Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '08

 
Kategori
İnançlar
 

Alem ve Adem ilişkisi

Alem ve Adem ilişkisi
 

Ramazanın o kendine has feyiz ve bereketiyle, dünyaya bakışı da bir başka oluyor. Düşünceler, inançlar çerçevesinde yoğunlaşıyor. Aslında bu yazım, daha öncekilerin devamıydı. Ama öyle dağıtmışım ki, bölmeden toparlayamadım. Bir de benim bazı arkadaşlarımın, hayal ürünü dediği düşüncelerime açıklık getirmek istedim. Ne kadar yapabilirim ki, “ütopik”olarak?

İnsanoğlu, Âdem’in hiç de ilkel biri olduğunu düşünemedim ben. Daha da öte, “eşyanın bilgisi”verildiği yazar,

İslamiyet ten önceden ele alıyorum. Hac ve ibadetler farzlarını. Ve o zamandan hac ve tavafın olduğunu söylüyorum. Kuranın inmesiyle bilinen olarak değil. Bunu anlatabildim mi? İşte bu yüzden dört kitabın manası, hatta eski öğretilerin manası, daha da ileri giderek, bir direğe taş atarak şeytanın taşlanması, hep vardı diyorum. Bu bir inkâr değil, tasdiktir. Zaten kuran da tüm kitapları onaylar ve kapsar.

Hz. İbrahim, güneşe, aya, yıldızlara, kâinata bakıp; Bu mu benim Rabbim derken, tapınacak bir şey mi arıyordu? Hayır, aklını kullanıyordu. Soru soruyordu. Soru sormak, bilmenin yarısıdır. O şeyin bilgisi olmadan, o şey hakkında soru sorulamaz.

Böyle düşünen insanların arasında, oturup ta çamurdan heykel yapıp sonrada ona tapacak kadar akılsız biri olamazdı. Kaldı ki, heykel yapmak ayrı bir bilgi ister. Üstelik şimdiki gibi seramik hamurları, alçı vb. gibi kolay yontulan şeylerle değil, bilakis, çamur gibi, kıvamı zor bileşenlerle. Çöl de çamur yağmurları olunca, boşa gitmesin diye, bunu heykeltıraşlığa döken uyanıklar, bir geçim yolu bularak yapmışlar bunları. Yoksa cahil Araplar değillerdi. İsim bile konulan bu heykeller, Lat, Menat, Uzza vb. kişiler, aslında âlemi çözmeye çalışan, meydanlarda ahlak öğütleri veren bilge kişilerin sembolüydü. Onlar ölünce yeni biri çıkana kadar, bu kişiyi anımsama amaçlı yapılırdı. İş ticarete dönünce, ikonacılık arttı. Bunlardan kar eden tüccarlar tabi ki, Yahudilerdi. Şimdiki dünya ekonomisini ellerinde tutan, sessiz gemiler... Bu düşüncelerimi, bir hikaye gibi anlatmam gerekirdi belki de. Düşüncenin de kategorisi, kaynağı olmuyor.

Esas olan doğaya ibretle bakan göz; aklını kullanabiliyor. Akıl da duyuların ve duyguların ipleriyle bir kukla gibi, hayalhane de oynuyor.

Âdem; merkez alındığında, Kalbimizi Kâbe ile örtüştürmüştüm. Dört köşe, dört gözlü kalp, ( ille de kalp, dedim; Kalpın anlamı, dönen demek) Nasıl ki tavafta 7 kez dönülüyorsa, Kalbin etrafında da dönen damarlar var. (küçük ve büyük dolaşım) Ve bu dönüş ikisinde de saat yönünde. Yine demiştim ki, “Kavseyn” yay, Hicri-i İsmail yayı, ü Kabe nin kuşbakışında bariz görülen yay, tıpkı Aort yayı gibi, etrafında döndükçe temizlenen kan, ve insanların günahlarının temizlenmesi. Böyle bir örtüşmeyle devam ederken, haccın tüm safhalarını, insana adaptem zor olmuyor. Tavafta da bir saatin akrep yelkovanı olursunuz. Saat yönünde dönerken, Kâbe hep sol yanınızda kalır. Tıpkı kalbimizin de sol yanımızda ve tek organımız olduğu gibi. Bedende çift olmayan organdır kalp. Tıpkı Kâbe nin çift olmadığı gibi.

Safa ve Merve tepesine bir baktınız mı kuşbakışı? Aynı güzergâhta, bir çarık görürsünüz şeklen. Bu çarık, ortadan ikiye ayrılmıştır. Topuğu Safa burnu Merve tepeleridir. Topuk kısmı düz, burun kısmı sivridir. Ve ikisi arasında gidip gelen insanlar, hayata geliş ve gidişleri arasındaki, dünya nimetleri için koşturmalarını temsil eder. Hz. Hacer in açlıktan, çaresizlikten koşuşturması gibi. Dünya telaşı. İki kapılı bir handa. İster kral ol, ister mülk sahibi, soracaklar Yunus gibi, Hani bunun ilk sahibi?

Giyilen ihramlar; Dünyaya sırt dönüp, çoluk çocuğun nafakasını temin edip, kalbindeki tüm sevgileri bırakıp, sıyırırsın, allı güllü eşarpları, kaftanları, mintanları ve hani o örtü ayetinde tarif edilen, iki parçalı kıyafeti giyersin ya, bu dünyadan göçerken, arkanda sevdiklerini bırakırken. Kefen dir, ihramın anlamı. Ölmeden ölmek, budur dünyada.

Sorgu kısmı, Cem günü, herkesin Arafat ta toplandığı, herkesin tek olduğu, Baktığınız zaman, kadın, erkek, zengin, fakir, huylu huysuz, ayırt edilemeyen, sen ben tanınamayan, bir beyaz kütle. İşte mahşer. Huzura durma zamanı. Vakfe. Önceden toplanan taşlar, hayatın boyunca topladığın azığın, ne iyi amel ettinse, e aralarında kötü olan ameller? Fırlatırsın onları bir bir nefsin olan şeytana..Bakın şekilde yapılan şeyler nasıl anlam kazanır manada…Çoban itikadı derler ya, çoban şekil öğrenmeye kalkar, bir bilene sorar, nasıl edeyim? Namazı tarif eder ermiş. Çoban bu ya, unutur, peşinden koşar dervişin, farkında değildir, o telaşla su yüzünde gidişinin. Derviş bakar ki çoban, kendinden evvel yol alan, çarıkları kupkuru, ama suyun yüzünde. Şaşarak çarığımın burnu de der. Ne söylersen söyle, var mı Allah korkusu, gerçek aşkı gönlünde? Ne demiş yunus, “sen elif dersin hoca, anlamı ne demektir?”

Zaman mekân açısı ayrı bir konu, bıktırmadan kısaca, İlle de merkez, illede o mübarek zamanlar. Şevval, zilkade, zilhicce. Orada devamlı kalanlar, bu zaman haricinde, Kabenin büyüsünün kaybolduğunu bilirler. Öyle olmasa, oradakilerin hepsi her gün tavafta olup, pir pak günahsız kullar olurdu. Ya da ben, alakasız bir zamanda, ihram giysem dünyanın ücra bir köşesinde kendi kendime tavaf etsem, Hacı olurmuyum? Selam olsun Hz. Mevlana dürttü şimdi. “olursun “ diyor. Deminden beri kalbini Kâbe yapmadın mı? Ben bunu ifade için eksenimde dönmedim mi? Hz. Veysel Karanı, Selam olsun; O Muhammed’ e varıp bulamayınca ( burada onu evde bulamamak, ayrı bir yorumdur. Kalpte yeterli aşkı görememek benceee) Daha bir acıyla, yanarak, istek duyduğunda, Önüne hırkası gelmedi mi. İman ı temsil eder manada, görmeden sevmek, inanmak. İlle de inanmak..

 
Toplam blog
: 165
: 856
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

Edebiyet fakültesi  mezunuyum. Öğrenmenin yaşı yoktur diyerek çeşitli kurslardan da el sanatları ..