Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '07

 
Kategori
Müzik
 

Aldı Gitti! Neyim var neyim yoksa…

Aldı Gitti! Neyim var neyim yoksa…
 

Size yeni tanımış olduğum mükemmel bir yorumcudan söz edeceğim bu gün. "Yasemin Göksu." Kasetin adı; ateş oldum. Bu yazıya konu olan türkünün adı “Aldı gitti” Başka bir türküyü ararkenrastladım ona. Seyduna türküleri diyordu tanıtımında. Ve bir türkü sever olarak Yasemin Göksu ismini daha önce hiç duymamış, tanımamış ve dinlememiş olmaktan utanç duydum kendi adıma. Onun için de merak edip araştırdım. Nedir bu seyduna’ nın anlamı diye.
Efsaneye göre, iki ayrı baharın dalıydılar. Biri ilk diğeri sondu ve kan ter içinde bir yaz aralarında duruyordu. Bahara yenildiler şahrud taptazeydi, filizdi yüreği güneşi içecek denli kar yangınıydı. Her ucu ayrı bir yeşile sevdalı cemreler yaşamla arasında ana sütüydü. Toprak var gücüyle ayakta tutuyor kendini ve doğurganlığını ona sunuyordu. Şahrud ise her dalı yeşile bir tomurcukla karşılık veriyordu içtiği her damla güneşle çiçekleri çıtlıyordu sanırsın. Rengarenk gülümseyen yeryüzüydü seyduna. Ölüme ölümüne yakındı. Çınardı şahrud'un giyindiğini. Soyunuyordu ve gelinsi dalları soyundukça çıplaklığından utanıyordu. Solan yüreğiyle her seher güne biraz daha sarı duruyor ve biliyordu; ten soğuması çoğu kez elinde ak kefeniyle vaktinden önce geliyordu. Ölümle yakın dostluğuna birazda bu yüzden minnet duyuyordu seyduna'yla şahrud'un. Tek ve bütün bağları ayrılıkları da olan mevsimin en uzak uçlarına tutunmalarıydı. Mevsim haziran sonunda kendini yakınca, koptular artık; birbirlerinin kışında bile yoktular…
Şahrud gökyüzü geliniydi./ Yüzüne bulut inse dolardı masal gözleri./ Bir solukluk rüzgarda bile/ Usul usul kanardı gelincik bedeni./ Seyduna yeryüzü cehennemi./ Ölüm, çağrılı uçurumlarda sınardı sevdasını/ Yalnız ufuk çizgisinde buluşurlardı, / Onu da güneş günde iki kez ateşe verirdi. … Rivayet odur ki, / Şahrud vardığı denizlerde hala/ Seyduna türküleriyle uyanmakta, / Seyduna, Şahrud’un gözlerinden kalan/ Masalla yaşlanmakta…'

Yasemin Göksu’ ya gelince. Bir insan ruhunu ancak bu kadar katabilir bir şarkıya, ya da türküye. O ne ses öyle! O ne yorum! Sarhoş etti beni resmen. Aldı gitti duru, dupduru su misali akan sesiyle uzuuuun, uzak diyarlara, anılara, acılara, yangınlara.
Biliyorsunuz bir 12 Eylül süreci yaşandı bu ülkede ve o çocukların devrimciliğinden, komünistliğinden, yürekliliğinden söz edildi yalnızca. Sevdaları ve sevdalıları olacağını, olabileceğini düşünmedi hiç kimse. Düşünmek istemedi. Ne kendi arkadaşları, ne de onları toplayanlar. Suçlular da vardı elbet aralarında fakat birçoğu boş yere yattı yıllarca içeride. Çıktıklarında kaybettikleri çok şey vardı. Arkasında bıraktıkları da farklı değildi keza onlardan. Aileleri, sevgilileri, kardeşleri! İşte birçok can, arkalarında canlar bırakarak turna olup uçup gitti o zamanlar. Ölüm bitirmese de ayrılıklar bitirdi sevdaları. Kara bir kedi gibi girdi kara Eylül sevdaların, sevdalıların arasına. Ve nice gözler ağladı mavi göğün göğsünde o dönemler. Ve nice gözler asılı kaldı gidenlerin ardında. Ve nice yürek acılı ve öksüz. Kışa döndü birçok bahar. Gökkuşağı olup saramadı sevdiğini kollar, yalım yalım yanan yangınlarda bırakarak arkasındakileri gittiler.

İşte böyle dostlar… Bu türkü beni ta o yıllara götürdü, pek de hatırlamak istemediğim anılara. Zira o dönemlerin mağdurlarından sayılırdım. Sevdiklerim, değer verdiklerim nedeniyle.

Umarım hiçbir zaman tekrarlanmaz o yıllar. Ne sevdalar yarım kalır, ne de sevdalılar.

 

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..