- Kategori
- Siyaset
AKP; yeni bir Milliyetçi Cephe (MC) koalisyonuna doğru

1970'lerin ünlü MC hükümetlerinin baş kahramanları
Geçen 1 Mayıs, bir kez daha bir utanç tablosu yaratmaya vesile oldu. Elbette suçu üstlenen yok. Hala sendikalar hükümeti, hükümet sendikaları suçlayıp duruyor zaman zaman. Hükümetin elindeki en büyük gerekçe Taksim’e marjinal grupların çıkacağı ve provokasyona neden olacakları yönündeki istihbarat bilgileri. Zaten 1 Mayıs günü polisle çatışanların işçiler değil marjinal gruplar olduğunu dile getirip duruyorlar.
Aslında bu marjinal grup alerjisi bizim yarım yamalak demokrasimizin en fazla sırıtan noktalarından birisidir. Bu, marjinalden korunma ve çekinme hali, kendince merkezde tanımlayanlar tarafından kullanılan çok ideal bir malzemedir.
Yalnızca sola yönelik bir marjinal düşmanlığından bahsetmek mümkün değil ülkemiz için. Toplumsal yaşamın ve siyasal yelpazenin her yönündeki marjinallere karşı, merkezin çok güçlü kalkanları vardır. Ve bu kalkanı üreten güç de ne yazık ki tek değil.
Burada biraz merkezden bahsetmek lazım galiba. Ancak toplumsal merkezi ve siyasal merkezi ikiye ayırmak gerekiyor.
Toplumsal merkez aslen kır kökenli muhafazakâr toplumların sistemidir. Geleneksel toplumda herkes oldukça birbirine benzemeye çalışır. En ufak farklar toplumdan dışlanmak için yeterlidir. Bu nedenle her birey kendisinin topluma uyum sağladığını ispat etmesi istenir. Burada muhafazakârlık, bilinen sisteme sıkı sıkıya tutunmak ve bilinen sistemin değişmesine dönük her girişimi reddetmek anlamına gelir.
Ancak modern toplumlarda toplumsal merkez, geleneğin korunması ile geleceğin kurulmasını aynı potada eriten bir noktaya tekabül eder. Modern sistemlerde merkez, ne geçmişe takılıp kalır, ne de bugünden kopuk bir geleceğin peşinden koşar. Toplumsal merkezi oluşturan kitlesel güç ise, gelişen üretim ve tüketim mekanizmalarının var ettiği orta sınıflardır.
Günümüz dünyasında siyasi merkez ise iki zıd noktaya tekabül eder. İlki güçlü, toplumun geniş bir kısmını kapsayan orta sınıfların üzerine yükselen bir siyasi koordinattır. Bu merkez yapısı gereği liberal –özgürlükçü, farklılıklara hoşgörülü bakan, marjinal yapılarla zaman zaman sorunları olsa da, o farklılıkları demokratik yaşamın kaçınılmazı olarak gören, ideolojilerin köşeli yapısından uzak, ancak ideolojiler arasında uzlaşma üreten bir tablo sergiler.
Ancak merkez tanımı, sistemin geniş ve güçlü bir orta sınıf var edemediği durumlarda, toplumsal genişlikten kopup, daha dar bir kesime hitap ettiği noktada liberal özgürlükçü yapısını hemen, aniden terk eder. Bu noktada merkez, kendisi dışındaki her kesimi dışlayan bir sisteme evrilmeye son derece açıktır. Burada merkezi belirleyen, fikirsel benzerlik yoğunlaşması değil, gücün ve iktidarın yoğunlaşmasıdır ki, bu nedenle bu tip bir merkez kendisini genellikle otoriter sistemlerle var edebilir.
Bu noktada bizim iki merkez tehdidi altında olan bir ülke olduğumuzu söylemek mümkün. İlki hala köylülükten kopamamış, yaşadığı şehirleri bile metropol köy olarak organize edebilmiş bir toplumun muhafazakar merkezinden bahsedebiliriz ki, AKP bu toplumsal yapının mı, yoksa özgürlükçü bir orta sınıfın mı temsilcisi olacağı konusunda çok net bir noktada durmuyor.
Bununla beraber, Türkiye’de hala orta sınıfın toplumsal genişliğe sahip olmadığı dönemlerde, otoriter sistemlerle kendi merkezini ayakta tutmak isteyen bir kesimin varlığı söz konusu ve bu kesimin yöntemleri ve tercih ettiği idari sistem hala varlığını koruyor. Bu sistemin temsilcisi olarak da CHP durmaktadır ve CHP, özgürlükçü bir orta sınıfın temsilcisi olma noktasında en ufak bir girişimde dahi bulunmamaktadır.
Bu iki tehdit ülke için ayrı ayrı varlığını korurken, 1 Mayıs haftasında aslında daha büyük bir tehlikenin bizi eşikte beklediğini fark ettik. O da köylü muhafazakârlığının, modern yaşamın dar tabanlı merkezinin ürettiği siyasal sistemin üzerine oturma olasılığı.
1Mayıs’ta AKP’nin sergilediği tavır, klasik anlamda köy muhafazakârlığıdır. Toplum ortalamasından sapan her kesimi aforoz etmeye yönelen, onu dışlayan, hayat hakkı tanımayan bakış açısı kendisini fazlası ile hissettirdi. Ancak 1 Mayıs’taki bu durumu var eden yalnızca bu bakış açısı değildi. Aynı zamanda devletin örgütlendiği, dar toplumsal tabanın kendisini var etme çabasının eseri olan zihniyet ve yöntemde meydandaydı. O zihniyette, toplumdaki marjinal grupları topluma öcü gibi gösterip, onlara yönelik güçlü ve orantısız bir güç kullanımı ile toplumun geniş kesimlerinin gözünü korkutma taktiğini her zamanki gibi gösterdi.
Yani Türkiye siyaset tarihinin korkutucu koalisyonlarından birisine daha maruz kaldık. Hatta bu koalisyona, devletin tüm gücünü arkasına almayı başarmış 70’lerin 2 Milliyetçi Cephe hükümetinin devamı niteliğinde olan, 3. Milliyetçi Cephe olarak bile tanımlamak mümkün. 70’li yılların ünlü Milliyetçi Cephe isimli koalisyonlar, aslen Erbakan, Türkeş ve Demirel arasında değil, bu üçünün otoriter devlet sistemi ile yaptığı koalisyonlardı. Yani 12 Mart rejimine sırtını dayayıp, ülkede farklılaşan sosyal yapıyı ve bu değişime uygun talepleri yok etmeye çalışan bir muhafazakar toplumsal merkezle, otoriter merkezin işbirliğinin adıdır MC hükümeti.
Son 1 Mayıs’ta da bu işbirliğinin bir benzerini yaşadık. AKP, otoriter merkezin dışladığı bir kesimin taleplerine sırtını dayayıp geliştirdiği siyasetle vaat ettiği demokrasiyi geliştirme umutlarını suya düşürdü. Sıkıştığı anda otoriter merkezin yöntemlerine sarılmaktan çekinmeyen ve kendinden farklıya tahammülü olmayan geleneksel muhafazakar yapısına geri dönüverdi.
İçişleri Bakanının dün Mecliste gensoru karşısında verdiği cevaplarda ürettiği zihniyet, bu geri dönüşü sergiliyordu.
Orta sınıf, marjinallik ve demokrasi konusunda da değinmek istediğim noktalar var. Ama bir sonraki yazımda.