Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '08

 
Kategori
Anılar
 

Anılarım depreşti...

Anılarım depreşti...
 

City of Angels filminden...1998


İnsan zihni bir tuhaf, çoktan kapanan bir dönemin nöbetleri, asistanlık günleri düştü aklıma... Çünkü o zamanların nöbetleri, şimdikiyle kıyaslanmaz, çok daha çetindi. Anı değeri taşıyan nöbetler, o günlerdekilerdi.

İlk uzun nöbeti hatırlıyorum. '97 kışıydı. hapse girmiş gibi hissetmiştim kendimi, nöbet bir hafta sürecekti. Akademik tatil nedeniyle ekipler ikiye bölünmüş, her ekip birer haftasını hastanede geçirecekti. Yanıma pijamamı, diş fırçamı, kremlerimi, iki üç kat elbisemi almış, neredeyse bir bavulla gelmiştim... İkinci gün hapiste 'uçurtmayı vurmasınlar' moduna iyice girmiştim. Öyle yoğun geçiyordu ki, ne üçüncü gün ne de dördüncüde o kremleri sürmeye bir anlık fırsat bulamadım.

' En prensip yıktığım' nöbetim, Urfa'dan gelen bir hastanın ablasının ballandıra ballandıra anlatmasına dayanamayıp çiğ köfte yapmasına izin verdiğim geceydi. (Yanlış anlaşılmasın personelin yemek yediği bir mutfağımızı vardı, köfte orada yapıldı). Ama napiim, çiğ köfte olayı en zayıf noktamdı...Ayıptır söylemesi pek de güzel bir akşamdı.

'En hazırlıksız yakalandığım nöbetim', yoğun bakımın ortasına elindeki bebeği bırakıp kaçan Bolu'lu ambulans şoförünün 'abla lütfen alın, bu kaçıncı hastane kimse kabul etmedi, geri mi götüreyim ben bunu' diye debelendiği geceydi. Napiim, aldım tabii...Öyle normal zinciri takip etmedim, uzmanı aramadım, o da hocayı arayamadı haliyle. Bir yandan elle soluturken, bir yandan olmayan bir yatağı yarattık, kulakları çınlasın, galiba Yasemin hemşire de nöbetçiydi o gece. Ertesi sabah kimse 'niye zinciri bozdun?' demedi. Ne mutlu ki o bebek şimdi 8 yaşına geldi.

'En celalli nöbetim', sırada bilgi alacak onca hasta yakını varken, başka biriyle konuşurken, üstelik de bir dakikaya geliyorum demişken, 'sen benim kim olduğumu biliyor musun?' sözüyle sigortamı arttıran hasta yakınına 'kimsen kimsin kardeşim, bana hasta yakınısın. O kadar!...Anlayabildin mi?' diye dayılandığım geceydi. Adam duraladı kaldı önce, sonra o da dayılandı haliyle, kim olduğunu söylemesi gerekti ya, bir şekilde söyledi. Ertesi gün şikayet de edildim tabii. O geceden sonra böyle tehtidkar tavırlar karşısında haklı da olsa yükselen öfkenin bana bir faydası olmadığını öğrendim.

En mutlu nöbetim, en neşelisi, en sevdiğim, en çok ameliyata girdiğim, en çok çaresizlik çektiğim, en üzüldüğüm...O dönemde Nöbet öyle bir şeydi. Önceleri hapis gibi, sonra alıştığım, daha sonraları yaşamıma görelik katan ayrıntı haline gelen...

Doktorca değil de, insanca soruyorum kendime. 'Yau bu nöbetler aslen neydi ne demekti?'

' (Gün aşırı bir sıklıkta), güneş gecenin derinliğinden gökyüzüne çıkmaya hazırlanırken ve bütün dünya uyurken, uyanık olup, servisin arka balkonunda, kafamı duvara verip, sabaha şahitlik etmek demekti. O balkonda yudumlanan demli bir bardak çay demekti, 'Satılmış efendi'nin ehil ellerinden' çıkmış... Kimi zaman 'Kebap 69 (ismi uydurmuş bulunuyorum)' dan iskender, künefe partisi, kimi gece bir parça ekmek arası reçeldi; hatta itiraf ediyorum sanayağı ile muamele görmüş çiğ domates salçası da menudeydi.

'Allahım bitmeyecek mi bu gece' sorusunun hiç yanıtsız kalmadığı...Sabahleyin mutlaka son bulan, herbirinde başka sürprizlerle tanıştığım bir sorumluluktu.

Aslında en önemlisi, bu nöbet 'eziyetleri' bir işi öğrenmek için kırk fırın ekmeği teker teker yemek gerektiğini öğrendiğim bir süreçti.

Daha az eziyetli bir süreçle aynı deneyim edinilmez miydi?..

İnsan zihni bir tuhaf işte,

Asistanlık biteli çok oldu ama, anılar depreşince... Sormadan edemiyor kendine...

Not: Bu yazı daha önce yayınlayıp kısa süre içinde sildiğim bir başka blogumun güncellenmiş halidir. Bu not, o sırada okumuş olan dostlar içindir.

 
Toplam blog
: 146
: 1061
Kayıt tarihi
: 05.12.06
 
 

Hep yazmak istedim. İnsan düşüncelerini yazıya dökünce kendi başınadır çünkü, kaygısız, katıksız ..