Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

08 Kasım '06

 
Kategori
Sosyoloji
 

Anlamı arayış

Anlamı arayış
 

Neden hayat bu kadar kısa? Neden daha birçok şey başlamadan bitmek zorunda? Neden ömür bir düş gibi gelip geçmekte, ardından sararmış ölü yapraklar bırakarak... En güçlü, en yoğun, en anlam dolu duygular bile ömrünü tamamladıktan sonra bitmekte, tükenmekte, ölmekte; ölü duygularla kavrulan bir ruh ölümsüzlüğü nasıl yaşayabilir ki? Gerçekten ölümsüzlüğün bir yolu var mı? Varsa ne demektir bu, kendimi inandığımı söylediğim ama aslında hakkında hiçbir şey bilmediğimi bildiğim cennet kavramıyla avutuyorum, oysa bu üç günlük dünya okyanusundan bile anladığım bir damladan ibaret; sonsuzluğu, sınırsızlığı, mutlaklığı nasıl kavrayabilirim ki?..

Yaşadığımız hayat o kadar ilkel ki... Günün on saatten fazlasını çalışmaya ayırıyoruz, fiziksel ihtiyaçlar, sosyal ihtiyaçlar, duygusal ihtiyaçlar derken tüm hayatımız ihtiyaç ve zorunlulukların ördüğü bir ağ içinde hapsolmuşa dönüyor. Eğlence dediğimiz şey çoğu zaman içinde bulunduğumuz zavallı durumu görmezlikten gelebilmenin kapalı bir ifadesi değil mi? Sınırlı enerji kaynakları, kısıtlı imkânları olan bir dünyada azı talep eden çoklar olarak birbirimizle savaşıp duruyoruz çoğu zaman ve buna ekonomi adlı bilimsel bir isim takıyoruz, oysa çok azımız gerçek sorunların kökenine inebilecek zihin yapısı, ortam ve zamana sahip.

Gerçek su gibi sade, süt gibi saf ve lekesizdir; paylaşma yerine hırsı tercih ediyoruz, bilgi yerine cahilliği, cesaret yerine korkaklığı seçiyoruz, ve en önemlisi soru sormaktan korkuyoruz: “20 milyar yıllık ömrü olan bu evrende 60 yıllık ömrü olan biz insanlar 15 yılımızı okul, 25 yılımızı iş, geri kalan ömrümüzü de emeklilik denen kurgusal bir dünyada geçiriyoruz. Acaba gerçekten bu 15 yılı örneğin 5 yıla indirmek imkansız mı, veya enerjiyi serbestçe elde ederek en azından su, hava, besin ve barınma gibi temel ihtiyaçları bedava haline getirmek gerçekten imkansız mı? Asla, aslında insanlık buna inansa on yıl içinde bile yaşadığımız dünya öyle farklı bir dünya olur ki...

Çok değil belki kırk-elli yıl sonra sanal gerçeklikle bugün inanılmaz gibi görünen bir dünyada yaşamak mümkün olacak belki. İnsanların birçoğu bildiğimiz gerçeklikten koparak yıllarını sanal bir dünyada yaşama yolunu seçecekler. İstedikleri gibi bir ev, araba veya kendileri için istedikleri yapıda bir beden seçerken yine istedikleri görüntüde bir sevgilileri olacak bu dünyada. Genetik mühendisliği ile insanlar istedikleri cinsiyet, boy, renk vs. tarzında çocuklara sahip olabilecek, yine nano-teknolojideki gelişmelerle yaşadığımız dünyada bugün mucize gibi görünen birçok olgu (örneğin istediğiniz renk ve şekle girebilen bir elbise gibi) gerçeğe dönüşecek. Yüzlerce yıl sonrasını bir hayal edin, belki de artık insanlar ruhlarını, bir elbise gibi klonlayarak ürettikleri bir bedenden diğerine aktarabilecekler artık. O zaman şu soru çıkıyor ortaya: “Ruh nedir, insanı oluşturan öz nedir, hayat nedir, anlam nedir?”

Aslında daha da derin bir sorun var: Kuantum mekaniği dalga fonksiyonlarına ait dinamikleri belirleyen iki temel prensipten oluşmaktadır. Schrodinger denklemleri ve ölçüm önermesi. Çok farklı olan bu iki prensip birlikte bir sistemin zaman içinde nasıl bir dalga fonksiyonu oluşturduğunu ortaya koyar. Schrodinger denklemi bir sisteme ait dalga fonksiyonun hemen tüm koşullar için nasıl gerçekleşeceğini ortaya koyar. Ölçüm önermesi ise ne gariptir hangi özel koşullarda Schrodinger denkleminin geçerli olmayacağını ifade eder. Özet olarak der ki, bir ölçüm yapıldığında o sisteme ait dalga fonksiyonu çok daha belirgin bir yapıya çökelir. Bu çökelmenin şekli ise yapılan ölçümün özelliğine göre değişir. Örneğin dönü halindeki bir partikül, önceden üstüsüte-geçirilmiş (yani hem yukarı hem aşağı) hareket etse dahi, ölçüm yapıldığı esnada sahip olduğu dönü ya aşağıyı ya da yukarıyı gösterecektir. Nihai durum halabir dalga fonksiyonuna denk gelecektir, ancak fonksiyonun genliği belirgin bir pozisyonu gösterecektir, diğer her yerde genlik sıfır olacaktır.

Kısaca bu ne demektir? Bir ölçümün gerçekleşmesi ancak bir kuantum sisteminin bir varlığın bilinci tarafından etkilenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Teoriye göre gösterge aynı anda birçok yeri göstermektedir; fakat ben ancak bilincimle baktığımdaki duruma göre bir yer ve pozisyon görüyor ve algılıyorum. Bu da demektir ki belki de, bilinç gelişmeden önce tüm evren dev bir üstüste-binmiş girişim deseninden ibaretti ve ilk bilincin ilk bakışı bizim şu andaki
gerçekliğimizi oluşturdu.

Aslında herşey bilinçten ibaret, hepimizin bilinci söz konusu ilk bakışın kaynağı olan, hiper-uzayda işleyen ve bizim bilincimizle gerçekliğin örgülenmesini sağlayan kozmik bir bilgisayara bağlı adeta; sonsuz ihtimaller denizinden sıfır referansını belirleyerek ona göre üç boyutlu gerçekliğin matematiğini ortaya koyan kozmik bilgisayar. Aslında yeryüzünde belirmiş olan ve farklı şekillere sahip olan dağların içte aynı ateşe sahip olması gibi bizler de içte aynı bilinci paylaşıyoruz, hepimiz tek bir bütünden ibaretiz.

Evet, o zaman ruh nedir, her şey bir bütünse anlam nedir? Bu evrensel bilinçle gerçek anlamda bütünleşmek mümkün müdür? Örneğin süperiletken teknolojisi sayesinde kuantum seviyesinde çalışan ve yapay zekâya sahip olan bir bilgisayar, bu evrensel bilince bağlanabilir mi, en önemlisi bu bilgisayarda işleyen bir bilince bu aşamadan sonra artık yapay demek mümkün mü? Yine biz kendimizi ve hayatımızı çoğu defa bedenimizle tanımlıyoruz, bu benim elim, kolum, başım, gözüm diyoruz. Çünkü beynimizle bu organları yönetebiliyoruz. Ama yarın insan-bilgisayar-arayüzü yani düşünce teknolojisi ortaya çıkınca ne olacak? Örneğin tamamıyla düşüncenizle çalışan ve uçma yeteneğine sahip bir araç hayal edin. Sizi istediğiniz yere götürmesi, sağa sola manevra yapması, istediğiniz harita bilgisini gözlerinize sunması için tek yapmanız gereken düşünmek. Artık belki de bu aracın da sizin bedeninizin bir parçası olduğuna inanmaya başlayacaksınız veya bedeninizin de yalnızca ruhunuzun operatörlüğünde çalışan bir araç olduğuna. O zaman hayat nedir gerçekten?

Peki, evren dev bir bütüncül bilinçten ibaretse, bu, bu bilincin zaman olgusunu ve bizim seçim ve tercihlerimizi de kapsayacağı anlamına gelmez mi? Peki bu ne anlama gelir o zaman? Belki de kader dediğimiz olgu bilinçli canlı bir organizmadan ibaret, belki de geçmiş ve gelecek beyin hücrelerinde olduğu gibi akson ve dendrit kanallarıyla birbirine bağlı, belki de geçmişle gelecek, nedenle sonuç bir bütün...

Sonuç olarak anlam nedir biliyor musunuz, anlam özgürlüktür. Zaman ve mekân kavramlarının ötesinde, sınırsız, kayıtsız, mutlak özgürlük. Bu ise tüm varlıkla, tüm yaradılışla, tüm evrenle bütünleşmekle mümkündür, bu ise ancak evren kadar büyük bir sevgiyle mümkün. Sevginin de matematiği vardır, sevgi evrendeki en büyük enerjidir, Tanrı sevgidir...

 
Toplam blog
: 72
: 1949
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Yazar 1975 Ankara doğumludur. Monterey Postgraduate School / California'da bilgisayar bilimi dalı..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara