Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '07

 
Kategori
Aile
 

Annelik ve en güzel "anne şiirleri"

Annelik ve en güzel "anne şiirleri"
 

Bir delikanlı, çok sevdiği kızı evlenmeye razı etmek için herşeyi yapacağını söyler.
Kız arkadaşı da "Annenin kalbini söküp bana getirirsen sana evet derim, " der.

Masal bu ya aşktan gözü dönen delikanlı, gönlü kan ağlayarak kızın istediğini yapar. Hızla annesinin kalbini sevdiği kıza götürürken ayağı takılır ve düşer.

Annenin kalbinden kendisine bu kötülüğü yapmış evladına karşı kin oluşması gerekirken düşen oğlunu görünce birden telaşlanır, "Ah yavruuum! Bir yerine bir şey oldu mu?"

Belki bu masalı abartılı bulabilirsiniz ama gerçekten annelik "karşılıksız sevgi" demektir.

Nevzat Çelik'in de, sekiz yıl hapis yatarken, "Şafak Türküsü"yle annesine seslenme sebebi budur:

beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama

kaç zamandır yüzüm tıraşlı
gözlerim şafak bekledim
uzarken ellerim
kulağım kirişte
ölümü özledim anne
yaşamak isterken delice

Aslına bakarsanız anne sevgi demektir, kendisi için hissettiğini diğeri için hisseden demektir.

Anne her zaman vardır, her zaman hayatta kalacak ve doğallığını koruyacaktır.

O sever, karşılık beklemeden. Sevgi korunmasızdır ve sevgi esas yasadır. Kanunlardan, yasaklardan, korkulardan uzakta bir ışık bahçesidir. O bahçe "annelerin ayakları altındadır"... Annenin sevgiden başka şeye de ihtiyacı yoktur, çünkü sevgi kendi başına yeterlidir ve sevgi seni koruduğunda başka hiçbir korunmaya ihtiyaç duymazsın.

İnsan sevdiğinde, derinleşmeye başlar. Derinleştikçe yumuşar ve genişler. İçine yayılan huzur ve saf enerji, aslında onun "yuva" ve "anne" enerjisidir. Hristiyanlar "Baba" sözcüğüyle Tanrı'yı kastetseler de eğer bir Tanrı varsa, o en çok anneye benzeyebilir. Bize can veren, bizi kutsayan, karşılıksız even bir anneye...

Ancak her çocuğun, anneye karşı sorumlulukları da vardır. Sevginin aynası karşılıklıdır. Belki de bu nedenle Orhon Seyfi Orhon, "Annemle Hashibal" alı şiirinde şöyle der:

Anne, zannetme ki günler geçti de,
Değişti evvelki hissim gitgide...

Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum
Seneler geçse de ben yine buyum...

Senden umuyorum teselli yine
Bugün şefkatine muhabbetine,

Zanneder misin ki yok ihtiyacım
Belki eskisinden daha muhtacım...

Osho, bir yazısında buna değinir: "Eğer bir dil bilimciye sorarsan 'Dayı' sözcüğünün babadan daha eski olduğunu söyleyecektir. Dayılar daha önce var olmuştur; çünkü hiç kimse babanın kim olduğunu bilmezdi. Bir kez özel mülkiyet sabitlendiğinde, bir kez evlilik özel mülkiyetin bir türü haline geldiğinde babalık kurumu insan yaşamına girmiştir. O çok kırılgandır, her a ortadan kalkabilir. Toplum değişirse bu kurum, yok olan diğer pek çok kurum gibi ortadan kalkabilir. Ancak Doğu’da pek çok insan, pek çok gelenek Tanrı’yı bir anne olarak adlandırmıştır. Onların yaklaşımı çok daha anlamlıdır. Buda’ya bak; onun yüzü bir erkeğinkinden daha çok kadınınkine benzer. Aslında, bu yüzden bizler onu sakallı yahut bıyıklı göstermemişizdir. Mahavira, Buda, Krishna, Ram; onların yüzünde asla ne sakal ne de bıyık göremezsin. Hormonlarında bir şeyler eksik olduğundan değil —sakalları olmuş olmalı— ama onları sakallı resmetmemişizdir; çünkü bu onların yüzü daha erkeksi bir görüntü verirdi.

Doğu’da biz gerçekleri değil, daha çok anlamlı olanı, ilişkili olanı önemseriz. Elbette gördüğün tüm Buda heykelleri gerçek değildir ama Doğu’da biz bunun için endişelenmeyiz. Önemli olan Buda’nın kadınsı, dişi hale gelmiş olmasıdır. Bu, sol beyin lobundan, sağ beyine; erkekten, dişiye geçmektir; saldırganlıktan, pasifliğe geçmektir; çabadan çabasızlığa geçmektir. Buda daha anaçtır, daha dişidir. Eğer gerçekten bir meditasyoncu haline gelirsen, yavaş yavaş kendi varlığında pek çok değişiklik oluğunu göreceksin ve bir erkekten çok kendini bir kadın gibi hissedeceksin: Daha zarif, daha alıcı, saldırgan olmayan, daha sevecen. Ve varlığından sürekli olarak sevgi yükselecek; o yalnızca doğal bir koku olacak.

Normalde senin sevgi dediğin şey içinde şehveti gizler. İnsanlara karşı sempati duyuyor olsan bile, duygularını izle, incele ve derinine in ve bir yerlerde birtakım dürtüler bulacaksın. Son derece sevgi dolu gözüken eylemlerde, derinlerde her zaman bir dürtü bulacaksın.

Bir gün Louie eve dönmüştü. Karısını başka bir adamın kollarında bulunca şoka girmişti. Odadan hızla çıkarken, "Tabancamı alacağım" diye bağırdı.

Elbiseleri olmamasına rağmen, karısı arkasından koştu ve adamı yakalayıp yüksek sesle, "Seni aptal niçin bunda bu kadar heyecanlanacak ne var? Yeni mobilyaları, benim yeni elbiselerimi ödeyen sevgilimdi. Dikişten kazandığımı zannettiğin fazladan para, satın alabildiğimiz kimi küçük lüks şeyler; onların hepsi ondan geldi!" dedi.

Ancak Louie kendisini kadından kurtardı ve üst kata doğru devam etti. Karısı, "Tabanca olmaz Louie!" diye bağırdı.

"Ne tabancası?" diye aşağıya seslendi Louie. "Bir battaniye getiriyorum. Şu zavallı adamcağız, orada öylece, çıplak yatarken üşütecek."

Sevgi hissediyor olsan —yahut hissettiğini zannetsen veya hissediyor gibi yapsan— dahi, sadece derine in ve incele ve her zaman onda başka bir dürtü bulacaksın. O saf sevgi olamaz. Ve şayet saf değilse, o sevgi değildir. Saflık sevgideki temel şeydir, aksi taktirde o başka bir şeydir; az ya da çok o bir formalitedir. Biz resmi olmayı öğrenmişizdir —karına nasıl, kocana davranacağını, çocuklarına, ailen, arkadaşlarına nasıl davranacağını— her şeyi öğrenmişizdir.

Sevgi öğrenilebilecek bir şey değildir. Öğrendiğin tüm formaliteleri, görgü kurallarını ve davranışları, resmiyeti unuttuğunda, o senin içinde ortaya çıkar. Sevgi vahşidir; onun tadı görgününki, resmiyetinki gibi değildir. Bunların hepsi onunla kıyaslandığında ölü şeylerdir. O son derece canlıdır, o bir aşk ateşidir."

O ateşin etrafında dans etmek gerekir. Cezmi Ersöz'ün dediği gibi:

İnsanın annesini sevmesi
Kendisini sevmesi değil midir aslında
Kendi hayalgücünü ve o korkunç düşlerini
Saatinin içini aç, annen sana bakacak
Öp anneni, tanrıyı anımsa
Beslenme çantana koymayı unutma karakutunu
Kurtlarla ve annenle her sabah dans et
Kurtlarla ve annenle her akşam dans et...
Sen oradasın
Yazılmamış bir şiir gibi...
Saf ve masum
Bütün öfkem bu sana
Başeğmem ve sonsuzca arzulamam.

"Çok iddialı bir turnuva maçının on ikinci deliğindeyken, Smith ve Jones’un çimenlere doğru yaklaştıkları yerde çayırlar bir otoyola tepeden bakıyordu. Yol boyunca ilerleyen bir cenaze alayı gördüler.

Smith orada durdu, şapkasını çıkardı, kalbinin üzerine yerleştirdi ve başını cenaze alayı dönemeçte kaybolana kadar öne eğdi.

Jones şaşkınlık içerisindeydi ve Smith şapkasını yerine koyduktan sonra oyuna geri döndü ve "Smith, bu çok hassas ve saygıdeğer bir davranıştı, " dedi.

"Ah, aslında, " dedi Smith, "Daha azını yapamazdım. Ne de olsa kadınla yirmi yıl evli kaldım."

Yapmak zorunda olduğun için yaptığın belirli şeyler yüzünden hayat plastik, yapay, resmi hale gelmiştir. Elbette isteksizce görevleri yerine getiriyorsun ama hayatının büyük kısmını ıskalarsan bu doğaldır çünkü hayat sadece sen canlıysan, capcanlıysan mümkündür. Şayet senin kendi ateşin gönülsüzce yerine getirdiğin formalitelerle, görevlerle, kurallarla kaplanmış durumdaysa, sadece sürüklenirsin. Konforlu bir biçimde sürüklenebilirsin, yaşamın rahat bir hayat olabilir ama sen gerçekten canlı olamazsın.

Gerçekten canlı bir hayat, bir anlamda kaotiktir. Bir anlamda diyorum çünkü onun bir tür disiplini vardır. Onun kuralları yoktur çünkü onun herhangi bir kurala ihtiyacı yoktur. Onun içerisinde kendiliğinden var olan temel bir kural vardır; onun herhangi dışsal bir kurala gereksinimi yoktur."

Anne size hayatı üflüyen ve ruhunuza dağıtandır. Bu onun içinde kendiliğinden vardır... İnsanın kendisini sebepsiz yere seven ilk varlığıdır. Bir insan anne sayesinde önce kendisini, sonra diğer insanları sever. Eğer anneyi ve kendini seviyorsan, bir annein karnında değil, yüreğinde büyümüşsün demektir!

Didem Madak, bir şiirinde ne diyordu?

Sevgili Anneciğim,
Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda
Kocaman bir dağ lalesi gibi
Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran.

Şimdi mucizevi bir yerdeyim
Muc’ın ucuz evinde
Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem
Duvarlara hep senin resmini çiziyor
di’li geçmiş zamanda birçok resim,
Hep gülümsüyorsun
Aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi
Ve o yıldız karanlık bir şubat akşamında
Durmadan soluyormuş gibi

Anne nedir? Bu soruyu en çok yetimhanede büyüyen çocuklara sorun! Annesiz büyüyen çocuklara sorun! Onlar sizin sahip olduğunu o değerli annenin her an özlemini çekmekteler. Sizi karşışılıksız seven, şefkat ve sabır yuvasının sıcaklığını en çok onlar özler.

Anne, eski Yunan'da Tanrı ile eşdeğer bir sözcüktür. Eski Roma'da, eski Mısır'da, Mezopotamya kültüründe "üreten, yöneten" demektir.

Kadınlar dünyaya yeni bir varlık getirdiği için barışçıdırlar. Oysa bizim gibi ülkelerde en kutsal değer kabul edilen annedir görünürde. Ama bir kavgada, bir stadyumda ağıza küfür olarak alınan da birbirlerinin anneleridir!

Böyle terbiyesizlik ve ikiyüzlülğün yaygın olduğu toplumlar, ne yazık ki çöker. Bunca sevgisiz, nefret-hınç ve hırs dolu toplumlarda insanlar zayıf, ışık karanlıkta boğulmaktadır.

Yaşama anlam katan, en kutsal anlamdır anne...

Zaman geçip, ecel annenizi yakaladığında, her şeyin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu daha iyi kavrarsınız.

Unuttum, nasıldı annemin yüzü
Unuttum, sesi nasıldı annemin
Gece bir örtü olsun anılardan
Kara yüreğime örtüneyim

Unuttum, nasıldı annemin gülüşü
Unuttum nasıldı ağlarken annem
Yaşam sallasın kollarında beni
Küçücük oğluyum onun ben

Unuttum, elleri nasıldı annemin
Unuttum gözleri nasıldı bakarken
Kuru ot kokusu getirsin rüzgar
Yağmur usulcacık yağarken.

Ataol Behramoğlu gibi, "unuttum" demek istemiyorsanız, şimdiden sarılın annenize ve öpün!

Son olarak benim anneme yazdığım madrigallerle bitirelim yazımızı:

A.
I. Anne, o büyük ağaç, elleriyle doğurdu, şekillendirdi beni.
II. Toprağın yağmuru beklemesi gibi beklerim sesini.
III. Geceden gündüze, dağılan nar taneleri zaman.
IV. Hangi akşamın eşiğine otursam onu konuşurum.
V. Nar gibi dağılır içimde yuvalanan dünya.

B.
I. Ağacında büyürüm, hangi mevsime kursam kalbimi.
II. Elleri yangın, elleri ayrılıktan gönüldağı.
III. Öylesine uzaktayım kardelen döken ellerinden.
IV. Gözlerini çevirdiğinde aydınlanır göğün yüzü.
V. Ben göğünde uyurum, kardelenler açarken...

C.
I. Baharın göğsünde, bir salıncakta oturursun.
II. Ben senin şefkatinle boy atan bir akasya.
III. Çiçeklenmiş yaz gibiyim dizlerinde, susuzum.
IV. Sen al susuzluğumu, yeşillenmiş umutlar ver.
V. Bahar için çarpıyor açan elma çiçekleri.

D.
I. Dünyanın ruhundan akıyorsun, mutfaktan.
II. Işığın içinde, ışıkla birlikte yıkanan.
III. Biz aynı dalda büyüyen iki zeytin.
IV. Dünyanın saatlerini sana ayarladık.
V. Bir anne kadar uzaktadır çünkü kardeşler birbirine.

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..