Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '20

 
Kategori
Öykü
 

Akküre Pandemisi

BAŞKA BİR GALAKSİDE, BAŞKA BİR GEZEGENDE PANDEMİ...

***

            Ben Yüzbaşı Unyolo…Yedi refakat gemisinden oluşmuş küçük bir savaş filosuna komuta ediyorum. Bizim esas görevimiz koruma yapmaktır. Yani silahsız gemilerin her türlü tehlikeye karşı korunması bizim üzerimizdedir. Yalnız bizim sistemimizde değil galaksinin her köşesinde sefere çıkan yük veya yolcu gemilerine refakat görevi yapıyoruz. Elli yıl önce buna gerek yoktu. Uzay gemileri gezegenler ve yıldız sistemleri arasında güvenle gidip gelirdi. Ancak bir defa barış bozulunca galaksimizin bazı sektörleri güvensiz hale geldi. Hatta ufak tefek çatışmalar zincirleme reaksiyon gibi gittikçe büyüyerek savaşlara evrildi. Ben bu savaşlara hiç katılmadım ama netameli bölgelerde çokça bulundum. Bir defasında en önemli kolonilerimizden biri olan Akküre gezegenine malzeme götüren büyük bir kargo gemisine eşlik ediyorduk. Gemilerimizin itki sistemi ışık altı hız yapabilen iyon plazma motoruydu. Bu yüzden kurt deliklerine girip akıl almaz mesafeleri bir solukta alamıyorduk. Yolculuklarımız aylar hatta bir yıl sürebiliyordu. Akküre yolunda da neredeyse hedefe yaklaşmıştık. Gezegene bir milyar kilometre yolumuz kalmıştı. Aylar boyunca hep aynı manzarayı seyretmekten gına gelmişti. Bir an önce hedefimize varmaya can atıyorduk. Zaten birkaç saat içinde Akküre’ye ulaşacak ve her yanı karla kaplı bu gezegende eğlenceli birkaç gün geçirecektik. Ardından tekrar üsse dönmek üzere yola çıkmayı düşünüyorduk.

            Fakat bu parlak hayallerimiz çok uzun sürmedi. Ekranlarda bize doğru yaklaşan gemileri görünce işlerin karıştığını anlamıştım. Çünkü yolumuzu kesmeye geldikleri belliydi. Birileri Akküre’ye varmamızı istemiyordu galiba? Üstelik bir haylide kalabalıklardı. Evvela onlarla temas kurup çatışmayı önlemek istedim ama olmadı. Adamlar yalnızca tek kelime ettiler: “Hücum” E, bizim elimiz armut toplayacak değildi ya. Derhal savunma opsiyonuna geçip meçhul düşmanımızı karşıladık. Ardından karanlık uzay sayısız lazer topundan çıkan ışınlarla alev aldı sanki. Sancak gemisinin köprüsünde tam bir sükunet hakimdi. Hepimiz profesyonel birer savaşçı olarak sakin sakin üzerimize düşeni yapmaya çalışıyorduk.

            Düşman hucümü başlangıçta çok tehlikeli olmuştu. Gemilerimizden ikisi ağır yaralar almış, savaş dışı olmuşlardı. Düşman gemileri açılan bu gedikten faydalanarak savunma hatlarımızı yarmışlar ve doğruca kargo gemisine yüklenmişlerdi. Bereket versin üzerinde çok etkili lazer bataryaları olan kargo gemisi bu saldırıyı püskürtmüş ve bize çok değerli bir zaman kazandırmıştı.

            Kendimizi toparlar toparlamaz bütün gücümüzle karşı saldırıya geçtik. Bu saldırımız o kadar şiddetliydi ki neye uğradığını anlayamayan düşman gemileri ağır yaralar alarak birer birer savaş meydanını terketmek zorunda kaldılar. Böylece birinci Akküre savaşı adını verdiğimiz bu muharebeyi kazanmış ve eşlik ettiğimiz gemiyi kurtarmıştık. Fakat bizim gemilerimizde de hatırı sayılır ölçüde zarar vardı. Üstelik iki gemimiz tamamen saf dışı kalmıştı. Mürettebatlarını bizim gemilere nakletmiş ve onları uzayda ölüme terketmiştik. Bu nedenle Akküre’ye vardığımızda tersaneye girip, gemileri tamir ettirmekten başka bir iş yapamadık. Kurduğumuz tatil hayalleri boşa çıkmıştı.

            Aylar süren bir yolculuktan sonra tekrar kendi gezegenimize döndüğümüzde çok iyi bir haber aldık. Artık hepimiz ailelerimizin yanına gidebilecek ve ayaklarımızı rahatça uzatıp onlara başımızdan geçenleri anlatabilecektik.

            *  *  *

            Günler ne çabuk geçti. Nihayet üç aylık dinlenme süresinin sonuna gelmiştik. Bir hafta sonra yine uçmaya başlayacaktık. Koskoca bir hafta…İnsan sevdikleriyle birlikte olunca her saniyesini doya doya yaşayabileceği bir hafta…Fakat bu son lüks bize nasip olmadı. Amirallikten gelen acil bir emirle derhal gemilere dönmemiz ve harekete hazır olmamız emredilmişti. Bu defa hastane gemisi haline getirilmiş devasa bir yolcu gemisine eşlik edecektik. Rotamız yine Akküre’ydi.

            Son haftalarda Akküre’den kötü haberler geliyordu. Sebebi bilinmeyen müthiş bir viral hastalık bu küçük gezegeni kırıp geçirmeye başlamıştı. Binlerce insan ölmüş, onbinlercesi de hastanelere düşmüştü. Bu yüzden gezegenlerdeki üretim sekteye uğramış, stratejik maden sahaları birbir kapanmış, fabrikalar tatil edilmiş, tarım çiftliklerinde üretim sahaları terkedilmeye başlanmıştı. Akküre’deki doktorlar başlangıçta salgına karşı aslanlar gibi mücadele etmişlerdi. Ancak hastaneler dolmaya başlayınca sağlık sistemi sendelemişti. Akküre bu durumda Galaksi yönetiminden acil yardım istemiş, yönetim de en yakındaki gezegen olarak bize görev vermişti. Hastane gemisinde binlerce yatak vardı. Yüzden fazla viral enfeksiyon uzmanı doktor ve aşı geliştirme uzmanları da gemideydi. Gerçi biz aylar sonra oraya vardığımızda binlerce kişi daha ölebilirdi. Fakat hedefimize varır varmaz bu ölümcül salgını hep beraber yenecektik. Özellikle hastalığa karşı çok kısa zamanda bir aşı geliştirilip gezegen halkı süratle aşılanacaktı.

            Akküre’den devamlı S.O.S. sinyalleri geliyordu. Bu yüzden yolculuk hazırlıklarını bile tamamlamadan yola çıktık. Hatta henüz göreve dönmeyen personeli bile beklemedik. Onların yerine androitleri ikame ettik. Dış görünüş olarak insandan ayırt edilmesi zor olan bu robotlar son derece geliştirilmiş modellerdi.

  • *  *

Tahmin ettiğimiz gibi yolculuğumuz son derece sakin geçiyordu. Üstelik uzayın en çok çatışma olan bölgesinden geçtiğimiz halde hiçbir müdahaleye uğramamıştık. Çünkü taptığımız için insani bir görevdi bunca kavga ve şiddete rağmen bazı iyi duygular henüz kaybolmamıştı.

Hedefimize iki günlük bir yolumuz kalmıştı. Özel kabinime çekilip deliksiz bir uykuya dalmadan önce vardiya nöbetçi amiri Teğmen Rocca’nın yanına gittim. Benim koltuğuma kurulmuş olan androitin filoyu büyük bir ustalıkla idare ettiğini biliyordum. Bu yüzden içim rahat, kabinime döndüm. Ancak ben uyurken köprüde olanlardan tabii ki haberim olamazdı. Komuta kabinine yardımcı androitlerin ayak basması kesinlikle yasak olmasına rağmen kendisi de bir androit olan vardiya amirinin özel emriyle birçoğu içeri alınmıştı. Bu sırada ben deliksizce uyuyordum. Bir ara uyanıp duvardaki saate baktığımda tam beş saat uyumuş olduğumu gördüm. Fakat bir sorun vardı. Bir saat önce mutlaka uyandırılmam gerekiyordu. Çünkü her vardiya değişiminde kaptanın haberdar edilmesi mecburiyeti vardı. Galiba yeni vardiya amiri bu kuralı unutmuştu. Hemen başucumdaki telefonun düğmesine uzandım. Köprüyü aradığımda Teğmen Rocca’n'ın donuk üç boyutlu yüzü çıktı karşıma.

-Ne o Rocca? diye sordum.

-Sen hâlâ nöbeti devretmedin mi?

Teğmenin yüzü her zamanki gibi ifadesizdi.

-Köprüye gelseniz iyi olur kaptan, diye konuştu.

-Size ihtiyacımız var.

Sonra birden saygısızca geri döndü. Güçlü ve geniş omuzları ekranı doldurmuştu ama yanındaki eli silahlı androitleri görmemi engelleyememişti. Birden üzerimdeki örtüyü atıp ayağa fırladım. Alelacele üniformamı giydim ve belime bir lazer tabancası takarak köprüye doğru seğirttim. İçeri girdiğim zaman korktuğum şeyin başımıza geldiğini anladım. Hiçbirimizin aklından ucundan geçmeyen şey gerçekleşmiş ve geminin denetimi androitlerin eline geçmişti. Teğmen Rocca beni görünce robot yüzü mekanik bir gülümsemeyle kasıldı.

-Buyrun kaptan, diye konuştu.

-Size anlatacaklarım var. Önce silâhınızı çıkarıp bize teslim edin.

Üzerime çevrilmiş namlular yapılacak bir şeyin olmadığını gösteriyordu. Androitlerden biri silahımı alınca daha fazla dayanamadım,

-Çıldırdın mı sen? Neler oluyor burada?

Androit beni gerçekten çıldırtan bir soğukkanlıkla,

-Andoitler çıldırmaz kaptan! Sadece emirleri uygularlar.

-Emirler mi? Sen emirleri kimden alıyorsun?

-Bunu zamanla öğreneceksin. Şimdi sizden bir ricam var: Bütün gemi mürettebatlarına emredin de şu uğursuz hastane gemisine kilitlensinler. Hazır olunca ateş emrini ben vereceğim.

Demek androitlerin asıl hedefi hastane gemisiydi. Peki ama ne istiyorlardı bu gemiden? Ani bir kararla ayak diremeye karar verdim.

-Bunu kendin yapsana.

Androit arsız arsız güldü.

-Haydi kaptan. Ateşleme kodlarının sende olduğunu herkes biliyor.

-Böyle bir alçaklığı asla yapmam.

-Bal gibi yaparsın. Adamlarını birer birer vurduğumuzu görünce…

Gayri ihtiyarı ileri atılıp:

-Alçak hain! diye bağırdım.

Silahlı iki androit önümü kesti.

-Bunun hesabını vereceksin. Sonun pis bir hurdalık olacak.

Androit hiç etkilenmemiş gibiydi. Sırıtmaya devam ediyordu.

-Sana ve adamlarına bir saat müsaade. Düşün, taşın kararını ver. Ya dediğimi yaparsınız ya da hepiniz ölürsünüz.

Hoyratça koluma yapışan iki androite,

-Diğerlerinin yanına götürün, diye emretti.Tam kapıdan çıkarken,

-Unutma kaptan, diye seslendi arkamdan.

-Elli beş dakika vaktin kaldı.

*  *  *

            Tam 55 dakika sonra yine iki androitin eşliğinde komuta köprüsüne doğru ilerlerken son bir saat içinde olup bitenleri düşündüm. Kolumu mengene gibi sıkan androitler beni gözlem odasına doğru ittiğinde ilk gözüme çarpan şey arkadaşların bana çevrilen endişe dolu bakışları olmuştu. Onlar son derece ümitsiz görünüyorlardı ama ben kurtuluş planını yapmıştım bile. Fakat bu planı şimdi onlara anlatamazdım. Çünkü Teğmen Rocca’nın her şeyi dinleyip gözlediğini adım gibi biliyordum. Bu yüzden böylesi acil durumlar için öğrendiğimiz yüz okuma tekniklerini kullanarak ne yapmak istediğimi onlara anlattım. Şimdi sıra ikinci komutanın kolundaki kalemin bana geçmesindeydi. Aslında çok güçlü bir lazer tabancası olan bu kalem, planımızın en can alıcı noktasıydı. Derken bizi saniye saniye gözetleyen androitlerin şaşkın bakışları altında, ikinci komutanla önce bir ağız dalaşı, sonra da alt alta, üst üste döğüşmeye başladık. Tabii bu arada silah kalem gizlice bana geçmiş ve kuvvetle eminim ki hiçbir androit bunu farkedememişti. Artık bununla ne yapacağımı çok iyi biliyordum.

            Andoitler arkada ben önde köprüye girince Teğmen Rocca gülümseyerek bana doğru geldi.

            -Sonunda kabul edeceğini biliyordum kaptan, diye konuştu gülerek.

            -Sen mantıklı bir adamsın çünkü.

            -Haklısın androit, diye cevap verdim ben de gülerek.

            -Kaptanını iyi tanımışsın.

            Aynı anda da kalem silahı şimşek gibi çıkarmış ve teğmene nişan alarak ateşlemiştim. Androit bir an mavimsi bir ışık yumağında kayboldu. Ardından da vücudundan kıvılcım ve dumanlar saçarak pat diye yere devrildi. Aynı anda da gırtlağımın bütün gücüyle:

            -Atın silahlarınızı! Burada kaptan benim, diye haykırdım. Bir an ne yapacağını şaşıran androitler verdiğim emre uymuşlar ve silahlarını atmışlardı. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Serbest kalan mürettebat derhal duruma hakim olmuş, bütün androitler tutuklanarak gözlem odasına tıkılmıştı. Akküre’ye varınca yapay beyinlerinde önemli değişikliklere yapmak gerekecekti.

            * * *

            Olup bitenden Akküre’yi haberdar etmemiştik. Zira sorguya çektiğimiz androitlerden öğrendiğimize göre, robotların bu başkaldırısı orada planlanmıştı. Runyeni adında bir Andoit yarbay bu şebekenin lideriydi. Runyeni, Akküre’de bir robot devleti kurmayı planlamıştı. Bu amaç için de en büyük engel olan insanları saf dışı bırakmayı kararlaştırmış ve bir yerlerden gizlice getirttiği virüsle bu korkunç planını uygulamaya sokmuştu. Gayet tabii hastane gemisi işine gelmemiş onu yok etmek için Teğmen             Rocca’yı kullanmıştı. Androitlerin gizli haberleşme şifresini elde etmiş, bununla mesaj göndererek her şeyin yolunda olduğunu bildirmiştik.Göndermiş olduğumuz bu sahte mesaja göre hastane gemisi yok edilmiş, tüm filo androitlerin eline geçmişti.Gereğinde Akküre’yi ateşe boğacak bir androit filosu vardı artık.

            Bu sırada laboratuarda Teğmen Rocca’nın yüzünün plastik bir kopyası çıkarılmış, keski nişancı bir arkadaşımızın yüzüne monte edilmişti.Yarbay Runyeni’yi hurdalığa gönderecek çoktan hazırdı.

  • *  *

            Akküre’ye vardığımızda yarbayı inandırmak için her şeyi yapmıştık. Nitekim o da hiçbir şeyden şüphe etmemiş, Rocca’ya benzetilen arkadaşımızı görünce gülerek “Tebrik ederim Teğmen” diyerek elini uzatmıştı. Fakat birdeb lazer tabancasının soğuk yüzüyle karşı karşıya gelince gülümsemesi yüzünde donuverdi.Zaten çeyrek saniye sonra androit hurdalığı paramparça ama zengin bir parça kazanmıştı.

            Yarbay Runyeni saf dışı bırakılınca işin içindeki diğer androitler de çabuk pes etti. Bunun için de mükafata olarak hurdalığa gönderilmek yerine yeniden programlanmayı hak etmişlerdi. Bize gelince, bunca yorgunluktan sonra özlemini çektiğimiz tatile yine kavuşamadık. Çünkü gezegen korkunç bir salgına karşı can havliyle mücadele ediyordu ve steril bölgeler hariç her taraf bulaşma riski taşıyordu. Bu nedenle birkaç günlük dinlenmeden sonra tekrar yola koyulduk. Uzun bir yolculuk daha yaparak üsse döndüğümüzde beni hiç ummadığım bir sürpriz bekliyordu: Son başarımız büyük bir yankı yapmış ve mükafat olarak da binbaşılığa terfi etirilmiştim.

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..