- Kategori
- Gündelik Yaşam
Anılarla 70'li yıllar 2

Bakırköy’ün 70’li yıllardaki geçmişine uzanıyor kalemim. Sadece Bakırköy mü? O dönemin ruhu, tadı, modası ve yaşantısı ile İstanbul’un en mutena semtlerine; Taksim’in, Beyoğlu’nun, Mecidiyeköy’ün, Kadıköy’ün, Suadiye’nin, Moda’nın, Erenköy’ün hatta anılarımda süslü bir çerçeveye koyduğum Kanlıca’nın 70’li yıllarına…
O güzel, taptaze sütlerden yapılan meşhur Kanlıca yoğurdunun tadı damaklarda kaldığı zamanlara… Şimdiki gibi market rafından indirilmiş gibi plastik kapta, plastik kaşıkla sunulmazdı o güzelim yoğurt. Yanına reçel, dondurma, bal ilave etmeye gerek duyulmazdı. Pudra şekeri yeterliydi. O pembemsi rengiyle, kaymağıyla ve tadıyla bambaşkaydı o yoğurt. Şimdi hiç beğenmiyorum.
Dedim ya şanslılardanım işte!
Dedemin bülbül sesleriyle dolu Mihribat korusunda uykulara daldığı, çayırlarında at bindiği, kıyılarında kalkan avladığı Kanlıca da şimdi beton yığını. Tarihi köşklerin yanında beton uzantılar, dar sokaklarındaki yığıntılar, eski evlerin bitişiğindeki kötü yapılar Kanlıca’yı da çirkinleştirmiş durumda.
Dünyada hiçbir yer eskisi gibi değil elbet. Ama biz millet olarak o kadar acımasızca ve duyarsızca yitirdik ki her köşemizi. Ancak eski İstanbul fotoğraflarına baktığımızda anlıyoruz ne çok şeyin kurban edildiğini. Başında eski alemlerin sarhoşluğu ile gözlerini kapatıp İstanbul’u dinleyen Orhan Veli şimdi sağ olsaydı İstanbul için neler yazamazdı kim bilir?
Eski sokaklarla, evlerle, ağaçlarla geleneklerimiz de kayboldu. Kullanmadığımız duyularımız köreldi, zaten ihtiyacımız kalmadığı için fark etmedik onların yok oluşunu. Tıpkı Kanlıca yoğurdunun lezzeti gibi.
Ömür yoğurtları da ünlüydü o zamanlar. İncirli’de son yıllarda yıkılıp yerine abuk bir alışveriş merkezi yapılana kadar “Ömür Restoran” olarak hizmet veriyordu İncirli’de.
Çamlık semtine kadar tek tük ahşap evlerin süslediği İncirli caddesindeki çay bahçeleri, Çeliktaş, Konak, Saray yazlık sinemaları ve şimdi pasaj olan Tınaztepe sineması, Bakırköy’ün vazgeçilmez mekanlarıydı.
Meydandan “şimdiki özgürlük meydanı” Yeşilyurt’a faytonlar kalkardı. Gezmek isterseniz tıkır tıkır aheste aheste köşkler diyarı Yeşilyurt’a giderdiniz. Kumsaldan denize girmek isterseniz trene binip Florya’da iner ve Haylayf ya da Güneş pilajına serinlerdiniz.
Zuhuratbaba türbesinin hemen yakınında meşhur bir lünaparkımız vardı. Yeri hala mevcut ama şimdi ne iş yapıldığı belli değil. Berkant’ın, Barış Manço’nun, Cem Karaca’nın konserler verdiği nezih bir mekandı.
Aslında en iyi konserler Taksim civarındaki sinemalarda olurdu. Fitaş, Dünya, Emek sinemaları en meşhurlarıydı. Uzun saçlarıyla gençlerin sevgilisiydi Erkin Koray. Underground müzik yapardı ve çok popülerdi. Yeni bir akımdı Undergraund. Siyah deri montgomeri giyen isyankar gençler bu konserlerde kendilerinden geçerler, konser çıkışı grup halinde konseri caddelere taşırırlardı.
çok memleketler gezdim
neler gördüm görmedim
şu kocaman dünyada
senin gibi görmedim
estarabim, estarabim,
sağdan soldan estarabim,
au… au….
Üç Hürel, gam yüklü Moğollar, Kurtalan Expres ve elim bir kazada tümünü yitirdiğimiz “Beyaz Kelebekler” en meşhur topluluklardı.
Yabancı şarkıcılardan Adamo, Dalida, Ann Mary David’de sıkça gelip konser verirdi. Bu sinemaların olduğu binalarda hep pahalı markaların satıldığı pasajlar mevcuttu. En çok kullanılan ve moda olan giysiler, ayakkabılar ve parfümler bu pasajlardan alınırdı. Old spice, çam kokulu pino, Aqua di Selva ve Aramis sürmeyen erkek yoktu. Genç kızlar özellikle Aramis süren erkeklere bayılırdı.
Sinemalardaki filmler de çok kaliteliydi. Şimdi milyon dolarlar harcayıp yapılan filmleri bile bir sene sonra unutup gidiyoruz.
Cumartesi 14.30 öğrenci seyircisi bol seansları tercih ederdik. Paramız genelde birinci diye satılan, perdeye yakın ön sıralardaki ucuz biletlere yeterdi. Film boyunca boynumuz servikal sendroma uğrar ama sinemada vakit geçirmenin mutluluğuyla ağrılarımızı unuturduk.
1973’de OPECin Viyana’da petrol fiyatlarını arttırdığını açıklamasıyla cümle alem kriz yaşarken cebimizin dolu olduğu zamanlar Dikilitaş’taki Bakırköy’ün en eski taksi durağı “Ahu” dan, torpido gözü gaz yağı ile parlatılmış taksilere binip, 40 TL verir Taksime öyle giderdik.
İtalya’nın yüz akı Giuliano Gemma RİNGO serileriyle ve Clint Easwood CESSABATA tadındaki filmleriyle bizi kovboy filmlerine ve AMİGOLUĞA doyuran aktörlerdir.
İki saat kırk dakika süren İYİ KÖTÜ ve ÇİRKİN filmini seyretmeyeniniz yoktur sanırım. Clind’in iyiyi, Ellie Wallach’ın çirkini, Lee Van Clif’inde kötüyü oynadığı Sergio Leone’nin mükemmel bir western filmidir.
Warren Beatty ile Faye Dunaway’in oynadığı Bonnie and Clyde, Robert Redford ve Paul Newman’ın BUTCH CASSDY, Omar Sherif’in DOKTOR JİVAGO unutamadığım filmler arasındadır.
Popüler aktörlerin yanı sıra Mireille Darc, Brigitte Bardot, Virna Lisi, Catherina Deneuve, Elke Sommer, Ursula Andres, Raquel Welc, Sofia Loren ve Claudia Cardinale en ünlü sinema sanatçılarıydı.
O sıralar Türk sineması Tarkan Wikingler, Pamuk Prenses ve yedi cüceler, Kel Oğlan ve Malkoçoğlu serileriyle yerlerde süründüğü için Yeşilçam kan ağlıyordu maalesef!
1975 yılında Emek sinemasında rock opera tarzının en muhteşemini THE WHO (tommy) müzikalini seyrederken tüylerimiz diken diken olmuştu. Efsane vokalist Roger Darltrey’i, Tina Turner’i, Eric Clapton’ı, Elton John’u dinlerken ilk kez guardofonik ses düzeni ile tanıştığımız için, şaşkınlık içinde bir sağa bir sola döne döne hoparlörleri takipetmekten serseme dönmüş ama daha sonraları alışmıştık.
Francis Ford Coppola’nın “BABA” serisinden sonra Jean-Paul Belmondo'nun "Francois Capella" ve Alain Delon'un da "Roch Siffredi" rolünü oynadığı BORSALINO serileri de çok tutmuştu. Hele Alein Delon’un filmlerindeki antraklarda millete göstere göstere GİTANE sigarası yakmak pek bir modaydı. Sert sigaradan hoşlanmayanlar kapı dışındaki
tombalacılardan Pall Mall ya da Kent alırlardı.
Sinema çıkışı İstiklal Caddesi boydan boya yürünür, tinercilere ya da kapkaççılara asla rastlanmazdı. Dolmuşa binmeden önce mutlaka Taksim meydanındaki Kristal Büfe’de özel soslu hamburger yenir, yanında köpük küpük birer bardak ayran içilir eve öyle dönülürdü.
70’lerin ortalarına doğru sinema zevki bitiverdi. Beyoğlu sinemalarından sürekli civ civ ve kuş çıktığı için sokaklarda bile zor yürür olduk. İnci'de zevkle bir profiterol yemek bile çirkin bakışlar yüzünden mazi olmuştu.
Atlas, Alkazar, Elhamra, Rüya gibi sinemalar, Özcan Tekgül, Figen Han, Melek Görgün, Arzu Okay, Feri Cansel ve Aydemir Akbaş, Sermet Serdengeçtiyle kendinden geçti. Matineler bile devamlıydı ve seyirci hangi saatte girerse girsin tek biletle saatlerce sinemada kalırdı.
Yeşilçam yüz karası filmlerini oynatmaya başlayınca elit seyircisini de kaybetti. Küçücük bir odada senaryosuz çekilen et yığını filmler Beyoğlu’nun bütün karizmasını da yerle bir etti.
“devam edecek”