Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Anneler ve oğulları...

Anneler ve oğulları...
 

Babalar ve oğulları; anneler ve kızları… Üzerine yazılar yazılan; romanlar, öyküler kaleme alınan ilişkiler, baba-oğul, anne-kız ilişkisi üstüne olmuştur genelde. Sanki babalar ve oğullarının ilişkisi, annelerle kızlarının arasındaki yakınlık, gizlilik, sırlar, ‘daha bir özel’ olarak görülmüş, daha çok işlenmiştir yazının her çeşidinde.

Yalan…

Bütün bunlar, koca bir yalan…

Eğer yeryüzü üzerinde kurulmuş en özel bağdan söz edilecekse, sevginin, aşkın en yücesinden bahsedilecekse, tek adres biliyorum ben: Anneler ve oğulları…

Çünkü biliyorum ki; dünya üzerinde yaşanan hiçbir sevgi çeşidi, annenin duyduğu sevgi gibi karşılıksız ve beklentisiz değildir.

Şimdilerde ne kadar bir ayağımızı batıya atmak için uğraşsak da, ‘kız dediğin, yarın gelin olup gidecek’ diyen bir toplumun çocuklarıyız biz. Anneler ne kadar düşseler de kızlarının üstüne, bilirler ki ‘elin adamı gelip alacak’ bir gün…

Babalar ve oğulları… İlle de kavga dövüş üstüne kurulmuş, ille de şiddetli geçimsizliklerle dolu inişli çıkışlı ilişkiler... Daha küçük yaşlardan başlar ‘Oğlum büyüyecek, babasının işini alacak… Oğlum büyüyecek; büyük adam olacak’ beklentisi. Babalar, ‘görmek istedikleri gibi olursa’ severler oğullarını. Ve o oğullar, babalarının beklentisini vermezler hiçbir zaman. Hiçbir zaman…

“Hep sen şımartıyorsun bu çocuğu… Senden yüz bulduğu için böyle oldu bu” sözlerinin duyulduğu yerde başlar anneler ve oğulları. Annenin beklentisi yoktur; her zaman, her durumda ve ne olursa olsun ‘anasının biricik kuzusu’dur oğlu. Kaç yaşına gelirse gelsin, hangi konumda olursa olsun, bu böyledir. Bu, hep böyledir…

Baba, kendi çizdiği yolda yürüsün diye uğraşırken oğlu için; anne, kendi kanatlarıyla ve özgürce uçması için didinir ‘biricik kuzusunun’… Kendi kanatlarıyla, kendi düşlerine…

Anneler, baba-oğul çekişmesi arasında beyazlatırlar saçlarını.

Büyük bir kavganın ertesinde ağlamaklı gözlerle balkondan yıldızları seyrederken evin yirmi yaşındaki ‘asi oğlu’, dalgın gözlerle ‘Kendi hayallerine koşması için ne yapmam lazım’ diye düşünerek oğlunu izleyenler, annelerdir… Anneler, yirmili yaşlarındaki oğullarının geleceğini, gözlerini oğullarının üzerinde dolaştırarak, sessiz sessiz izlerler. Anneler, oğullarını her daim izlerler…

İster beslenme çantasını sallaya sallaya, yırtılmış önlüğüyle eve gelen ilkokul öğrencisi olsun, ister sıranın üzerine sevgilisinin adını kazımaktan başka bir şey düşünemediğinden veli toplantısında şikâyet edilen liseli genç olsun, ister eline kalem alıp bir şeyler karalamaya çalışan saçları kırlaşmaya başlamış otuzunda bir gazeteci olsun, isterse koca bir kenti yönetip sağa sola emirler yağdıran bir başkan olsun… Anneler, oğullarını “Kurban olsun annen sana” diyerek, saçlarını şefkatle okşayarak severler…

Cat Stevens’ın, ‘Father and son’ (baba ve oğul) şarkısında, oğlun babaya söylediği “I know… I have to go…” (Biliyorum… Gitmek zorundayım) nakaratı yankılanıyor kulağımda. Oysa oğullar, hiçbir zaman ‘gitmek zorundayım’ demezler annelerine…

Anneler ve oğulları…

Babaların aksine, kendi kurduğu hayalleri gerçekleştirdiklerinde, kendi kanatlarıyla uçtuklarında düşlerine, kendi masallarını yazdıklarında da gurur duyarlar oğullarıyla anneler. Bir şeyleri ‘başarmış’ olduğunu gördüklerinde, gözlerindeki gururun şiirini yazmanın mümkünü yoktur. Anneler sessizce izlerler bir köşeden oğullarını.

Çok defa yakalamışımdır, annemin üstümde gezdirdiği bakışlarını. Kimi zaman dalgın, kimi zaman kederli, kimi zaman gurulu… Yakalamışımdır…

Eğer bir gün yirmili yaşlarındaki bir genç, valizini toplayıp düşecekse yollara bir gece vakti, önce uyuyan annesinin alnından öpecek, sonra arşınlamaya başlayacaksa karanlık sokakları, umarsız bir ıslık yankılanacak şehirde; nakaratı içten içe söylenen:

I know… I have to go…

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..