- Kategori
- Kitap
Almanya ve “Osmanlı Ermeni olayı / Sahne-i facia!”

Sevgili Gültekin Yücesan, geçen hafta bana bir kitap getirdi.
Okumak için sıraya koyduğum kitabı, önsözüne göz attıktan sonra karar değiştirip, bir gün boyunca merak ve heyecanla okuyup bitirdim.
Kitap “Osmanlı Ermeni Olayı / Sahne-i Fecai” adıyla Pencere Yayınları’ndan geçen ay çıkmış, 224 sayfa.
Kitabın yazarı deneyimli gazeteci-yazar Hüseyin Hasançebi; siyaset, felsefe, edebiyat alanında düzeyli yazılarıyla bilinen Kızılcık Dergisi’nde yazıyor, aynı zaman da Araklılı hemşerimiz, halen Araklı’da avukatlık yapan Artan Hasançebi’nin de abisi.
Hüseyin Hasançebi’nin Kızılcık Dergisi’nde çıkan birkaç yazısını okumuş, kültürel ve siyasi birikiminden, olayları ve olguları değerlendirirken kullandığı dilden ve bilimsel yöntemlerden etkilenmiştim.
“Sahne-i Fecai” günümüz Türkçesinde “Büyük Felaket” anlamına geliyor.
“Osmanlı Ermeni Olayı / Sahne-i Fecai”, bugün Türkiye’nin 20’ye yakın ülkede “soykırımcı” olarak tescil edilmesine neden olan Ermeni katliamlarını, bu katliamların yaşandığı tarihsel dönemi siyasi, sosyal, iktisadi ve sınıfsal düzlemlerde çok yönlü olarak irdeliyor.
Kitapta bu dönemdeki Osmanlı Devleti’nin aczi, 1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletini “elegeçiren” Alman emperyalizminin savaşın kendi lehinde sonuçlanmasını sağlamak amacıyla Osmanlı topraklarında Ermeni Tehciri dâhil hazırladığı savaş stratejileri, yaşanan Büyük Felaket’in ardından Almanların yaptığı sistematik karartmalar ve yönlendirmeler inkârcı, milliyetçi ve siyasi savrulmalara meydan verilmeden özgün belgeler ışığında tartışılıyor.
Osmanlıdaki Ermeni olayları ve sonuçları hakkında Milliyetçi Ermeni Tarih Tezi ile Milliyetçi Türk Resmi Tarih Tezi’nin siyasal amaçlar güdülerek dolayısıyla çarpıtmalar yapılarak hazırlandığını ortaya koyan Hasançebi, “Büyük Felaket gerçekleşirken, Türklerin önünde, arkasında, altında ve üstünde Almanya vardır.” Diyor ve Ermeni tezlerindeki hastalığa dikkat çekiyor.
“Osmanlı Ermeni Olayı / Sahne-i Fecai” adlı kitaptan çıkardığım bazı sonuçları paylaşmak istiyorum.
1910 yılında Avrupa’nın en büyük sanayi ülkesi haline gelen Almanya, Doğu’da yeni sömürgelere ulaşmayı planladığından Osmanlı Devleti ile çok boyutlu ilişkiler kurmuştu.
1.Dünya Savaşı başlarken Osmanlı devletinin bankacılıktan demiryolu işletmeciliğine, liman faaliyetlerinden demir-çelik işlerine, askeri modernleşmeden askeri yönetimlere bütün kritik stratejik alanları Almanların eline geçmişti.
Osmanlı yönetiminin kaderini 1908 yılından itibaren elinde tutan İttihat ve Terakki Partisi, ancak Almanların desteği ve güveni sayesinde devleti modernleştirip güçlendireceklerine inandıklarından Genel Kurmay Başkanlığı dahil Osmanlı Ordusu’nun bütün stratejik mevkilerine Alman subaylarını atamıştı.
1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya dönük Alman savaş stratejisinin içinde, Osmanlı’nın doğu sınırındaki cephesinin güvenlik açısından “temizlenmesi” yani Ruslara lojistik sağlayacağına inanılan yerleşik Ermeni halkının ülkenin güney hatlarına topyekün ve zorla göçettirilmesi planı da yer alıyordu.
Bu plan, sınırın öte tarafından gelerek sık sık Türk, Kürt ve Çerkez köylerinde katliamlar yapan silahlı Ermeni milislerine olan tarihi öfkeyle birleşince; yaşlı, kadın ve çocukların teşkil ettiği 1 milyona yakın mazlum Ermeni halkının çok az bir kısmı güney çöllerine ulaşabildi.
Büyük çoğunluk ise yer yer resmi, ama ağırlıkla yönlendirilen silahlı Türk ve Kürt sivil milislerin saldırıları, infazlar, çetin kış şartları ve hastalıklar sonucu öbür dünyaya “göçettirildi”.
Büyük Felaket’e dönüşen zorunlu göçettirmenin bütün teknik detayları, harekat planları Alman devletinin gözetimindeki Alman subaylar tarafından hazırlandı.
Osmanlı Devlet aygıtını fiilen yöneten Alman generalleri, Türkiye’de bulunan bütün Alman resmi görevlilerine katliamlara müdahale etmemeleri, Alman basınına da bilgi vermemeleri talimatını verdi.
Ancak savaştan sonra ellerindeki önemli askeri belgelerin bir kısmını imha edip bir kısmını Almanya’ya kaçıran Alman generaller, Ermenilere dönük uluslararası sorgulamalarda, kendilerine yöneltilen suçlamaları reddederek, “Ermeni Tehciri’nin bir Türk projesi olduğunu, savaşın esenliği için müdahil olamadıkları, din kardeşleri Ermenileri çaresizlik nedeniyle yalnız bıraktıkları” yalanına başvurdular.
Kendi ülkesinde savaşa zarar veriri diye “tehcir”le ilgili olumsuz haberler çıkmasın diye basına sansür uygulayan Alman hükümeti, savaş sonrası Dr. Lepsius adlı bir papaza kendi seçtiği bazı belgeleri vererek, daha sonra Ermeni Tezlerinin dayanağı olacak yönlendirme bir kitap hazırlattı.
Ermeni tarihçilere de kendi seçtiği belgeleri vererek onlardan yanaymış siyaseti güden Almanya, yıllar yılı Ermeni katliamlarındaki sorumluluğundan ustaca sıyrılmayı, ortakça işlediği suçu sadece Türklerin üzerine yıkmayı başardı.
Tarihimizle yüzleşmemiz, en azından doğru bilgi ve belgelerle beslenmemiz adına bu kitabı okumanızı, okuduktan sonra da tartışmanızı isterim.
“Osmanlı Ermeni Olayı / Sahne-i Fecai” kitabıyla pek çok önyargımızı değiştiren, olay ve olguları nasıl değerlendireceğimize ışık tutan usta yazar Sayın Hüseyin Hasançebi’ye teşekkür eder, yeni çalışmalarında başarılar dilerim.