- Kategori
- Genel Sağlık
Aile Hekimliği ilk yılında duvara tosladı

Köylerde kısa bir eğitimle imam ve öğretmenler sağlık hizmeti verebilir.
16 Eylül 2009 tarihli yerel gazetelerde Vilayet Basın Müdürlüğünün bir basın bülteni yayınlandı. İçerik Aile Hekimliği ile ilgiliydi. Bülten, dünyanın neresinde uygulandıysa beraberinde çok büyük sorunlar, sağlıkta yıkım, gelir dağılımdaki dengesizliklerin iyice derinleşmesi, toplum sağlığında çöküş getiren Aile Hekimliği uygulamasında karşılaşılan sorunların tartışıldığı bir toplantı hakkında kamuoyunu bilgilendiriyordu.
Toplantıda Aile Hekimliği uygulaması nedeniyle köylerde sağlık personeli kalmadığı, vatandaşların muzdarip olduğu ifade edildi. Bunun üzerine Vali Özçimen ibretlik ve özünde suç olan bir öneride bulundu. Öğretmenlerin ve imamların kısa bir kurstan geçirilerek pansuman, enjeksiyon gibi basit sağlık hizmetlerinin yerine getirilebileceğini ifade etti. Öte yandan bu kurumlarda suiistimallerin olduğu, bunu önlemek için katılım payı alınması gerektiği ve hastanın müşteri olarak görülmesi gerektiği gibi deli saçması görüşler ileri sürdü. Vali Özçimen’in bu ibret verici, ilin en büyük mülki amirinin sorunlar karşısında acizliğini gösteren öneriyi eğitim sendikaları atladı, sadece Isparta-Burdur Tabip Odası Başkanlığından eleştiri ve itiraz geldi. Isparta-Burdur Tabip Odası Başkanı Uz. Dr. Metin Aydın, köyde imamın ve öğretmenin sağlık hizmetleri için kullanılma önerisinin “trajikomik bir olay” olduğunu ifade etti.
Aydın’ın verdiği bilgiye göre, Burdur Aile Hekimliği kapsamında, 3327 kişiye bir aile hekimi düşmektedir. Aile Hekimliği öncesi Burdur ilinde 1. Basamak sağlık hizmetleri 53 sağlık ocağında ve 141 pratisyen hekim ve diğer sağlık çalışanları ile veriliyor idi. Aile Hekimliği koşullarında 32 Aile Sağlık Merkezinde 71 aile hekimi çalışmaktadır. Bir yıldır uygulanan Aile Hekimliği kapsamında şimdiye kadar 18’i Burdur kırsalında, yani köylerde, 3 tanesi merkezde olmak üzere 21 sağlık ocağı kapatılmıştır. Birçok köy ve beldede sağlık evleri kapatılmıştır. Buralarda çalışan ebe, hemşire, sağlık memurlarının il veya ilçe merkezlerinde bulunan Toplum Sağlığı Merkezleri’nde toplanmıştır. Burdur Valiliği de ikrar etmektedir, toplantıdan o anlaşılmaktadır. Aile Hekimliği Uygulamasının başladığı ilk günden itibaren öncelikle kırsal bölgelerdeki halkımız mağdur olmaya, en temel sağlık hizmetlerini dahi almakta zorlanır hale gelmiştir. Buna isyan eden Bağsaray, Kozluca ve Aziziye halkı ‘Biz AB’yi değil Sağlık Ocağımızı istiyoruz’ diye gösteri yapmışlar, kendilerine yaşamak zorunda bırakıldıkları mağduriyetlere isyan etmişlerdir.
Aile Hekimliği üzerine Mart/ 2007’de, Burdur gazetesinde Selenga köşemde üç makale yazarak görüşlerimizi kamuoyuna iletmiştik. Aile Hekimliğinin devletin sağlık hizmetlerinden elini eteğini çekme girişimi olduğunu, Aile Hekimliğinin başladığı her yerde sağlık alanını kaosa çevirdiğini, Burdur’da da sağlıkta karışıklıkların ve üstesinden gelinemez sorunların ortaya çıkmasına neden olacağını belirtmiştik.
Çağdaş bir devletin temel görevlerinden olan sağlık alanında devlet epeydir toplumsal görevi sırtından atma girişimleri başlatmıştır. Nasıl ki, eğitimde “paran kadar eğitim!” politikası uygulayarak eğitimi piyasalaştırma süreçlerinde at koşturuyorsa, sağlığı da piyasalaştırma, özelleştirme yolunda ilerlemektedir. Bu girişimlerini de, tabii ki, “Sağlıkta Dönüşüm Programı” gibi, “Özel muayene sistemini tarihe gömeceğiz!” gibi birtakım yaldızlı, parlak, kulağa hoş gelecek sloganlarla perdeleyerek yapmaktadır. Sayın Bakan Recep Akdağ 3 Mart’ta Burdur ziyaretinde Burdur’un aile hekimliğinde pilot bölge seçildiğini belirterek şöyle demiş: “Biz bu hususta halkın menfaatini korumak üzere bir sistem oluşturuyoruz. Bu durumda tabii ki birilerinin menfaatleri zedeleniyor. Birileri sağlığı bir piyasa işi gibi görüyor. Çalışmalarımızla, vatandaşın üzerinden sebeplenme imkânı ortadan kalkıyor.” Gazeteler şöyle sürmanşetten vermiş haberi: “Muayenehaneye çağırma, ameliyat parası alma devri kapandı.” Oysa herkes bilmektedir ki, başladığı her yerde ve canlı örnekleri Batı’da görüldüğü gibi, aile hekimliği uygulaması, merkezinde sağlık ocaklarının bulunduğu, halkın yararına ve toplumsal, kamucu bir uygulama olan mevcut sağlık sisteminin koruyucu hekimlik uygulamasını tasfiye edecek bir İMF uygulaması olacaktır. Bütün meseleleri mevcut sistemi çökertmektir. Tıpkı diğer uygulamalarda olduğu gibi, iyi çalışan bir işletmenin şu veya bu şekilde önce çökertilerek halkın gözünden düşürülmesi ve sonra da özelleştirilmesi, yani “babalar gibi” satılması süreçleri aynen sağlıkta da uygulanmaktadır. “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adını verdikleri olay, sağlığın temel bir devlet görevi olmaktan çıkarılması, sağlığın özelleştirilmesi (piyasalaştırılması) olayıdır. “Paran kadar sağlık!” denkleminin altyapısıdır. Bakan alenen herkesi kör âlemi salak sanma yanlışlığı içinde bol keseden atmakta, “özel muayene sistemini tarihe gömeceğiz!”, “Vatandaşın başka adreslere muayeneye gönderme dönemi bitmiştir!” gibi kulağa hoş gelen yaldızlı sözlerle halkı kandırmaktadır. Bir kere aile hekimliğinin başladığı her yerde sağlık alanında korkunç bir kargaşalık yaşanmaktadır. Sağlık çökmekte, at izi it izine karışmakta, kimin ferman okuduğu bu toz duman içinde anlaşılamamaktadır. Sözde aile hekimliği sistemi kamu sağlık sisteminin piyasalaştırılmasıdır. AKP hükümeti sözde aile hekimliği uygulamasıyla sağlık ocaklarımızı kapatmak istemektedir. Sağlık, kamu hizmeti olmaktan çıkarılıyor. Bu proje, sosyal devletin “sağlık alanındaki bütün yükümlülükleri”nden sıyrılması demektir. Bu proje hastalıklı bir toplum yaratma, çok uluslu ilaç şirketleri için pazar yaratma programıdır. Bu proje büyük devrimci Atatürk’ün müthiş tanımlamasıyla “kimsesizlerin kimsesi” olan cumhuriyet düşmanlarının projesidir. Cumhuriyeti kuranların ilk saptadıkları gerçek, Mustafa Kemal’in deyişiyle söylersek, “Bir siyasi teşekkülün en öncelikli görevi sağlıklı toplumu yaratmak ve korumaktır.” Hiçbir hükümet sözde aile hekimliği projesiyle, kamu sağlık hizmetini havaya uçurarak “en öncelikli görevini”, “sağlıklı toplum yaratma ve koruma” görevini yerine getirmez. Mevcut sistemi niçin yıkmak istiyorlar İMF’ci neoliberal iktidarlar? Bunun yanıtı, özünde, 1963 yılında, 27 Mayıs Devrimi’nin rüzgârlarının tatlı esintileri ortamında çıkarılan 224 sayılı sosyalizasyon yasasıyla kurulmuş olan sağlık ocakları bulunan mevcut sistemin koruyucu sağlık sisteminde yatmaktadır. Sağlık ocakları, halkın ilk karşılaştığı birinci basamak sağlık hizmetlerinin verildiği kuruluşlardır. Bu bir paket programdır. Özünde koruyucu sağlık hizmeti vardır. İçinde aşılama vardır; bebek izlenmesi vardır; çocuk takibi vardır; okul sağlığı vardır; halkın sağlık konu ve hizmetleri konusunda aydınlatılması vardır; aşılama vardır vs… Sağlık ocağı kendine yeterli bir yuvarcık, içinde sağlık hizmeti veren ve birbirine bağlı (ebe, doktor, hemşire, sağlık memuru, sağlık teknisyeni, laborant gibi) sağlık unsurlarının bulunduğu bir birim gibidir; bir ekiptir. Ve kurulduğu zamandan beri dünyada örnek gösterilen bir sistemdir sağlık ocakları ve sosyalizasyon sistemi… Halkçı, devletçi ve demokratik özellikler taşımaktadır. Bundan sonra, yani sözde aile hekimliği uygulamasına geçildikten sonra, devlet sağlık ocakları binalarını oda oda “aile” doktorlarına kiraya verecektir. Başka bir işe yaramaz çünkü bu tesisler… Sözümona aile doktoru çevresinde eski mesai arkadaşı doktor ve hemşire vs. arkadaşlarını ücretli elemanlar olarak da çalıştırmaya başlayacaktır. Şimdi burada halkın sağlığının yanında derhal karşımıza çıkan bir sorun daha var. Buradaki sağlık elemanlarının, doktorundan hemşiresine kadar hepsinin iş güvencesi de kalmamıştır artık. Memur olmaktan çıkmış, bir ticarethanenin sahibi ve çalışanları haline gelmişlerdir. Bu derece vahim bir gelişme konusunda sağlık elemanından sağlık hizmeti alanına kadar milyonlarca insan vahim bir vurdumduymazlık içinde, kör bir gaflet ve tevekkül içinde debelenmektedir. Sözümona aile hekimliği Genel Sağlık Sigortasıyla birlikte uygulamaya sokulmaktadır. Sağlık sigorta primi ödemeyenler doktora gidemezler. Sözde aile doktorunun vizitede ilk bakacağı bu primin ödenip ödenmediği olacaktır. Çoğu zaman primini ödeyemeyen milyonlarca Bağ-Kurlunun (yüzde 40’ı) kulakları çınlasın! Öte yandan, GSS Yasasıyla Bakanlar Kurulunun yüzde 20 ilaç katkı payını her yıl beş katına çıkarma yetkisi var. Diş işlemlerinde protez katkı payını yüzde 30’a yükseltebilir. Dünyadaki uygulamaları mutlak bir başarısızlık ve halk kitlelerinin sağlığının perişan olmasıyla sonuçlanmış bir deneyimi yeniden yaşamaya çalışmak, öğrenilmiş olanı kafayı taşlara vura vura yeniden öğrenme çabasından başka ne anlam ifade eder. Halkımız henüz işin vahametinin ayırdında değil diye yazmışız. Ve Burdur’da sözde aile hekimliği başlarsa şöyle “kehanet”te bulunmuşuz: —Sağlık ocakları kapatılacak; —Herkes genel sağlık sigortası pirimi ödeyecek, çalışan ya da emekli farketmez; —Prim ödemeyen sağlık hizmeti alamayacak; —Sağlık karneleri ücretsiz ilaç almaya yaramayacak, halkımız ilaca cebinden şimdiki uygulamanın beş-on kat üzeri para ödeyecek, —YEŞİL KARTLAR İPTAL EDİLECEK; —Çocukların aşılanması, gebelerin izlenmesi yeterli ve düzenli olmayacak; —Sağlık Ocağı kapatılınca, doktor, ebe, hemşire, sağlık teknisyeni ekibi olmayacak, sağlık hizmeti aksayacak. —Birkaç doktorun yaptığı işi bir doktor yapacağı için evinize doktor gelmeyecek. —Kronik hastalığı olanlar hiçbir aile hekimine kayıt olamayacak. —Parasız ve eşit sağlık hizmeti yerine paran kadar sağlık hizmeti sistemi geçerli olacak. —Koruyucu sağlık hizmetleri verilmeyecek... Koruyucu hekimlikte belirleyici olan aşı, okul taraması, çevre kirliliği ile mücadele, yurttaşın sağlık kültürü edinmesi çalışmaları yapılmayacak. Her alanda olduğu gibi sağlık alanında da AB’den yılan çıkmıştır, define yerine! Zira sözde aile hekimliği uygulaması AB uyum yasalarının ve uluslar arası ilaç şirketlerinin dayatması halk düşmanı bir uygulamadır. AKP hükümeti “sağlıkta dönüşüm” diye diye gerçekte ileri ve kamucu bir uygulama olan birinci basamak sağlık kuruluşlarını -sağlık ocaklarını kapatmayı kafasına koyduğu gibi “kuyrukları önleyeceğiz!” diye diye işçinin primleriyle kurulmuş olan Sigorta hastanelerini Sağlık Bakanlığına devretti. Şimdi iğne atsan hastadan geçilmemektedir devlet hastanelerinde. Peki, çare nedir? Emperyalizmin denetiminden uzak milli bir hükümet kurma adımıyla başlayacak tek ve biricik çarenin basamakları şunlardır: Özelleştirme girişiminden vazgeçmek ilk adım olacaktır… Sonra behemehal AB aday üyeliğinden tek taraflı olarak ayrılmaktır. Bu girişimlerin ardından; Bütün yurttaşlara nitelikli ve parasız sağlık hizmeti verebilmek için bütün yurttaşlarımız sosyal güvenlik kapsamına alınmalı... Sağlık alanında her düzeydeki eşitsizliğe son verebilmek için birkaç yıl içinde sağlık hizmetleri parasız hale getirilmelidir. Türkiye’nin bu alanda yeterli kapasite ve kaynakları bulunmaktadır. Sağlık hizmetleri işyeri, mahalle, köy ve okullar baz alınarak yeniden örgütlenmeli, halkın ayağına götürülmeli… Sosyal güvenlik kurumlarının özel kesimden alacakları hızla ve olduğu gibi tahsil edilmesiyle deniz derya bir kaynak ortaya çıkacaktır. “İnsan sağlığını piyasaya feda eden, hastayı müşteri olarak gören ve çoğaltan sistem değiştirilmeli… Para kazanmaya değil, hastalıkları önleyici sağlık hizmetine öncelik verilmeli… Halkın sağlık bilgisi yaygın eğitim kampanyalarıyla geliştirilmeli.” Sağlık hizmetlerinin planlaması, yönetilmesi ve denetimine, sağlık görevlileri kadar hizmetten yararlananların, halkın bilinçli ve etkin katılımı sağlanmalı… Ucuz ve nitelikli ilaç sağlanmalı… Milli ilaç sanayisi, yabancı ilaç tekellerine karşı korunmalı ve desteklenmeli… Milli güvenlik zorunluluğu nedeniyle, Dünya Sağlık Örgütü’nün yüz temel ilaç ve aşılar yurdumuzda üretilmeli… Yurdumuzda üretilebilen ilaçlar ve aşıların ithalatı durdurulmalı… Yabancı ilaçlara ruhsat verme durumu sıkı kayıtlara ve süreye bağlanmalı… Sağlığa zararlı bilinçsiz ilaç tüketiminin kışkırtılmasına son verilmeli, halk bu konuda seri eğitim çalışmalarıyla ve ilanlarla eğitilmeli… Bu önlemler tabii ki, köklü bir sistem değişikliği gerektiren; toplumda tepeden tırnağa bir felsefe ve yöntem değişikliğini zorunlu kılan koşullardır. Ancak başka türlü de kökten çare yoktur. Bütün bu saydığımız ve aklımıza gelmeyip sayamadığımız zorunluluklar ve önlemler emperyalizmin denetiminden kurtulmuş, gerçekten milli ve demokratik bir hükümetle gerçekleşebilir. Türk milleti büyük bir millet olarak böyle bir hükümete de layıktır. Eninde sonunda kendi karakterine, kendi tabiatına, zengin tarihsel derinliğine, kendi azametine aykırı olan hükümetlerden kurtulacak olan milletimiz halkçı-devletçi milli hükümetini behemehal kuracaktır. Bu kaçınılmazdır. Yıkılmakta olan bu cumhuriyetin elbet refleksleri vardır. İşte onların ortaya çıkmasıyla gelişecek devrimci ataklar sürecinde behemehal antiemperyalist, milli bir programa sahip olan milli bir hükümet kurulacaktır. http://www.fatihozcan.org/makaleoku.php?id=117 http://www.fatihozcan.org/makaleoku.php?id=118 http://www.fatihozcan.org/makaleoku.php?id=120
Toplantıda Aile Hekimliği uygulaması nedeniyle köylerde sağlık personeli kalmadığı, vatandaşların muzdarip olduğu ifade edildi. Bunun üzerine Vali Özçimen ibretlik ve özünde suç olan bir öneride bulundu. Öğretmenlerin ve imamların kısa bir kurstan geçirilerek pansuman, enjeksiyon gibi basit sağlık hizmetlerinin yerine getirilebileceğini ifade etti. Öte yandan bu kurumlarda suiistimallerin olduğu, bunu önlemek için katılım payı alınması gerektiği ve hastanın müşteri olarak görülmesi gerektiği gibi deli saçması görüşler ileri sürdü. Vali Özçimen’in bu ibret verici, ilin en büyük mülki amirinin sorunlar karşısında acizliğini gösteren öneriyi eğitim sendikaları atladı, sadece Isparta-Burdur Tabip Odası Başkanlığından eleştiri ve itiraz geldi. Isparta-Burdur Tabip Odası Başkanı Uz. Dr. Metin Aydın, köyde imamın ve öğretmenin sağlık hizmetleri için kullanılma önerisinin “trajikomik bir olay” olduğunu ifade etti.
Aydın’ın verdiği bilgiye göre, Burdur Aile Hekimliği kapsamında, 3327 kişiye bir aile hekimi düşmektedir. Aile Hekimliği öncesi Burdur ilinde 1. Basamak sağlık hizmetleri 53 sağlık ocağında ve 141 pratisyen hekim ve diğer sağlık çalışanları ile veriliyor idi. Aile Hekimliği koşullarında 32 Aile Sağlık Merkezinde 71 aile hekimi çalışmaktadır. Bir yıldır uygulanan Aile Hekimliği kapsamında şimdiye kadar 18’i Burdur kırsalında, yani köylerde, 3 tanesi merkezde olmak üzere 21 sağlık ocağı kapatılmıştır. Birçok köy ve beldede sağlık evleri kapatılmıştır. Buralarda çalışan ebe, hemşire, sağlık memurlarının il veya ilçe merkezlerinde bulunan Toplum Sağlığı Merkezleri’nde toplanmıştır. Burdur Valiliği de ikrar etmektedir, toplantıdan o anlaşılmaktadır. Aile Hekimliği Uygulamasının başladığı ilk günden itibaren öncelikle kırsal bölgelerdeki halkımız mağdur olmaya, en temel sağlık hizmetlerini dahi almakta zorlanır hale gelmiştir. Buna isyan eden Bağsaray, Kozluca ve Aziziye halkı ‘Biz AB’yi değil Sağlık Ocağımızı istiyoruz’ diye gösteri yapmışlar, kendilerine yaşamak zorunda bırakıldıkları mağduriyetlere isyan etmişlerdir.
Aile Hekimliği üzerine Mart/ 2007’de, Burdur gazetesinde Selenga köşemde üç makale yazarak görüşlerimizi kamuoyuna iletmiştik. Aile Hekimliğinin devletin sağlık hizmetlerinden elini eteğini çekme girişimi olduğunu, Aile Hekimliğinin başladığı her yerde sağlık alanını kaosa çevirdiğini, Burdur’da da sağlıkta karışıklıkların ve üstesinden gelinemez sorunların ortaya çıkmasına neden olacağını belirtmiştik.
Çağdaş bir devletin temel görevlerinden olan sağlık alanında devlet epeydir toplumsal görevi sırtından atma girişimleri başlatmıştır. Nasıl ki, eğitimde “paran kadar eğitim!” politikası uygulayarak eğitimi piyasalaştırma süreçlerinde at koşturuyorsa, sağlığı da piyasalaştırma, özelleştirme yolunda ilerlemektedir. Bu girişimlerini de, tabii ki, “Sağlıkta Dönüşüm Programı” gibi, “Özel muayene sistemini tarihe gömeceğiz!” gibi birtakım yaldızlı, parlak, kulağa hoş gelecek sloganlarla perdeleyerek yapmaktadır. Sayın Bakan Recep Akdağ 3 Mart’ta Burdur ziyaretinde Burdur’un aile hekimliğinde pilot bölge seçildiğini belirterek şöyle demiş: “Biz bu hususta halkın menfaatini korumak üzere bir sistem oluşturuyoruz. Bu durumda tabii ki birilerinin menfaatleri zedeleniyor. Birileri sağlığı bir piyasa işi gibi görüyor. Çalışmalarımızla, vatandaşın üzerinden sebeplenme imkânı ortadan kalkıyor.” Gazeteler şöyle sürmanşetten vermiş haberi: “Muayenehaneye çağırma, ameliyat parası alma devri kapandı.” Oysa herkes bilmektedir ki, başladığı her yerde ve canlı örnekleri Batı’da görüldüğü gibi, aile hekimliği uygulaması, merkezinde sağlık ocaklarının bulunduğu, halkın yararına ve toplumsal, kamucu bir uygulama olan mevcut sağlık sisteminin koruyucu hekimlik uygulamasını tasfiye edecek bir İMF uygulaması olacaktır. Bütün meseleleri mevcut sistemi çökertmektir. Tıpkı diğer uygulamalarda olduğu gibi, iyi çalışan bir işletmenin şu veya bu şekilde önce çökertilerek halkın gözünden düşürülmesi ve sonra da özelleştirilmesi, yani “babalar gibi” satılması süreçleri aynen sağlıkta da uygulanmaktadır. “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adını verdikleri olay, sağlığın temel bir devlet görevi olmaktan çıkarılması, sağlığın özelleştirilmesi (piyasalaştırılması) olayıdır. “Paran kadar sağlık!” denkleminin altyapısıdır. Bakan alenen herkesi kör âlemi salak sanma yanlışlığı içinde bol keseden atmakta, “özel muayene sistemini tarihe gömeceğiz!”, “Vatandaşın başka adreslere muayeneye gönderme dönemi bitmiştir!” gibi kulağa hoş gelen yaldızlı sözlerle halkı kandırmaktadır. Bir kere aile hekimliğinin başladığı her yerde sağlık alanında korkunç bir kargaşalık yaşanmaktadır. Sağlık çökmekte, at izi it izine karışmakta, kimin ferman okuduğu bu toz duman içinde anlaşılamamaktadır. Sözde aile hekimliği sistemi kamu sağlık sisteminin piyasalaştırılmasıdır. AKP hükümeti sözde aile hekimliği uygulamasıyla sağlık ocaklarımızı kapatmak istemektedir. Sağlık, kamu hizmeti olmaktan çıkarılıyor. Bu proje, sosyal devletin “sağlık alanındaki bütün yükümlülükleri”nden sıyrılması demektir. Bu proje hastalıklı bir toplum yaratma, çok uluslu ilaç şirketleri için pazar yaratma programıdır. Bu proje büyük devrimci Atatürk’ün müthiş tanımlamasıyla “kimsesizlerin kimsesi” olan cumhuriyet düşmanlarının projesidir. Cumhuriyeti kuranların ilk saptadıkları gerçek, Mustafa Kemal’in deyişiyle söylersek, “Bir siyasi teşekkülün en öncelikli görevi sağlıklı toplumu yaratmak ve korumaktır.” Hiçbir hükümet sözde aile hekimliği projesiyle, kamu sağlık hizmetini havaya uçurarak “en öncelikli görevini”, “sağlıklı toplum yaratma ve koruma” görevini yerine getirmez. Mevcut sistemi niçin yıkmak istiyorlar İMF’ci neoliberal iktidarlar? Bunun yanıtı, özünde, 1963 yılında, 27 Mayıs Devrimi’nin rüzgârlarının tatlı esintileri ortamında çıkarılan 224 sayılı sosyalizasyon yasasıyla kurulmuş olan sağlık ocakları bulunan mevcut sistemin koruyucu sağlık sisteminde yatmaktadır. Sağlık ocakları, halkın ilk karşılaştığı birinci basamak sağlık hizmetlerinin verildiği kuruluşlardır. Bu bir paket programdır. Özünde koruyucu sağlık hizmeti vardır. İçinde aşılama vardır; bebek izlenmesi vardır; çocuk takibi vardır; okul sağlığı vardır; halkın sağlık konu ve hizmetleri konusunda aydınlatılması vardır; aşılama vardır vs… Sağlık ocağı kendine yeterli bir yuvarcık, içinde sağlık hizmeti veren ve birbirine bağlı (ebe, doktor, hemşire, sağlık memuru, sağlık teknisyeni, laborant gibi) sağlık unsurlarının bulunduğu bir birim gibidir; bir ekiptir. Ve kurulduğu zamandan beri dünyada örnek gösterilen bir sistemdir sağlık ocakları ve sosyalizasyon sistemi… Halkçı, devletçi ve demokratik özellikler taşımaktadır. Bundan sonra, yani sözde aile hekimliği uygulamasına geçildikten sonra, devlet sağlık ocakları binalarını oda oda “aile” doktorlarına kiraya verecektir. Başka bir işe yaramaz çünkü bu tesisler… Sözümona aile doktoru çevresinde eski mesai arkadaşı doktor ve hemşire vs. arkadaşlarını ücretli elemanlar olarak da çalıştırmaya başlayacaktır. Şimdi burada halkın sağlığının yanında derhal karşımıza çıkan bir sorun daha var. Buradaki sağlık elemanlarının, doktorundan hemşiresine kadar hepsinin iş güvencesi de kalmamıştır artık. Memur olmaktan çıkmış, bir ticarethanenin sahibi ve çalışanları haline gelmişlerdir. Bu derece vahim bir gelişme konusunda sağlık elemanından sağlık hizmeti alanına kadar milyonlarca insan vahim bir vurdumduymazlık içinde, kör bir gaflet ve tevekkül içinde debelenmektedir. Sözümona aile hekimliği Genel Sağlık Sigortasıyla birlikte uygulamaya sokulmaktadır. Sağlık sigorta primi ödemeyenler doktora gidemezler. Sözde aile doktorunun vizitede ilk bakacağı bu primin ödenip ödenmediği olacaktır. Çoğu zaman primini ödeyemeyen milyonlarca Bağ-Kurlunun (yüzde 40’ı) kulakları çınlasın! Öte yandan, GSS Yasasıyla Bakanlar Kurulunun yüzde 20 ilaç katkı payını her yıl beş katına çıkarma yetkisi var. Diş işlemlerinde protez katkı payını yüzde 30’a yükseltebilir. Dünyadaki uygulamaları mutlak bir başarısızlık ve halk kitlelerinin sağlığının perişan olmasıyla sonuçlanmış bir deneyimi yeniden yaşamaya çalışmak, öğrenilmiş olanı kafayı taşlara vura vura yeniden öğrenme çabasından başka ne anlam ifade eder. Halkımız henüz işin vahametinin ayırdında değil diye yazmışız. Ve Burdur’da sözde aile hekimliği başlarsa şöyle “kehanet”te bulunmuşuz: —Sağlık ocakları kapatılacak; —Herkes genel sağlık sigortası pirimi ödeyecek, çalışan ya da emekli farketmez; —Prim ödemeyen sağlık hizmeti alamayacak; —Sağlık karneleri ücretsiz ilaç almaya yaramayacak, halkımız ilaca cebinden şimdiki uygulamanın beş-on kat üzeri para ödeyecek, —YEŞİL KARTLAR İPTAL EDİLECEK; —Çocukların aşılanması, gebelerin izlenmesi yeterli ve düzenli olmayacak; —Sağlık Ocağı kapatılınca, doktor, ebe, hemşire, sağlık teknisyeni ekibi olmayacak, sağlık hizmeti aksayacak. —Birkaç doktorun yaptığı işi bir doktor yapacağı için evinize doktor gelmeyecek. —Kronik hastalığı olanlar hiçbir aile hekimine kayıt olamayacak. —Parasız ve eşit sağlık hizmeti yerine paran kadar sağlık hizmeti sistemi geçerli olacak. —Koruyucu sağlık hizmetleri verilmeyecek... Koruyucu hekimlikte belirleyici olan aşı, okul taraması, çevre kirliliği ile mücadele, yurttaşın sağlık kültürü edinmesi çalışmaları yapılmayacak. Her alanda olduğu gibi sağlık alanında da AB’den yılan çıkmıştır, define yerine! Zira sözde aile hekimliği uygulaması AB uyum yasalarının ve uluslar arası ilaç şirketlerinin dayatması halk düşmanı bir uygulamadır. AKP hükümeti “sağlıkta dönüşüm” diye diye gerçekte ileri ve kamucu bir uygulama olan birinci basamak sağlık kuruluşlarını -sağlık ocaklarını kapatmayı kafasına koyduğu gibi “kuyrukları önleyeceğiz!” diye diye işçinin primleriyle kurulmuş olan Sigorta hastanelerini Sağlık Bakanlığına devretti. Şimdi iğne atsan hastadan geçilmemektedir devlet hastanelerinde. Peki, çare nedir? Emperyalizmin denetiminden uzak milli bir hükümet kurma adımıyla başlayacak tek ve biricik çarenin basamakları şunlardır: Özelleştirme girişiminden vazgeçmek ilk adım olacaktır… Sonra behemehal AB aday üyeliğinden tek taraflı olarak ayrılmaktır. Bu girişimlerin ardından; Bütün yurttaşlara nitelikli ve parasız sağlık hizmeti verebilmek için bütün yurttaşlarımız sosyal güvenlik kapsamına alınmalı... Sağlık alanında her düzeydeki eşitsizliğe son verebilmek için birkaç yıl içinde sağlık hizmetleri parasız hale getirilmelidir. Türkiye’nin bu alanda yeterli kapasite ve kaynakları bulunmaktadır. Sağlık hizmetleri işyeri, mahalle, köy ve okullar baz alınarak yeniden örgütlenmeli, halkın ayağına götürülmeli… Sosyal güvenlik kurumlarının özel kesimden alacakları hızla ve olduğu gibi tahsil edilmesiyle deniz derya bir kaynak ortaya çıkacaktır. “İnsan sağlığını piyasaya feda eden, hastayı müşteri olarak gören ve çoğaltan sistem değiştirilmeli… Para kazanmaya değil, hastalıkları önleyici sağlık hizmetine öncelik verilmeli… Halkın sağlık bilgisi yaygın eğitim kampanyalarıyla geliştirilmeli.” Sağlık hizmetlerinin planlaması, yönetilmesi ve denetimine, sağlık görevlileri kadar hizmetten yararlananların, halkın bilinçli ve etkin katılımı sağlanmalı… Ucuz ve nitelikli ilaç sağlanmalı… Milli ilaç sanayisi, yabancı ilaç tekellerine karşı korunmalı ve desteklenmeli… Milli güvenlik zorunluluğu nedeniyle, Dünya Sağlık Örgütü’nün yüz temel ilaç ve aşılar yurdumuzda üretilmeli… Yurdumuzda üretilebilen ilaçlar ve aşıların ithalatı durdurulmalı… Yabancı ilaçlara ruhsat verme durumu sıkı kayıtlara ve süreye bağlanmalı… Sağlığa zararlı bilinçsiz ilaç tüketiminin kışkırtılmasına son verilmeli, halk bu konuda seri eğitim çalışmalarıyla ve ilanlarla eğitilmeli… Bu önlemler tabii ki, köklü bir sistem değişikliği gerektiren; toplumda tepeden tırnağa bir felsefe ve yöntem değişikliğini zorunlu kılan koşullardır. Ancak başka türlü de kökten çare yoktur. Bütün bu saydığımız ve aklımıza gelmeyip sayamadığımız zorunluluklar ve önlemler emperyalizmin denetiminden kurtulmuş, gerçekten milli ve demokratik bir hükümetle gerçekleşebilir. Türk milleti büyük bir millet olarak böyle bir hükümete de layıktır. Eninde sonunda kendi karakterine, kendi tabiatına, zengin tarihsel derinliğine, kendi azametine aykırı olan hükümetlerden kurtulacak olan milletimiz halkçı-devletçi milli hükümetini behemehal kuracaktır. Bu kaçınılmazdır. Yıkılmakta olan bu cumhuriyetin elbet refleksleri vardır. İşte onların ortaya çıkmasıyla gelişecek devrimci ataklar sürecinde behemehal antiemperyalist, milli bir programa sahip olan milli bir hükümet kurulacaktır. http://www.fatihozcan.org/makaleoku.php?id=117 http://www.fatihozcan.org/makaleoku.php?id=118 http://www.fatihozcan.org/makaleoku.php?id=120