Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Adatepe ve Zeus Altarı

Adatepe ve Zeus Altarı
 

Deniz tarafından baktığınızda, önündeki Zeus Altarı'nın bulunduğu tepeden dolayı köyü görmeniz zordur. İmkansızdır diyeceğim ama camiinin, ön tarafındaki harap binaların yanından deniz görülebiliyor. O zaman, denizden de bu kısım görülebiliyor demektir. Buna rağmen, Adatepe'yi ilk kuranların ve sonrakilerin, denizden görülmemeyi arzu ettiklerini düşünebiliriz. O yıllarda korsanlar tarafından bilinmeyi kim isterdi ki? Onlar tarafından görülmek ve bilinmek, ölmek veya en azından yağma edilmek demekti.

Adatepe'nin tarihinin antik çağlara kadar gittiği söyleniyor. Cumhuriyet kurulmadan, daha doğrusu Türk- Yunan savaşından önce, Rumlarla Türkler bu köyde birlikte yaşıyorlardı. Aslında çevredeki bir çok köyde mesela Altınoluk'ta, (eski adı Papazlık'tır) Narlı'da da durum aynı idi. Savaş bu dengeyi bozdu. Girit'li ve Middilli'li olan Türkler bu yörelere göçerken, Rumlar da o tarafa gitmek zorunda kaldı. Buna mübadele (değişim) de deniyor.

Şu anda hayatta olmayan yaşlılardan dinlediklerime, yani onların bizzat şahitlik ettiklerine dayanarak anlatacak olursam, hiç birimizin zannedildiği kadar masum olmadığını söyleyebilirim. Yıllarca birbirlerinin yakın komşusu olmuş, dert ve mutluluklarını bölüşmüş insanların birden, nasıl düşmanlar haline geliverdiğini, birkaç gün önce var olan merhametin, yüreklerden nasıl siliniverdiğini anlatmak bile istemiyorum. Aynı durumun tersinden olarak, Midilli ve Girit' te birlikte yaşayan, rumlar ve türkler arasında da tezahür ettiğini tahmin ediyorum.

İnsanlar doğup büyüdükleri yurtlarını, geçimlerini kazandıkları topraklarını, kolay kolay terkedebilirler mi? Dünyanın insan olan her yerinde olduğu gibi buralarda da çok acılar yaşanmış, çok canlar yanmış, çok ağıtlar yakılmıştır. Taş binaların loş odalarında, çok ahlar yankılanmıştır. Zamana ve izbe köşelerine sinmiş ümitsiz avazlara direnemeyen duvarlar sonunda, çatlayıp yıkılmıştır. Yıllarca yaralarını saracak, içine, eski mutlu günlerin neşesini salacak eller beklemiştir. Bazıları umduğuna kavuşmuş ama bazıları hala, terkedilmişliğin kahrını yaşamaktadır..

Adatepe, sadece rumlar tarafından değil, sonraki yıllarda türkler tarafından da terkedilmiştir. Zamanla ortadan kalkan korsan tehlikesi, iskele (yani liman) olarak kullanılan Küçükkuyu'yu; ulaşım ve ticaret kolaylığı açısından, yerleşim için cazip hale getirmiş bu da, göçün sebebi olmuştur. Karayollarının ve ulaşım araçlarının yetersiz olduğu o yıllarda, iskeleye yakın olmak büyük bir avantajdır.

Böylece ilk kanalizasyon sistemine sahip olduğu, hane sayısının 500 e dayandığı; hamamının, fırınının, kahvehanesinin, meyhanesinin, kunduracısının, berberinin ve zeytinyağı fabrikalarının bulunduğu anlatılan köy giderek boşalmış; en basit ihtiyaçların bile giderilemediği bir mahrumiyet yerine dönüşmüştür. Buna paralel olarak Küçükkuyu da büyümüştür. (1)

Yan giriş kapısı üzerinde 1943 yılında yapıldığı belirtilen, ilkokulun büyüküğüne baktığımızda, köyün o yıllardaki nüfusunun hatırı sayılır bir miktarı teşkil ettiğini düşünebiliriz. Şimdi okulda seminerler ve bazı etkinlikler düzenlenmektedir. Bu, aynı zamanda okulun, harabe haline gelmesini önleyecek bir tedbir anlamına da gelmektedir.

Köy, sit alanı olarak tescil edildikten sonra, meraklıların ilgisini çekmiştir. Bir çok bina, eski sahiplerinden alınarak restore edilmiş, konut ve motel olarak kullanılmaktadır. (2)

Eğer eski insanların ayak seslerini duymak, yaşlı duvarara sinmiş silüetleri seyretmek, yüzyıl ve daha öncesini yaşamak istiyor ve bundan haz alıyorsanız, Adatepe gibi yerler tam size göredir. İnsanların dikkatinizi dağıtıp konsantrenizi bozmayacağı tenha bir köşeye oturup çevreyi seyre daldığınızda; hayal gücünüz yeterliyse, iki yanında taş binaların yükseldiği bir sokakçık, size bunu sağlayacaktır.

Adatepe Köyü'nün girişinden sağ tarafa dönüp toprak yoldan tahminen 700 metre kadar yürüdüğünüzde, üzerinde Zeus Altar'nın bulunduğu kayaya ulaşırsınız. Bu kayadan baktığınızda, körfezin büyük bir kısmını kuş bakışı görebilirsiniz. Bu bakıştan sonra; "ben dünyanın bu kadar güzel olduğunun hiç farkında değilmişim" diyebileceğiniz gibi, " Bu da bir şey mi? Ben daha güzelini gördüm" de diyebilirsiniz.

Zeus Sunağı tesmiye edilen kayanın, deniz tarafındaki cephesinde, sonu boşluğa açılan merdivenler bulunuyor. Bunların üzerinden; "Zeus'a adanan insanlar buradan aşağıya gönderiliyordu" gibi egzotik ve trajik efsaneler üretilebilir. Nitekim üretilmiştir de... Benim tahminim ise; "merdivenlerin devamı, bir kısmı toprağa gömülmüş olarak duran aşağıdaki kayalarda bulunmaktadır. Ana gövdeden yani sunaktan kopan parçalardan ötürü merdivenlerin ucu boşlukta kalmıştır." şeklindedir. Denizi karşınıza aldığınızda dağ tarafında kalan merdivenden sunağa (veya kayaya) çıkabiliyorsunuz.

İnsan eliyle yontulmuş kayanın tam ortasında bulunan su sarnıcının Antik Yunan'dan kalma olmadığını düşünüyorum. Bunun daha sonraki yıllarda hristiyan keşişler tarafından yapılmış olabileceğini zannediyorum. Buralar bir yaz mevsiminde, suyu hayal bile edemeyeceğiniz kadar kurak yerlerdir. Sahilden yükseldiğinizde, öyle her yerde pınarlar falan yoktur. İşte bu sarnıçlar yaz boyu, insanların su ihtiyacını karşılar. Eğilip baktığımda çağdaş ülkemin, çağdaş insanlarının (!) çöplük haline getirdiği, boş su şişelerini, yiyecek artıklarını ve ıslak mendillerini attığı sarnıçta, hala su olduğunu gördüğümde şaşırdım.

Zeus Altarı, Adatepe veya başka bir tarihi mekan! Hepsi bize bir şeyleri hatırlatıyor. İnsanları, hayatlarını, umutlarını, sevinçlerini, acılarını, hayallerini ve sonlarını... Ve "son"dan daha önce, yapmamız ve yapmamamız gerekenleri...

Not: Zeus, eski Yunan tanrılarındandır. Zannımca Çanakkale Boğazı'ndan yukarı, Ege Denizi'nden aşağı geçmiyordu. Çünkü daha ileride, kendi bölgelerini işaretleyerek belirlemiş başka tanrılar vardı. Böylece, Ege'den ve Edremit Körfezi'nin tamamına yakın kısmından sunağın bulunduğu yeri görebiliyordu. Sunuların kim tarafından, ne amaçla ve ne kıymette yapıldığını izleyebiiyordu. Dağ lav püskürtmeye başladığında, "Ey yüce Zeus! Olimpos'ta gene neler oluyor? Ne kusur ettik te ateş kusuyor?" diye sorduklarını duyabiliyordu. Duyabiliyordu da... tam o sırada denizden yeni çıkmış, yüz üstü yatarak denizden gelen meltemin keyfini çıkarıyor oluyordu... O yüzden, Olimpos'un üzerine bulutları sürükleyip, yağmur yağdırarak ve ateşi söndürmek zor geliyordu. Görevi, kendisi gibi güneşlenen, Herkül'e, yaptırmak istiyordu. Herkül de aynı kafada olduğundan bu işi Herakles'e havale ediyordu. Böylece horozun çok olduğu yerde sabah çabuk oluyordu yani Olimpos'un ateşi hiç sönmüyordu.

(1) ve (2) numarayla gösterilen kısımlarda, aşağıdaki sitede bulunan bilgilerden yararlanılmıştır.
http://www.adatepekoyu.com/pages/indexturk.htm

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..