Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

15 Mayıs '13

 
Kategori
Öykü
 

Altı tel toka

Altı tel toka
 

Sabahın erken vakti... Üzerime öylesine birşeyler geçirip dışarıya çıkınca daha çok anladım gideceğini. Bir ben uyanık bir de geceden kalan sokak lambası... Bir hüzün içindeyiz. Oysa severdim ışığı: insana umut verir, huzur verir. Arabaya bindiğimde de anladım bir tuhaflık olduğunu, çalıştıramadım ilk seferde. Sokağın önümde uzanan o sevdiğim kıvrımı ilk kez bana kasvet vermişti.

Küçüktüm. Bir çocuk ölmüştü güneşli bir yaz gününde. Üşümüştüm ben o gün. Yıllar sonra anladım; gözün görüşü ama yüreğin algılayışı ile ilk ozaman tanıştığımı. Bugün de o gün gibiydi.

Hava serin ve yağmurlu . Yaz da beraberindeki sıcak sohbetleri alıp çoktan gitmişti zaten. Şimdi sıra ondaydı.  Canım dostum da... Diğer bir çok giden gibi o da gidiyordu.

Eve vardığımda beni her zaman olduğu gibi kapıda karşıladı.

‘Hoş geldin’ dedi. Gözleri ekledi:’bu eve son kez’

‘Hoş bulduk’ dedim. Gözlerimle gözlerinin dediğinin üzerinde durmayarak. Bu sefer anlamamışım gibi...

Eşyaların bir kısmı evi terketmişti  bile. Sağa sola bakınıp ne yapacağını nereden başlayacağını bilmeyerek dikildim, odalarda gezindim bir süre. Onunla göz göze gelmemeye çalışıyordum. Bilirdim çok şey konuşurdu gözleri ... Telaşla bir şeylerin ucundan tutarken boğazımdaki düğümleri o gittikten sonra bağıra bağıra ağlayarak çözmenin hayalini kuruyordum. Üzerine gülüşlerimizin, hüzünlerimizin, hayallerimizin ve sigara dumanımızın sindiği son bir kaç eşyayı da kolilere koyarken her seferinde bir düğüm daha ekleniyordu boğazıma. Yutkunsam miğdeme kötü gelecek kalsa soluğum duracak.

Kolilerin üzerine mutfak, banyo, çocukların odası gibi ayırıcı yazılar yazıyordum.  İçimde kolilediğim herşeyin üzerinde ise hep aynı iki kelime yazıyordu: ‘gitme kal’.

Odadan odaya etraftaki kutuların arasından geçerken ara ara birbirimize çarpıyorduk. Kelimelerin korkusuna susmuştuk, ama karıncalar gibi birbirimize her çarpışımızda içimizi yakan sinyaller alıp verebileceğimizi hiç düşünememiştik.

Her geçen saniye daha da ağırlaşan vücutlarımızı dinlendirmek için sigara molaları veriyorduk. Konuşmamaya çalışarak camdan dışarı bakıp sokakta o an gördüklerim hakkında saçma sapan yorumlar yapıyordum. O da zaten sözlerime değil de sinyallerime kulak veriyordu ki gülünmesi gereken bir yorumuma gözleri doluyordu.

Bir kaç atılacak şey dışında eşyaların artık hepsi  gitmişti. Bir yerlerden bulduğu altı tel tokayı son anda telaşla elime tutuşturdu. Kumral uzun saçlarının yanlarına iliştirdiğinde onu küçük kız çocuklarına benzetirdim. Elimdeki işi bırakıp beklediğim buymuş gibi hemen alıp cebime koydum.

Onu uğurlayıp eve geldiğimde üzerimde tarifsiz bir ağırlık ile kendimi yatağıma attım. Öylece tavana baktım bir süre. Sağıma yatıp ayaklarımı çocukluğumdaki gibi karnıma çekerek dünyada olabilecek en az yeri kaplamaya çalıştım. Tel tokaların cebimdeki varlığını hissettim. Çıkardım.

Biri ile saçımın sağ tarafını topladım, diğeri ile sol tarafını. Üçüncüsü ile anılarımızı aklıma iliştirdim, diğeri ile yüreğimi yüreğine... Geriye kaldı iki tel toka. Elbet lazım olur diye toka kutuma koydum.

Derya /Aralık 2012

 
Toplam blog
: 5
: 710
Kayıt tarihi
: 05.10.11
 
 

Eğitimi: Hacettepe Üniversitesi - Fransız Dili ve Edebiyatı İlgi alanları: öykü ve denemeler ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara