Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '11

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Alkol düzenlemesi neden sadece bir alkol düzenlemesi değildir?

Alkol düzenlemesi neden sadece bir alkol düzenlemesi değildir?
 

Hükümet ve AKP yöneticileri temel anlamda yalan söylemiyorlar… Böylesi bir düzenleme daha önce 2002 yılında yayınlanan bir yönetmeliğin revizyonu. Ayrıca kendi kafalarından uydurdukları bir mevzuat da değil. Bahsettikleri gibi özellikle AB mevzuatından örnek alınarak hazırlanmış bir yasal metin. 


Ama burası Türkiye! Bu ülkede hiçbir şey bu kadar net, basit ve sade değil. Neden değil? 


Bunun iki sebebi var; İlk sebebi alkol bu ülke için, bu kadar sıkı önlemler alınması gereken bir tehdit değil. İkincisi ve daha önemlisi AB’nin düzenlemelerinin temel mantığı toplum sağlığı korumak iken, bizim ülkemizde bu düzenlemenin nedeni daha çok alkole yönelik dini yargılar ve bu yargıları önemseyen bir iktidarın varlığı. 


İlkinden başlayalım; Ülkemizde alkol tüketimine dair Yeşilay’ın göz korkutmayı amaçlayan raporlarını bir tarafa bırakacak olursak, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (TAPDK) verileri de belirli bir alkol tüketimi artışını öngörüyor. 2004 yılından 2009 yılına kadar %11’lik bir alkol tüketimi artışı söz konusu. TAPDK verilerine bakacak olursak bu ülkede 2009 yılında 1.072.000.000 lt içki tüketilmiş. Yani kişi başına yıllık 15 litre içki tüketimi söz konusu. Aslında fena bir rakam değil. Dikkate almaya değer bir miktar olduğunu dahi söyleyebiliriz. 


Ancak, bu tüketim ne yazık ki homojen olarak dağılmadığı gibi, sadece ülkemiz vatandaşları tarafından da tüketilmiyor. TÜİK hane halkı bütçe anketleri incelendiğinde, içki tutarının, içki fiyat endeksi ile düzeltildiğinde, hane halkı bütçesinde içki tüketim miktarının 2003’ten 2008’e yüzde 36 azaldığı gözüküyor. Daha da ilginci bu ülkede 15 milyon hanenin sadece 1 milyonu içki tüketimine dair bir rakam beyan ediyor. 


Peki TAPDK tarafından, üretildiği belirtilen bu kadar alkolü kim tüketiyor? Hem de son beş yılda %11 artış göstererek. Bunu 2009 yılında, yukarıdaki alkol tüketim miktarlarının aktarıldığı basın açıklamasında yer alan bir cümle yeterince açıklıyor. Açıklamada şu cümle geçiyor; “Türkiye’de alkollü içki satışları büyük şehirler ve tatil yörelerinde yoğunlaşıyor. Bu açıdan turist sayısındaki artış da önem taşıyor.” 


Peki, 2003 yılı ile 2008 yılı arasındaki turist artışı ne kadar? 2003 yılında 14 milyon olan turist sayısı, 2008 yılında 26 milyonu aşmış. Neresinden bakarsanız %85’e yakın bir turist artışı var. Yani ülkede satılan alkolün en az yarısını turistler tüketiyor. National Geographic dergisinin Türkiye versiyonunun 2010 Aralık sayısında yer alan bir makaleye göre, 23-24 Eylül'de İzmir Gümüldür'de gerçekleştirilen Teos Bağ ve Şarap Çalıştayı'nda, şarap üreticileri, Türkiye'de kişi başına yıllık şarap tüketiminin 75 cl (yaklaşık bir şişe) olduğunu, bunun da yaklaşık 45 cl'sinin turistler tarafından tüketildiğini belirtmişler. Bu oran rakı dışındaki diğer tüm içkiler için de hemen hemen böyledir. 


Zaten Dünya Sağlık Örgütü ve OECD’nin istatistiklerine göre Türkiye’de yıllık kişi başına alkol tüketimi 1 litre dolaylarında. Avrupa ülkelerinde bu rakam yaklaşık 9 litre düzeyinde. Yani Alkol konusunda ciddi önlem alan Avrupa ülkelerinin oldukça altında. Hatta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölge Ofisi`nin Kafkasya ve Orta Asya ülkelerini de içeren 53 ülkenin sağlık sorunlarıyla ilgili hazırladığı rapora göre Türkiye, alkol tüketimi açısından söz konusu 53 ülke arasında sondan üçüncü sırada. (Ancak hakkını yemeyelim aynı raporda, alkol tüketiminde son sıralarda olmamıza karşın, alkolden kaynaklı trafik kazalarında ilk sıradayız) 


Anlaşılacağı üzere bu ülkede alkol tüketiminden kaynaklı bir sıkıntı yok. Alkolik bir toplum değiliz, bu yönde bir eğilim de yok. Oysa Avrupa’nın, kısmen doğu Avrupa’nın ve özellikle de Rusya’nın alkolle ciddi sıkıntıları var. 


Alkol tüketiminin fazlalığı konusunda bir sıkıntı yok. (Hatta TUİK rakamlarına göre azalma var) Toplumun oldukça geniş bir kısmı alkolün yanından bile geçmiyor. Ama tersi yönde yani alkol kullanmayı tercih edenler açısından sıkıntılar var. Büyükşehirleri ve kıyı şehirlerini (onlarından belirli noktalarını) bir kenara bırakacak olursak bu ülkede alkol tüketmek cesaret gerektiren bir girişim. Basit örneklerle aktaracak olursak, bu ülkede alkol satışı yapan büfe açmak ve alkol tüketimi yapan meyhane veya restaurant açmak için deveye hendek atlatmanız gerekir. Hadi açtınız diyelim. Bu ülkede bir büfeden alkol aldığınızda, bu alkol genellikle gazete kağıdına sarılır ve siyah poşete konulur. Boş şişenin konulduğu çöp torbası da, yine koyu renkli seçilir ve genellikle kimsenin görmediği vakitlerde çöp kutularına atılır. Çünkü toplum değerleri açısından illegal bir iş yapmaktasınızdır. Bu ülkemizde alkolün görünürlüğü ve ulaşılabilirliği konusunda da teşvik edici bir durumun olmadığını gösteriyor. Toplum değerleri zaten yasalardan çok daha baskın ve o görevi fazlası ile yerine getiriyor. 


Tüm bu gerçekleri bir kenara koyduğunuzda, alkol satımı, sunumu ve tüketimi ile ilgili yeni bir düzenlemeyi gerektiren hiçbir şey olmadığı ortaya çıkıyor. Bu ülkede alkol tüketen insanlar kendilerini baskı altında hissederken, alkolle ilgili daha da engelleyici, zorlaştırıcı önlemler almak, toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmiyor. Oysa kanunlar, yönetmelikler genellikle sorunları çözmek, yanlış eğilimleri engellemek için çıkarılır. Bu düzenleme, sorun olmayan bir konuyu ele aldığına göre, başka bir şey hedefleniyor olması gerekir, o da topluma bir yaşam şeklini otorite aracılığı ile dayatmak. 


Bilindiği üzere çok yakın bir zamanda; “polis içki içenleri fişliyor” diye bir haber medyada fazlası ile yer aldı. Kayseri’de içkili lokantalarda bulunan müşterilerin polisler tarafından taciz edildiği iddia edildi. Yine Ankara’da benzer şekilde, içkili lokantalarda çocuk polislerinin baskın yaparak ailelerinin yanında gelen çocuklar hakkında işlem yaptığı –konuyla ilgili olmayan yasal bir mevzuat uyarınca- basında yer aldı. 


Türkiye’de halen geçerli olan sistem, yasanın ne olduğu değil, yasayı uygulayanın bu yasadan ne anladığı, onu nasıl yorumladığı ve kullandığıdır. Yönetmelikle getirilen yasal düzenlemeler, kağıt üzerinde hoş durmakla beraber, yoruma fazlası ile açık hükümler içeriyor. Yani mesele mevzuatın kendisinden çok, o mevzuatı uygulayacak zihniyette. 


Burası bir işgüzarlar ülkesi. Ya da kraldan çok kralcıların. Hatta başkalarına yaranmak için kendilerine iş üretenlerin. Bu hemen hemen her zihniyetin pratiğine yansıyan bir durum. 


AKP’nin birçok kanunda, mevzuatta (örneğin Kamu İhale Kanununda veya RTÜK kanununda) AB mevzuatını delen, esneten, erteleyen uygulamaları varken, alkol konusundaki düzenlemelerde, AB hükümlerinin en sert kısımlarını ayıklayıp (örneğin “genç” tanımını alkol mevzuatından bağımsız diğer mevzuatlardaki tariflerinden araklayarak 15-24 yaş aralığı olarak belirlenmesi), zaten hassas olunan hayat tarzına müdahale kaygısının üstüne benzinle gitmesini, çok masum bir tercih olarak görmüyorum. 


Elbette buradan AKP’nin bir şeriat gündemi olduğu, adım adım şeriata gidildiği sonucuna varmıyorum. Ama muhafazakârlığın da otoriter türleri olduğunu çok iyi biliyorum. Ve bu olasılığa, özellikle de bu düzenlemelerden vazife çıkarılarak ortaya çıkacak uygulamalara karşı şimdiden tepki göstermenin faydalı olduğunu düşünüyorum. 

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..