- Kategori
- Gündelik Yaşam
Aklımın ipinde kurumamış fotoğraflar...

Akşamüstleri eve dönüş yolunu seviyorum. Şehrin tam kalbinden o cıvıltıdan, gürültüden ve akıp giden hayatın ortasından yürüyorum her akşamüstü. Kalabalık yollarda öylece sallana sallana... Saçlarıma akşam fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusu bulaşıyor. Parklardan geçiyorum koşuşup duran çocukların neşeleri siniyor soluğuma. Ben böyle kaygısız ve gülümseyerek yürüdüğüm yolları seviyorum.
Aklımda binbir fotoğrafla eve dönüyorum. O fotoğrafların çoğu dolmuş durağında çekiliyor. Beni hüzünlendiren gülümseten insan yüzleri, hafızamın o ince iplerine kurumaya bırakılmış fotoğraflar gibi asılıyor. Çoğu zaman duraktaki o tahta bankta hiç şikayet etmeden bekliyorum. Çünkü, etrafımdan kayıp giden hayatı ancak bu şekilde hiç kimseye hesap vermeden izleme şansını ancak orada buluyorum. İnsanlar geçip gidiyorlar ya da durup birşeyler konuşuyorlar. Kelimeler, ifadeler ve mimiklerle doluyor aklım.Ve ben buna bayılıyorum.
Bu akşamüstü yine o tahta bankın üzerinde oturuyorum. Tam karşımda iki dolmuş şoförü bezgin bir ifade ile birşeyler konuşuyorlar. Bir tanesi elindeki tesbihin tanelerini usul usul kaydırıyor. Kelimeleri de aynı düzende çıkıyor ağzından. Diyor ki: "Parayı alamadık yine. Vermeycek galiba." Yüzündeki umutsuz ifade gözlerinden akıp sakallarına, göğsüne, ellerine ve tüm bedenine bulaşıyor. Adam tepeden tırnağa umutsuzluğa boyanıyor. Sahi umutsuzluğun rengi nedir? Karşısındaki, üzerindeki gömleğin iki düğme arasındaki boşluğundan soktuğu eliyle göğsünü kaşıyor. Yüzünde "ben sana demiştim" ifadesi var. Diyor ki: "Belliydi abicim bu işin böyle olacağı." Baştan aşağı umutsuzluk olan adam başını sallıyor. Birazdan yanlarına kısa boylu bir adam sallana sallana geliyor. Selam veriyor onlar da karşılık veriyorlar. Üçü hiç konuşmadan öylece sokağa bakıyorlar. Sıska bir kız beliriyor sokağın başında başlarını sanki bir refleksmiş gibi ona çeviriyorlar. Kızın öyle bezgin bir hali var ki biri çantasını kapıp götürse o yine de ağır ağır yürümesine devam edecekmiş gibi görünüyor. Doğruca ileriye bakıyor. Kendisine bakan o üç adamı farketmiyor bile. Diğer ikisi kızı görüyorlar ama baştan aşağı umutsuzluk olan adam sadece bakıyor. Onu görmediğinden eminim.
Birazdan dolmuş geliyor ve hepimiz biniyoruz. Dolmuş ağır ağır gidiyor. Bunu seviyorum. Hayatın bunca koşuşturması içinde zamanı ağırlaştıran ve insana tuhaf bir huzur veren bir havası var çünkü. Yol boyu herşeyi rahat rahat görebiliyorum. İşlerinden evlerine dönen insanlar, bakkaldan ekmek almış çocuklar, yol kenarlarında sohbet eden tombul kadınlar, bebekleri kucağında usul usul akşam yürüyüşü yapan anneler... "Bu hayat" diyorum içimden. Birazdan dolmuş şoförü aşka gelip bir de kaset atıyor eski moda teybine. Dolmuşun camlarından Orhan Gencebay'ın sesi yağmur damlaları gibi ağır ağır süzülüyor. Camlara damlalarla "Mevsim bahar olunca, aşk gönüle dolunca, sevenler kavuşunca, yaşamak ne güzel" yazılıyor. Aynadan şoförün yüzüne bakıyorum kaşları Orhan Gencebay gibi bıyıkları da öyle ve yüzündeki ifade de. Bu hoşuma gidiyor.
Yol bitiyor. Tüm o şehir ardımda kalıyor. Eve giden yolu ne çok sevdiğimi düşünüyorum. Kafamın içinde Orhan Gencebay devam ediyor şarkısına: "Mevsim bahar olunca..."
RESİM: Giuseppe Mariotti
Aklımda binbir fotoğrafla eve dönüyorum. O fotoğrafların çoğu dolmuş durağında çekiliyor. Beni hüzünlendiren gülümseten insan yüzleri, hafızamın o ince iplerine kurumaya bırakılmış fotoğraflar gibi asılıyor. Çoğu zaman duraktaki o tahta bankta hiç şikayet etmeden bekliyorum. Çünkü, etrafımdan kayıp giden hayatı ancak bu şekilde hiç kimseye hesap vermeden izleme şansını ancak orada buluyorum. İnsanlar geçip gidiyorlar ya da durup birşeyler konuşuyorlar. Kelimeler, ifadeler ve mimiklerle doluyor aklım.Ve ben buna bayılıyorum.
Bu akşamüstü yine o tahta bankın üzerinde oturuyorum. Tam karşımda iki dolmuş şoförü bezgin bir ifade ile birşeyler konuşuyorlar. Bir tanesi elindeki tesbihin tanelerini usul usul kaydırıyor. Kelimeleri de aynı düzende çıkıyor ağzından. Diyor ki: "Parayı alamadık yine. Vermeycek galiba." Yüzündeki umutsuz ifade gözlerinden akıp sakallarına, göğsüne, ellerine ve tüm bedenine bulaşıyor. Adam tepeden tırnağa umutsuzluğa boyanıyor. Sahi umutsuzluğun rengi nedir? Karşısındaki, üzerindeki gömleğin iki düğme arasındaki boşluğundan soktuğu eliyle göğsünü kaşıyor. Yüzünde "ben sana demiştim" ifadesi var. Diyor ki: "Belliydi abicim bu işin böyle olacağı." Baştan aşağı umutsuzluk olan adam başını sallıyor. Birazdan yanlarına kısa boylu bir adam sallana sallana geliyor. Selam veriyor onlar da karşılık veriyorlar. Üçü hiç konuşmadan öylece sokağa bakıyorlar. Sıska bir kız beliriyor sokağın başında başlarını sanki bir refleksmiş gibi ona çeviriyorlar. Kızın öyle bezgin bir hali var ki biri çantasını kapıp götürse o yine de ağır ağır yürümesine devam edecekmiş gibi görünüyor. Doğruca ileriye bakıyor. Kendisine bakan o üç adamı farketmiyor bile. Diğer ikisi kızı görüyorlar ama baştan aşağı umutsuzluk olan adam sadece bakıyor. Onu görmediğinden eminim.
Birazdan dolmuş geliyor ve hepimiz biniyoruz. Dolmuş ağır ağır gidiyor. Bunu seviyorum. Hayatın bunca koşuşturması içinde zamanı ağırlaştıran ve insana tuhaf bir huzur veren bir havası var çünkü. Yol boyu herşeyi rahat rahat görebiliyorum. İşlerinden evlerine dönen insanlar, bakkaldan ekmek almış çocuklar, yol kenarlarında sohbet eden tombul kadınlar, bebekleri kucağında usul usul akşam yürüyüşü yapan anneler... "Bu hayat" diyorum içimden. Birazdan dolmuş şoförü aşka gelip bir de kaset atıyor eski moda teybine. Dolmuşun camlarından Orhan Gencebay'ın sesi yağmur damlaları gibi ağır ağır süzülüyor. Camlara damlalarla "Mevsim bahar olunca, aşk gönüle dolunca, sevenler kavuşunca, yaşamak ne güzel" yazılıyor. Aynadan şoförün yüzüne bakıyorum kaşları Orhan Gencebay gibi bıyıkları da öyle ve yüzündeki ifade de. Bu hoşuma gidiyor.
Yol bitiyor. Tüm o şehir ardımda kalıyor. Eve giden yolu ne çok sevdiğimi düşünüyorum. Kafamın içinde Orhan Gencebay devam ediyor şarkısına: "Mevsim bahar olunca..."
RESİM: Giuseppe Mariotti