Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '07

 
Kategori
Dostluk
 

Arkadaşlarımda ve dostlarımda bıraktıklarım

Arkadaşlarımda ve dostlarımda bıraktıklarım
 

İlk dostluklarımızı kurduğumuz anları ve o insanları, bilinçli olarak hiçbir insan hatırlayamaz, fakat benliğimizde öyle bir etki oluşturur ki bu ilk dostluklarımız, sonraki dostluklarımızda kuracağımız dengeleri belirler. Dostluk bilincimizin negatif yada pozitif olmasını etkileyen sürecin başlangıcı, insanın anne karnında iken, algısal duyularını kullanabilmeye başladığı günlerdir. İşte, hayatın ilk
anlarını "duymaya" başladığımız o günler ilk dostumuzu edindiğimiz zamanlardır. Doğal olarak "Anne" bir insanın "ilk dostudur", aynı iki dost arasında olduğu gibi her şeyi paylaşır, bölüşürsünüz ve annelerin yaşadıkları sonucunda edindikleri düşünceler ve inanç biçimleride bir anlamda, çocuklarının bilincine yansır. Bunun ne ölçüde gerçekleştiği tam anlamıyla bilinemez, ama hepimizin bildiği bir şey ise şudur; hamilelik döneminde bir çok anne adayının o güne kadar istemediği şeyleri talep etmeye kendini mecbur hissettiğidir. Oluşan bu edimler ve duygular çift taraflı "algılama-sergileme", yani anne ve çocuk etkileşim birlikteliğinin sonucudur. Annenin, "bilinç altı" , "benliği" , "üst benliği" ve bunlara bağlı olarak "beslenme" , "cinsellik" , "barınma" (uyuma v.b) gereksinimlerini oluşturmak ve elde etmek için uyguladığı davranış biçimleri, bir anlamda çocuğun "bilinç altının kaba biçimini" etkiler. Olumlu yada olumsuz süreçlerin veya "dar ailesel süreçlerin" unsurlarının, bireylerinin sahip oldukları niteliklerin işlevsel biçiminin ve içerik yapılarının "oluşturanlarının" ne olduğu; bu "kaba biçimin" oluşumuna etki eden başka bir olgular bütünüdür.

İnsanın bu ilk halleri içinde gelişen edimler, doğumdan sonra her insan için benzer biçimlerde fakat ailesinin özgün niteliğine bağlı olarak tekrarlanır. Görsel algılamalar, "ilk halde" edinilmiş olan duyusal algılamalar ile eşleştirmelere tabi tutulur ve eşleştirilebilen algılamalar, bilinçteki yerini, somut olarak ilk belirleyen "nitelik kazanmış" algılara dönüşür.

Bu kavramsal olgulardan hareket ettiğimizde; bütün insanların "kendi edimlerini ve duygularını" yaşayıp-yaşamadıklarını görebileceğimiz, inceleyip sonuç çıkarmayı düşünebileceğimiz bir bakış açısı oluşturabiliriz. Buradan hareketle; bütün insanların ilk bilgilerini, ilk edimlerini, ilk duygularını ve ilk eylemsel karar-davranış uygulamasını, ailesinin sosyo-psikpolojik konumuna göre oluşturduğunu kabul edebiliriz. Şu örneklemeyi istediğiniz her davranışa ve düşünceye göre kurgulayabilirsiniz; "anne adayı ve eşinin, "ilk çocukluklarını" sevgisiz, huzursuz, sorunlu bir şekilde yaşadıklarını kabul edelim; kadının hamileliği oluştuğunda burada ilk belirleyicilik, hamilelikten "rahatsız olan veya sevinen taraf ikileminin" yaşanıp-yaşanmadığıdır. Çocuğun yapacağı ilk algılamaların, "niteliğinin" neler doğurabileceğinin cevabı, oluşumun algılanan "niteliklere ait sunular" doğrultusunda gerçekleşecek olmasıdır. Aile yapısında var olan eski sorun kalıntıları veya davranışları çocukta zaten var olduğundan, gerçekleşecek yapılanma; olumsuzluklar açısından dahada yükselecek, olumluluklar açısından ise verilen pozitif duygu-durumun gerisinde kalacaktır. İlaçların ve yiyeceklerin, anne karnındaki çocuğa biyolojik etkileri hakkındaki sonuçlar genel olarak bilinir, fakat olanların, edimlerin ve davranışların yarattığı psikolojik durumun ne sonuçlar doğurduğu tam anlamda bilinemez.Bu psikolojik yansımaların olmadığını da kimse söyleyemez.

İnsanların genel yapısının oluşumunu sağlayan sözünü ettiğimiz olgusal yaşamların "her birini" ayrı olarak yapılandıran ve kendi içinde barındıran 'sosyolojik sınıfların ve gurupların' kendilerine ait kültürel olguların içeriğini oluşturan 'yapısal-tarihsel birikimleri', kendi içinde varlık bulan bireylere, o bireyleri eğitip-yetiştiren ön unsurlara tümüyle yansır ve yerleşir. Her bireyin kendi boyutunda algılayabildiği ve kendi öncüllerinin yarattığı kapasite boyutunda sorgulayabildiği, yön verebildiği bir süreçtir bu. Farklı davranabilmenin, sürecin dışına çıkıp daha "objektif-doğal" kişilik ve yaşamlar kurabilmenin koşulu; bilgilenme, birikim kazanma isteğini yaratabilmek, uygulanabilir kılabilmek "gerçeğinin" kabul edilmesidir!Bu ifadenin somutlaştırılması gerekenleri, sosyal sınıfların isimleridir. Biz kabul etsekte-etmesekte gerçek; her sosyal sınıfın ve bireylerinin birbirine uymayan özelliklere sahip kültürel-psikolojilerinin bulunduğudur. Burjuvazinin, Milli Burjuvazinin, Küçük Burjuvazinin, İşçi sınıfının ve Köylülüğün kültürel-psikolojileri kendilerine özgüdür. Her hangi bir insanın eline zaman içinde çok büyük ekonomik güçler geçebilir, ama bu onun Büyük Burjuva olmasını sağlamaz, o insan sadece "zengindir". Nedeni basittir, o kültürün içinde yetişmemiştir, uyumlu davranamaz, bunu hissedebildiğinden kendi kabuğunda zenginliğini yaşar. Örneklemeyi diğer bütün sınıfların bireyleri için farklı biçimlerde kurgulayabiliriz. Dikkat etmemiz gereken yukarıda yapılmaya çalışılan anlatımın ayrıntılarını atlamamaktır. Hani bizim yerli filmlerde bulunan, zengin-fakir tiplemelerinin yaşadıkları ayrılıklar, bunalımlar aslında gerçekliktir, " Kör aşklar" hiç bir zaman yürümez, sadece kurgudur ve
kurgular kolay bozulur.

Biz tekrar sınıfların kültürel-psikolojilerine dönelim; X sınıfa mensup bir bireyin doğumundan sonra karşılaştığı şeyleri, unsurları ve olguları, doğumdan önce geçirdiği süreçte, algılarını kullanmaya başladığı andan itibaren farklı tarzlarda hisettiğini biliyoruz, varsayalım da diyebiliriz. Bu insanın doğumunun ardından görsel ve işitsel anlamda algıladığı her şey, "o sınıfın yaşam tarzının o ana kadar yarattığı olgular ve şeyler bütününden" gelir, bireyin benliğine yerleşir. Doğan bireyi o sınıfın içinden alıp, alt veya üst, başka bir sınıf içinde yetiştirdiğinizde, o sınıfın karakterini kazanır, fakat hayat bulduğu sınıfın özelliklerinide taşır. Bu olgudan hareketle gideceğimiz nokta; her türlü "bir arada bulunmaların" ne kadar sağlıklı ve anlamlı olabileceğini ancak; "bir aradalığı oluşturacak unsurların" sahip oldukları sınıfsal kökenleri ve sınıflarından edindikleri kültürel-psikolojilerinin, ne oranda benzer-objektiflik veya ne oranda farklı-subjektiflik içerdiği belirler. Burada biraz duraksayıp cümleyi algılamak için kendimize fırsat tanıyalım.
Bir iletişim kurmak yada oluşturmak isteyen x kişi, bu bizde olabiliriz; kendi benliğini oluşturduğu sürecin içinde edindiği çeşitli kavram kargaşalarının, hangi temeller üzerinde var olduğunun, "bilinçsizce farkındalığı" ile bu ilişki ve iletişimlerini kurgular. Ve uyguladığı edimlerin sonucunda karşılaştığı karşı-bireysel tavırlar, kendisine, iyi veya kötü nasıl olursa olsun bir duygu hissettirebiliyor ise, ilk duyumsayacağı farkında olmadığı bilinçsiz bir "haz" olacaktır. Ancak bundan sonra ki gerçek duygulanımını kendine gösterilen davranışın niteliği belirleyecektir.(İstenirse bu tartışılabilir, özel açıklamaları yapılabilir.) Kişisel olarak bunu anlamak isteyen birey, her hangi bir duygulanımla karşılaştığı ilk anlarını dikkatli gözlediğinde farkına varacaktır ki, ilk duyulan "haz"dır.

Anlatımların karma bir yapıya bürünmesinin nedeni, "bireysel yapıların" kendi içlerinde benzeri halleri barındırıyor olmasıdır. Psikanalist ifade için "alt benlik-benlik-üst benlik" üçlemesinin gerçekliği, bir döngüsel işleyişler bütününü yaratır ve sürekli farklılaşma her an için devam eder; birilerinin kabul etmesine, evet böyle olur demesine ya da itirazına gereksinim duymadan yapar bu devinimi.Birey olarak biz yalnızca "bilinç yapımızı eğitebildiğimiz" kadarına etki edebiliriz.
Bütün dediklerimizden sonra; toplumsal olarak geçirdiğimiz son yılların yaşattıklarına baktığımızda oldukça sıkımtılı halleri bir bütünlük içinde yaşadığımızın, farkında olmamız gerekiyor. Farkındalık, bu sürecimizde yetişmiş bulunan tüm "bireylerin ve bireylerimizin", olağan dışı sorunlardan, olgulardan ne boyutta zarar ya da fayda gördüğünü düşünmemizin gerekliliğini bize kabul ettirecektir. Olmuş, yaşanmış bir çok travmamız söz konusu; toplumsal yapımızın hemen hemen tüm katmanları kendi boyutlarında, bir anlamda "göremedikleri bir duvara çarpmış" ve etkileşimleri nasıl düzene sokacağını bilemez durumda bulunmakta. İnsanların yaşadıkları ekonomik, sosyal, siyasal travmalar, bütünü ilgilendiren yaşamsal travmalarla birleştiğinde daha da içinden çıkılmaz hale gelmekte. Bir düşünelim, en azından son on yılımızda hep birlikte yaşadıklarımızı düşünelim; ardından kendi hayatlarımızda nelerin değiştiğine ve bunların ne kadarını isteyerek yaptığımıza bakalım.

İsteyerek veya istemeyerek olsa da, biz değiştik ve bunun sorumluluğu bizlere ait, başkasına değil.

Biz itiraz etseydik "değerler, anlamlar ve içerikler" değiştirilemezdi, kavram kargaşalarının içinde gevezelik eden bir çok beceriksizlerle ve karakteri ikilik olan unsurlar ile kafa yormazdık, hepimizin paylaştığı bu yaşamın daha bir yaşanır olması için uğraş verir olurduk.

Siz de kabul edeceksiniz ki, bu olanların en önemli birinci gerekçesi; ortak paydalarımızın azalması ve "ben merkezci isteklerimizi" toplumsal ilişkilerimizde bile ana kural olarak uyguluyor olmamızda aranmalıdır. Toplumsal ilişkilerde "ben merkezcilik, benim isteklerim esastır" mantığı uygulanamaz.

Eğer uygulanırsa, şimdiki zamanda olduğu gibi hepimizin şikayetçi olduğu halleri yaşamaya katlanmaktan başka seçenek bulunmaz. Hepimiz bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünüyoruz, birileri işlerini yapmıyor diye kızıyoruz, ama "hepimiz o birilerinin bir aradaki hali değil miyiz?"

İşte, arkadaşlarımda ve dostlarımda bıraktığımı söylediklerim, onların bende bıraktıklarını bildiğim şeyler bunlar.

Arkadaşlarıma, dostlarıma ve bütün insanlarımıza "iyi bayramlar dilerim."



Fotoğraf:Atlas Dergisi

 
Toplam blog
: 61
: 762
Kayıt tarihi
: 06.07.07
 
 

Sosyoloji, psikoloji, kültürel alanlar ve ilişkiler, insan ilişkileri ve ekonomi-politik ilgi ala..