- Kategori
- Dünya
Artık hiçbirimiz Sosyalist değiliz!

Karl Marks
22 Şubat 2009 tarihli Newsweek dergisinin 39. sayfasında yer alan makale <ı>''Artık hepimiz Sosyalistiz!'' başlığını taşıyordu. Şimdi iki düşüncem var: Ya onların sosyalizmden anladığı ile benim anladığım şeyler farklı, ya da yazarlarla ben farklı bir sosyalizmden bahsediyoruz. Yazarların Amerika özelinde konuya baktığı belli. Amerikalılar'da nedense <ı>''Kapitalizm gidecek, sosyalizm gelecek.'' diye bir düşünce var. Böyle bir görüşe ancak Marksist ekonomi kuramıyla fazla ilgili olmayan veya onu yeni öğrenmeye başlayan insanlar katılabilir.
Ortalıkta bu kadar düşünce karmaşası varken, işe Karl Marks'ın ekonomi kuramını açıklamakla başlamalıyız. Bugün kriz sonrası dünyanın gittiği ekonomik model kısaca; özelleştirmeler yapmak ve özel teşviki desteklemektir. Marks'ın sosyalist düzeninde böyle bir ekonomik model yoktur. Marks özel mülkiyetin ortadan kalkacağı ve kamusal mülkiyetin yerine geleceği bir sosyalist düzen planlamıştı. Bu düzen de devlet her türlü mülkiyeti ele geçirecekti ve bu devletin komünistler tarafından ele geçirilmesiyle bu süreç de sona erecekti. Bu çelişkinin nedeni ekonomik analist sıfatı taşıyan bir grup insanın <ı>''sosyal devlet'' ile <ı>''sosyalizm'' kavramları arasındaki farkı anlayamamalarından, anlasalar bile bunu açıklayamamalarından kaynaklanmaktadır.
Sosyal devlet=Devlet girişimi+özel sektör ve Sosyalizm=kamusal mülkiyet. Bu daha net nasıl açıklanabilir, bilemiyorum. Dünyanın herhangi bir yerinde özel girişimleri desteklemek için parlamentodan yasalar çıkarılması veya devlet girişimiyle bazı bankaların batmaktan kurtarılması zannedildiği gibi sosyalizme açılan bir yol değildir, sadece klasik kapitalist anlayışa ters düşen gelişmelerdir. Klasik kapitalizmde revizyon gerektiği de yeni bir fikir değildir, John Maynard Keynes 1936 yılında yazdığı <ı>''İstihdam, Paranın ve Faizin Genel Teorisi'' adlı kitabında klasik kapitalist kuramı eleştirmiş ve bu yüzden Marksist olmakla itham edilmiştir. Oysa ki, Keynes Adam Smith'in önermelerinden de Marks'ın önermelerinden de belli ölçülerde etkilenmiştir ve amacı klasik kapitalist kuramın başarızlığını ispatlayarak kapitalist revizyona kapı açmaktır. Klasik kapitalistler, klasik Marksistlere göre daha muhafazakar oldukları için Keynes'in Marksist olduğu iddiasında bulunmuşlardır ve Keynes'in amacının <ı>''kapitalizmi Marksist bir çizgiye çekmek olduğu'' bile iddia edilmiştir.
1972'te dönemin ABD Başkanı Richard Nixon <ı>''Artık hepimiz Keynes'çiyiz.'' dedikten sonra Ronald Reagan'ın başkanlığıyla beraber Keynesyan politikalar çöpe atıldı ve yerine neo-liberal politikalar tercih edildi. Keynesyan ekonomik sisteme göre devlet istihdam araçlarına sahipti ve artı değer daha adaletli bir şekilde dağıtılıyordu. Bunun özellikle artı değer konusunda sosyalist ekonomiye yaklaştığını reddetmiyorum ama Keynesyan sistemin serbest piyasa ekonomisini savunduğu da gözden kaçırılmaması gereken bir unsurdur. Keynes'in savunduğu politikalar karma ekonomi olarak nitelendirilebilir, Keynes üretim araçlarının kamuya ait olması gerektiği gibi bir fikre sahip olmamıştır ve komünist sürece bir kapı da açmamıştır.
Neoliberal politikalar sonucunda dünya vatandaşları tasarrufu bir kenara bıraktılar ve aşırı tüketime gittiler. Sonuçta da insanlar daha fazla borçlandılar ve Başkan Bush'un Mortgage önerisinin geri tepmesi sonucunda global krize kapı açıldı. Bush'un dış politika başarısızlıklarının yanı sıra Demokrat Parti'nin başkanlık yarışında partinin daha sol kanadından gelen Barack Obama'yı aday göstermesiyle devam etti. Cumhuriyetçi Parti'nin adayı John McCain her fırsatta <ı>''Obama gelecek, sosyalizm gelecek.'' şeklinde bir korku yaymaya çalışsa da Amerikan halkı rasyonel bir tercihle Obama'yı başkan seçti.
Obama göreve başladıktan sonra çözümün devletin daha fazla ekonomik inisiyatif alması olduğunu vurguladı ve Keynesyan ekonomi politikasına geri döneceğinin sinyallerini verdi. Bu da halktan daha fazla vergi almak anlamına geliyordu. Obama yumuşak bir geçiş hedefleyerek önce üst düzey maaş alanların vergisini kesmeyi tercih etti. Obama'nın bir başka önerisi ise <ı>''Amerikan malı alın.'' demek oldu. Ekonomide vatanseverliği öneren Obama'nın bu politikaları ABD'yi Fransa tipi bir şekilde idare etmek olarak gösteriliyor. Diğer taraftan ise Obama'nın korumacı politikaları aşırı sol önerisi olarak gösteriliyor. O kadar yanlış bir önerme ki, okuyan Fransa'nın aşırı solcu olduğunu zannedecek neredeyse! Bu kadar aptalca bir önermeye çocuklar inanmaz, gerizekalılar belki inanır.
Morgan Stanley'nin ekonomik analisti Stephen Roach yerinde bir analiz yaparak <ı>''Bugün sosyal devlet yükselişte.'' diyor. Dünya çapında Keynesçi ekonominin ve buna paralel olarak da sosyal devletin yükselişte olduğunu rahatlıkla gözlemliyoruz. Obama'nın politikaları doğrultusunda sosyalizmin değil, sosyal devletin yükselişte olduğu söylenmelidir. Cumhuriyetçiler ve ''yandaş'' analistleri her ne kadar aksini iddia etseler de Roach'ın analizi yerindedir.
Obama'nın politikaları devleti büyütmeyi hedeflerken, düşük büyüme hızını da hedefliyor. Bu düşük büyüme hızının Amerikalılar'ın aşırı bireyciliğini önlemesinden endişe ediliyor. Aşırı bireyciliğin önlenmesi neden endişe duyulacak birşeydir? Klasik kapitalist kuramın doğasına ters düştüğü için. İşte bu önermeyi yapanlar da klasik kapitalist kurama o kadar bağlılar ki <ı>''Hem ekonomiyi düzeltelim, hem de klasik kapitalizme ters düşmeyelim.'' bağnazlığına sahip bulunmaktalar. Bu uzmanlar için daha fazla yazmanın gerekli olmadığını düşünüyorum.
Obama'nın ekonomi politikaları ile ilgili olarak bir başka doğru önermeye bakalım: <ı>''(Bunun sonucunda) Belki savunma harcamaları kısılacak ve sosyal programlara daha fazla kaynak aktarılacak.'' Obama'nın dış politika vizyonunun da gösterdiği gibi ABD yakın gelecekte agresif bir dış politika izlememeyi düşünüyor ve önceliğin ekonomi olduğu da zaten tarihsel bir gerçek. Bu dönemde ABD'nin sosyal programlara yönelerek refah seviyesini tekrar yukarıya çekmesi normal bir yönelim olacaktır. Obama'nın daha fazla vergi toplama politikasını gitmemesi de savunma harcamalarının <ı>-en azından kısa vadede- kısılacağını göstermektedir.
Başlıktaki tartışmaya dönelim ve artık kimsenin sosyalist politikaları savunmadığını açıklayamaya çalışalım. Ocak ayında toplanan Davos Ekonomik Forumu'nda medyamız tarafından belirtilmese de, ekonomi de tartışıldı. Rusya Başbakanı Vladimir Putin ile Çin Başbakanı Wen Jiabao aynı çizgileri koruyarak Batı kapitalizmini eleştirdiler ve <ı>''devlet kontrollü kapitalizm'' uygulamasını övdüler. Putin'in krizden çıkış önerisi Obama ile işbirliği yapmak oldu. Putin konuşmasında <ı>''G-20 Zirvesi'nde dünya ticaretinin ve kapitalin dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması konusunda anlaşıldı ve Rusya da bu öneriyi desteklemektedir.'' dedi. Görüldüğü gibi ortada <ı>''Hadi hep beraber sosyalist olalım, böylece krizden çıkarız.'' gibi bir öneri yok. Toplantıya ilk kez katılan Jiabao da böyle bir öneri getirmedi. Kapitalist ekonomistlerin zirvesi olarak görülen Davos'un yıldızı bu yıl daha fazla parladı, bunun nedeni de sistemlerin buluşması ve orta noktaya gelinmeye yaklaşılmasıdır.
Tartışmalara başka bir yandan bakalım ve Şubat ayında düzenlenen Dünya Sosyal Forumu'nun önerilerine bakalım. Forum <ı>''kapitalizme karşı isyan'' önerisiyle son buldu. Latin Amerika'dan solcu devlet başkanları krizden çıkış yolunun kapitalist sisteme karşı daha fazla savaşmak olduğunu belirttiler. Bunu belirten liderlerin ülkelerinde kolektivist ekonomiye gittiklerini ve Marksist önermelerle pek uyuşmadıklarını da belirtmek lazım. DSF'nin en doğru analizi<ı> ''Mali krizin kapitalist sistemin çöküşü olduğunun vurgulanması ve yapılması gerekenin finans sisteminin değil insanların kurtarılması'' olduğunun vurgulanması oldu.
Dünya Sosyal Forumu'na katılan liderlerin Dünya Ekonomik Forumu'na katılan liderlerin de bazı yerlerde doğru, bazı yerlerde yanlış davrandıklarını belirtmek gerekir. Hepsinden öte, klasik kapitalist kuramın iflas etmesinin sosyalist düzene gidiş olduğunu söylemek basit bir hatadır ve sosyalist hareketin önündeki bir yanılsamadır. Sosyalist hareket için ekonomik tahlilleri doğru yapmak ve böylece çıkarsamalarda bulunmak gereklidir. Bu krizin savunduğu, devletin piyasayı düzenleyici bir rol ve ekonomide bir takım sorumluluklar üstlenmesi gerektiğidir.