- Kategori
- Deneme
Anıtkabir'de Yeniden Doğuş

9 Kasım gecesi Ankaralılar için diğer gecelerden farklı değildir. Gecenin ilerleyen saatlerinde trafiğin sıkışıklığından eser kalmamıştır ve Ankara'nın üzerine yoğun bir sis tabakası çökmüştür. Bir süre sonra şehrin ışıkları bir bir sönmeye başlamıştır ve insanlar sonraki günün akibetini bilmeden sıcak veya son zamnlardan sonra belki de hiç sıcak olmayacak yataklarına girip uyumaya başlamışlardır. Tüm bu karanlığın ve gece sessizliğinin içinde Ankara'nın en anlamlı yeri Anıtkabir'in ışıkları yanmış ve o unutulmaz ihtişamını hiç kaybetmemiştir.
Anıtkabir'i bekleyen askerlerden biri şehrin karanlığına bakarken bulunduğu yerin biraz ilerisinde bir ışık yüzmesinin parladığını görür. Nur gibi, tertemiz bir ışık öyle bir gözünü almıştır ki eliyle gözlerini kapatmak zorunda kalmıştır. Genç asker bir anlık şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra silahına davranır fakat ışık kaybolmuştur. Yaklaşmakta olan ayak seslerini işitir ve silahına daha sıkı sarılır. "Kim gecenin bu saatinde Ata'nın Kabri'ne gelmek ister ki?" diye merak ederken kendisine seslenildiğini duyar:
"Söyle bakalım çocuk, ne bekliyorsun burada?"
Afallayan asker karanlığın içinden tertemiz yüzlü birinin çıktığını görür. Gözlerine inanamaz, bir daha bakar ve bir daha... Elindeki silahı düşürür ve mırıldanır:
"Pa... Paşam?"
Karanlığın içinden çıkan figür O'nun ta kendisidir. Elinde sigarasıyla, titremekte olan askere yaklaşır ve yere eğilip düşen silahı alır.
"Sen Ata'nı böyle mi korursun çocuk?"
"Paşam, ben..."
Silahı askere geri verir ve elindeki sigarayı atıp cebinden bir yenisini çıkarır ve yakar. Sigaranın dumanı Ankara'nın sisine karışır gider. Anıtkabir'den Ankara'yı izlemeye başlar.
"Adın ne çocuk?"
"Efe, Paşam"
"Peki çocuk, bunca yıldır ne oldu güzel ülkemde? Kendi otomobillerimiz, dünya çapında sanatçılarımız ve bilim adamlarımız var mı?"
Genç asker başını önüne eğer ve hiçbir cevap veremez. O sigarasından öyle acı bir nefes çekerken Ankara sise gömülmüştür.
"Peki ne yapar benim insanım? Türk'ün kaderi ne oldu çocuk?"
"Türk, Kürt, Çerkez, Alevi, Sünni... hepimizi böldüler Paşam. Kendi otomobilimizi, kendi uçağımızı bırakın kendi kıyafetimizi yapamayacak hale geldik. Devleti sömürenler başa geldi, şu gördüğün gariban halkı neredeyse tamamı müşkül durumda paşam"
"Ben İstanbul'dan Ankara'ya baktığımda bir avuç insanın bir mucize yarattığını gördüm, damarlarımdaki kanı hissettim, siz gençlere seslendim... Tüm bunlara rağmen siz bu mucizeyi nasıl göremediniz çocuk?"
Ata yaptığı bir konuşmadan bir alıntıyı mırıldanır...
"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."
Genç asker tekrar başını eğmiş ve Ata'nın karşısında mahçup duruma düşmenin utancını ruhunda hissetmiştir. Ata sigarasını bitirir ve karanlığın içine fırlatır.
"Ben gidiyorum çocuk"
"Paşam bu milletin size ihtiyacı var"
"Bak çocuk, yarın benim ölüm yıldönümüm. Ben ne çiçek, ne çelenk beklerim. Siz kim olduğunuzu anlayın, Türk'ün karşısında dünyanın ne kadar aciz olduğunu fark edin, o zaman ruhum şad olur."
Ata yavaş yavaş arkasını dönüp tekrar beliren ışığa doğru ilerler ve birkaç adım attıktan sonra arkasını dönüp askere seslenir:
"Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler."
Ve Anıtkabir'in o gece karanlığa gömülür.
Rivayet edilir ki Ata halkının bu halini görmektense karanlıkta kalıp ızdırap çekmeyi tercih etmiştir. Yine rivayet edilir ki bir gün, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında dünyada esen bir kasırgadan sonra buraya nur yağacaktır...
Anıtkabir'i bekleyen askerlerden biri şehrin karanlığına bakarken bulunduğu yerin biraz ilerisinde bir ışık yüzmesinin parladığını görür. Nur gibi, tertemiz bir ışık öyle bir gözünü almıştır ki eliyle gözlerini kapatmak zorunda kalmıştır. Genç asker bir anlık şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra silahına davranır fakat ışık kaybolmuştur. Yaklaşmakta olan ayak seslerini işitir ve silahına daha sıkı sarılır. "Kim gecenin bu saatinde Ata'nın Kabri'ne gelmek ister ki?" diye merak ederken kendisine seslenildiğini duyar:
"Söyle bakalım çocuk, ne bekliyorsun burada?"
Afallayan asker karanlığın içinden tertemiz yüzlü birinin çıktığını görür. Gözlerine inanamaz, bir daha bakar ve bir daha... Elindeki silahı düşürür ve mırıldanır:
"Pa... Paşam?"
Karanlığın içinden çıkan figür O'nun ta kendisidir. Elinde sigarasıyla, titremekte olan askere yaklaşır ve yere eğilip düşen silahı alır.
"Sen Ata'nı böyle mi korursun çocuk?"
"Paşam, ben..."
Silahı askere geri verir ve elindeki sigarayı atıp cebinden bir yenisini çıkarır ve yakar. Sigaranın dumanı Ankara'nın sisine karışır gider. Anıtkabir'den Ankara'yı izlemeye başlar.
"Adın ne çocuk?"
"Efe, Paşam"
"Peki çocuk, bunca yıldır ne oldu güzel ülkemde? Kendi otomobillerimiz, dünya çapında sanatçılarımız ve bilim adamlarımız var mı?"
Genç asker başını önüne eğer ve hiçbir cevap veremez. O sigarasından öyle acı bir nefes çekerken Ankara sise gömülmüştür.
"Peki ne yapar benim insanım? Türk'ün kaderi ne oldu çocuk?"
"Türk, Kürt, Çerkez, Alevi, Sünni... hepimizi böldüler Paşam. Kendi otomobilimizi, kendi uçağımızı bırakın kendi kıyafetimizi yapamayacak hale geldik. Devleti sömürenler başa geldi, şu gördüğün gariban halkı neredeyse tamamı müşkül durumda paşam"
"Ben İstanbul'dan Ankara'ya baktığımda bir avuç insanın bir mucize yarattığını gördüm, damarlarımdaki kanı hissettim, siz gençlere seslendim... Tüm bunlara rağmen siz bu mucizeyi nasıl göremediniz çocuk?"
Ata yaptığı bir konuşmadan bir alıntıyı mırıldanır...
"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."
Genç asker tekrar başını eğmiş ve Ata'nın karşısında mahçup duruma düşmenin utancını ruhunda hissetmiştir. Ata sigarasını bitirir ve karanlığın içine fırlatır.
"Ben gidiyorum çocuk"
"Paşam bu milletin size ihtiyacı var"
"Bak çocuk, yarın benim ölüm yıldönümüm. Ben ne çiçek, ne çelenk beklerim. Siz kim olduğunuzu anlayın, Türk'ün karşısında dünyanın ne kadar aciz olduğunu fark edin, o zaman ruhum şad olur."
Ata yavaş yavaş arkasını dönüp tekrar beliren ışığa doğru ilerler ve birkaç adım attıktan sonra arkasını dönüp askere seslenir:
"Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler."
Ve Anıtkabir'in o gece karanlığa gömülür.
Rivayet edilir ki Ata halkının bu halini görmektense karanlıkta kalıp ızdırap çekmeyi tercih etmiştir. Yine rivayet edilir ki bir gün, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında dünyada esen bir kasırgadan sonra buraya nur yağacaktır...