Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

08 Ekim '08

 
Kategori
Eğitim
 

Alışkanlık

Genç nesillerimizin büyük bir çoğunluğunda çalışma alışkanlığı görülmemekte. Çalışmaktan zevk almamakta, çalışsalar bile niçin çalıştıklarını bilmediklerinden zorla çalışmaktalar. Bundan dolayı anne ve baba olarak sürekli bu konudan şikâyet eder tembelliklerinden yakınırız.

Bu gerçekten son 20–25 senedir toplumumuzda görülen bir hastalıktır. Bunun zararlarını birey ve toplum bazında görmekteyiz. Bu hastalığın neticesinde “bir baltaya sap olamama” ortaya çıkmaktadır. Bu da işsiz ve vasıfsız insan topluluğuna dönüşen bir nesil ortaya çıkarmaktadır.

Olaya bir başka boyuttan bakalım. İnsan mutlaka karnını doyurmak zorundadır. Zorda kalındığında karnını doyurmanın meşru veya gayri meşru tarafının aranmayacağı bir gerçektir. (Eğer çok temiz bir inanç kişiyi engellemiyorsa) Nitekim televizyon haberlerinde ve gazetelerde bazılarının karınlarını nasıl doyurduklarını görüyorsunuzdur.

Bunda kimin sucu vardır derseniz, öncelikle ailenin sonra da devletin. Biz ana baba olarak çocuk yaşta onların beyinlerine çalışkanlık virüsünü yerleştirmedik, onların bu virüse alışmalarını sağlamadık ki şimdi niye yakınıyoruz. Çalışmanın erdemini hem anlatmadık hem de kendimiz yaşayarak onlara örnek olmadık.

Vaktiyle bir köylü kadın, bir danayı, doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış; sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş Eğer köylü kadın dana 5-6 aylıkken kucağına alıp onu sevmeye çalışsa idi bunu başaramazdı.

Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ki insan sürekli yaşar bunu. Kötü alışkanlıklar insanı sürekli kötü yönde geliştirir, sonunda insanı baş edilmez bir canavar haline getirir. İyi alışkanlıklar ise insanın doğasında bulunan güzel yönleri sürekli geliştirir, insanı toplum içerisinde saygın bir yere getirir. Çalışkanlık da bu güzel alışkanlıklardan biridir. Bu alışkanlığın kazanılması durumunda insan çalışmadığı zaman, bir şeyler üretmediği gün rahatsız olur.

İnsanlar alışkanlıklarını küçük yaşlarda edinirler. “Ağaç yaş iken eğilir.” demiş atalarımız. O halde ilk eğitimin ailede verildiği bir gerçek olduğuna göre insanların iyi veya kötü yaşantılarında birinci sorumlu anne ve babalardır. Zaten çoluk çocuğun davranışlarında birinci derecede zarara uğrayan (başı ağrıyan) veya mükâfat gören ailedir. O halde hem kendimizi, hem de çocuklarımızı düşünüyorsak onların eğitimine mutlaka önem vermeliyiz. Öncelikle eksikliklerimizi giderip daha sonra onlara güzel alışkanlıklar kazandırmalıyız. Böylece çocuklarımız hem kendi geleceklerini kurtarır, hem ailelerine yük olmaktan çıkar, hatta ailelerine destek bile olurlar.

Bizde sık sık kullanılan ancak sakıncalı olduğuna inandığım bir laf vardır: “Mum dibine ışık vermez” derler. İnsan mum gibi cansız madde değil ki dibine ışık vermesin. Işık verebilmenin çarelerini aramalıyız. Bu özelliğimizden dolayı evlatlarımızın eğitimini başkalarına ihale ediyoruz. Elbette bazı konularda yardım almak gerekecektir. Öğretimi ihale etmek normal bir hadise, ama eğitim ihale edilmemeli diye düşünüyorum. Çocuğun iyi yetişmesi, güzel huylar kazanması, toplumda bir değerinin olması güzel şeyleri kazanmasında sorumlu ailedir. Bu bilinçle küçük yaşlarda yetiştirilen çocuğun okul çağında çalışmama diye bir sıkıntısının olacağını düşünmüyorum. Sonradan sıkıntı çekmemek için önceden bu görevlerimizi es geçmeyelim.

Kalın sağlıcakla.

İsmet YALÇINKAYA

Final Dergisi Dershanesi

 
Toplam blog
: 137
: 1557
Kayıt tarihi
: 23.06.08
 
 

1963 yılı Trabzon Of doğumluyu. Emekli Öğretmenim Eğitimle ilgili konulara ilgim uzun yıllar önce..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara