi ben de tam olarak anlayamamıştım. Yıllar sonra Şefik Can Hocanın Mesnevi Şerhinde, “Eşek olduğunu bilmeyen, hakîkaten eşektir!” sözünü okuduktan sonra hem kırk küsür yıl öncesine, o günlere gittim; hem de, “eşek” metaforunun, “nefsânî hasletlerden kendini kurtaramamış, gönlünü ve zihnini dünyâ nimetleriyle dolduran kimse; boş, faydasız söz ve duygularla oyalanan, ilmiyle amel etmeyen âlim” gibi mânâlara geldiğini öğrendim.
Yıllar sonra Adapazarı İmam Hatip Lisesinde (80-83) öğretmenlik yaparken bir pazartesi sabahı okul idarecilerden birinin istiklal marşı öncesi fırça seansında bazı öğrencileri eleştirmek için, “Şimdi de size felaketin tarifini yapmak istiyorum.. Saç dağınık, yüz asık, ayakkabılar ve ceket düğmesiz, kravat gevşek, elde sigara…” Sözün nereye geleceğini bildiğim için lafın bitmesini bile bekleyemeden o cümle yıllar sonra, ağzımdan bir anda çıkıvermişti. O an aklıma nerden geldiğini, nasıl söylediğimi hala anlayabilmiş değilim. “İmam hatip lisesinin bahçesinde ayrık otlayan eşeğin bile ayrıcalığı vardır.” demiştim. Hele bu öğrenci Sakaryalı ise... Evet, bir türküdür imam hatiplilik! Öyle "her söze her saza uymayan, " her yüreğin kaldıramayacağı türden bir türkü. Hatta dağların bile taşımaya cesaret edemediği emaneti yıllarca alnının akıyla taşıyabilme edep, seciye, cesaret ve onurunu yaşamış ve yaşamaya devam eden bir neslin türküsüdür… O yıllarda köyden yeni gelen bizleri şehirli ve modern imam hatipli olarak sistemin inşa etme serüvenini Türkiye'nin kendi dönüşümü ile birlikte yaşadık. Sabır ve özveriyle.. Kültürel gelişimimizi tamamlama sürecinde imam hatipli havzamızdan beslenirken, avucumuza zorla tutuşturulan liseli aynasındaki benliğimize eksiklik duygusu üzerinden baktırdılar yıllarca. O zamanlar sokağa doğru gittikçe kendimizden uzaklaştığımızı söyleyen modern dünyaya inat, kendimizle karşılaşıyoruz o gün bu gün... Halkla aramızdaki makasları daraltarak yakınlaşma, kavuşma ve kucaklaşmaların olacağını öğretmenlerimizden öğrenmiştik çok şükür. Özellikle mezun olduktan sonra kendi sorunlarımızın tanımını farklı yapar olduk. Sorun değil de yaşanması gereken bir süreç, kendimizin farkına varma, karşılıklı farkındalık oluşturma dönemiydi bir bakıma o yıllar. Bir değerler çatışmasının var olduğu gerçekti. “Ne adam gibi kendimiz olabiliyorduk, ne de adam gibi başkası” dediğimiz yıllardı. Mezun olduktan sonraki ilişkilerimizi imam hatip tecrübesi üzerinden yürüttük. İmam hatiplilik bir yaşam biçimidir. Biz kendi deneyimlerimizi, tarihimizi batının aynasında okuma yeteneğini ve yetkisini uzun yıllar önce kazandık. “Bazılarımızın öğretmenleri baba gibi gördüğünden olacak, o öğretmenlerin öğrencileri hayal kırıklığına uğratmasının daha yıkıcı olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Öğretmen, kendisiyle de özel olarak ilgilensin, “rahat dur, konuşma, dinle, haylazlık yapma” kabilinden şefkatle onu uyarsın, hatta yanına gitsin saçına, kulağına dokunarak var olduğunu, yok sayılmadığını, değerli olduğunu ona hissettirsin diye yaramazlık yapan çok arkadaşımı tanırım. Çünkü çoğumuzun o yaşlarda babalarında yaşayamadıkları o özel olma duygusunu öğretmenlerde aradığımızdan olacak, o güven veren bakış yerine ilgisiz ve yokmuşuz gibi o tipik öğretmen tutumunun sert duvarına çarpınca daha başka yıkılırdık. Çoğu öğrencinin öğretmene duyduğu özel saygı, aldığı bilgiden değil, gördüğü ilgidendir. İnsan onun için öğretmenine karşı güçlü duygular besler.. Öğretmenin özünde annesini babasını, gelecekte olmak istediği idolü bulur çoğu kez. Kendine öğrenci aynasından bakabilen harika öğretmenlerimiz vardı. Onlardan biri de Numan Hocaydı.
Okul, öğrencilerin kendilerini ifade etmelerine zemin hazırlamak için açılır, biz bunun için buradayız, demişti bana okulda göreve başladığım ilk günlerde. O zamandan beri onu takip etmeye, ondaki derinlikten olabildiğince beslenmeye çalıştım. Veli toplantılarında öğrencileri eleştirecek yerde, ailelere çocuklarını tanımalarını özelikle gelişme dönemlerinde öğrencilere bağırıp çağırıp azarlamak, onları kendimizden uzaklaştırmak yerine, sorunlarının üstesinden birlikte gelebilmeleri için okulla, öğretmenlerle birlikte hareket etmeleri, kendilerine yardımcı olmaları gerektiği üzerinde dururdu. En zor günlerinde bile yüreğindeki derin iyimserlikten ve öğrencilere inanç taşımaktan vazgeçmedi. Okulun hayat dolu ve her zaman saygı değer bir yer olması için çalıştı. Kendinizi çok iyi yetiştirin, insanlığa verecek bir şeyi olmayanlar bulundukları mekanda kaybolmuş gibi görünürler, derdi. Bazı olayların insanlara geleceği gösterip onları heyecanlandırdığını, endişelendirdiğini, ama büyüttüğünü, düşmenin de kalkmak kadar normal olduğunu söylerdi. Yeri geldiğinde istemeyi, vermeyi, almayı, acıya dayanmayı, şükretmeyi öğrenmemiz gerektiğini öğütlerdi. Biraz içe kapalı öğrenciler için, “Yaralı bir aslan bazen yanına yaklaşanlara saldırır, kime güveneceğini bilmediği için, derdi. Güvenince de yüreğini koyar ortaya. Sakaryalı öğrencilerin yüreği, Keremali Dağının rüzgarında dalgalanmış, havasını çekmiştir ciğerlerine, onurlarının çelikliği ondandır” derdi. Bu çocukların o dağın bir parçası olduğunu, bu öğrencileri o dağın bize gönderdiğini söylerdi. Numan Hoca, Allah bir kapıyı kapatınca biryerlerde birkaç pencere birden açar, derdi. Onun lügatinde olmayan kelimelerden biri de ümitsizlikti…Hayata tutkuyla dalardı. Şimdi geri dönüp baktığımda ondan çok şey öğrendiğimi itiraf etmekten mutlu oluyorum. Mezuniyet törenlerini hasat zamanlarına benzetirim biraz da.. İmam hatiplileri gördükçe, maddi varlığın kendileri için her şey, manevi hayatın ise hiçbir şey anlamına geldiği sekülerleştirilmiş bir nesil ile uğraşmak zorunda olmadığına bile modern dünyanın şükretmesi gerekir.. Evet yeryüzündeki her şey gibi bu yazının da sonu gelecekti. Şunu can ü gönülden itiraf etmek bir insanlık borcudur benim için: En kısa ve öz ifadeyle söylemek istiyorum: İmam Hatipteki öğretmenlerimiz umutlarımızın ve hayallerimizin ressamları ve resimleriydi. Artık ayrılık vakti gelmişti. Yeniden buluşmak üzere sarıldık, vedalaştık. Çocuk denecek yaştaki öğrenciler de bizi seyrediyorlardı girişin sağındaki kameriyenin içinden. Okulun bahçe kapısından çıkarken çocukça bir hüzün ve mutluluk karışımı bir duyguyla onlara bakarken elli yıl önceki çocukluğum uğurladı beni en son. Çocukluğumuzla çocuklarımızın geçmişle, gelecek arasında uçuşuyormuş hissine kapıldım bir an.
Ağzımda dua tadı, ruhumda çocuk kanatlarıyla yürüdüm Çark Caddesine doğru… Dünya o çarkın kendisi miydi yoksa… Caddede yürümek Keremali Dağına tırmanmaktan zor geldi bana.. Ben o Çark Caddesinin neresinde kaybolduğumu bilmiyorum. Rüyadaymışım duygusunu içimden hala atabilmiş değilim. Bütün güzelliklerine rağmen imam hatiplerin altın çağı geçmişte değil gelecektedir. Buna bütün kalbimle inanıyorum. Keremali Dağını yaşayanlar bu türkünün bitmeyeceğini de bilir zaten…