Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '08

 
Kategori
Deneme
 

Aşk'la yaşamak...

Fransız şiirinin ustalarından Louis Aragon (Cemal Süreya çevirisiyle) “Mutlu Aşk yoktur” şiirini şu dizelerle bitirir:

Acılara batmamış bir aşk söyle bana

Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle

Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama

İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de

Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına

Mutlu aşk yok ki dünyada

Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa


Katıksız bir aşk şiiri işte.

Elbette aşk iki kişiliktir; içinde iki kişinin emeği, çabası, devinimi, heyecanı, özlemi, arayışı, içsel dünyasının yansımaları vardır. Belki de onun için Aragon, yaşamının büyük bölümünü sevmeyi öğrenmek ve kavramakla geçirmiş bir şairdir. O’na göre bir insanın yaşayabileceği en büyük esin kaynağı aşktır: çünkü aşk aynı zamanda seçici, özgürleştiricidir.

Yeniden okuyorum Louis Aragon’u. Bu büyük aşkıyla, şiiriyle. “Yaşamı olağandışı ve acılı bir bölünme” olarak gören ve onun için “Mutlu aşk yoktur” dediği dizeleriyle... Gerçekten böyle düşündüğümüz de oluyor mu dersiniz? Heyecanın, yürek atışlarının, duygu yoğunluğunun, hüznün, acının, ayrılıkların, göz ve bakış devinimlerinin, gizemli buluşmaların, sürekli yer değiştirerek yaşandığı aşk, mutluluğun bileşkesi olabilir mi?

Öylesine çok şey söylenmiştir ki aşk için; bundan sonra da söylenecek, yazılacak, anlatılacak elbette. Onca söz, şiir, resim, roman, öykü…Gene de aşkın içinden çıkamaz insan. Ne büyülü, ne gizemli bir şeymiş bu aşk. Eskimeyen, bıkılmayan, doyulmayan; yaşandıkça varsıllaşan, paylaştıkça yüceleşen, özlem aralığı sürdükçe sıcaklığı artan, ten birliğinden çok, tin katında duyumsanan önemli bir kavram, yaşamsal bir olgu aşk!

Yaşam varolduğundan beri, Adem ve Havva’nın oluşumundan bu yana aşk varlığını duyurmuştur insanlara. Araya sevgi, sevmek, sevişmek, sevdalanmak... gibi ABECE’mizin SE maddesindeki nice sözcüklere de girince, aşk daha anlamlı, devingen, oylumlu hale geliyor.

Peki ya kadın? Aşk onsuz olur mu hiç? Gözleri, bakışları, saçlarının rengi ve biçimi, yürüyüşü, edası, tüm kadınsılığı ile aşkın önemli varlığı. Onları gündemimizden ve gönlümüzden çıkarmak olası mı? Laylâ-Mecnun, Ferhat-Şirin, Yusuf-Züleyha, Kerem-Aslı söylenceleri, öyküleri... Van’ın Akdamar adasından, Kız Kulesi’nden, İda’dan, Niobe’den... daha nice Anadolu kentlerinden, kasabalarından aşk söylenceleri günümüze dek anlatılır durur tüm canlığı ile. Aşkın derinliğini, boyutunu vurguladığı için bu tür öyküleri, söylenceleri, masalları hep sevmişiz, kendimizle özdeşleştirmişiz.

Aşk, sevda öyküleri, söylenceleri olur da şiir aşksız, kadınsız olur mu sanki? Elbette şiirimizin de başat olgularındandır kadın, aşk izlekleri. Fuzuli’den, Şeyh Galip’ten, Karacaoğlan’dan, Nazım’dan, Attila İlhan’dan, Ahmet Arif’ten, Ülkü Tamer’den, Orhan Veli’den... şiir cumhuriyetimizin hemen her şairinden ne coşkulu, ne anlamlı aşk şiirleri okumuşuzdur; nice dörtlükler, beyitler, dizeler belleğimizin odalarında yerini almıştır. Nazım’ın “Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin / ayağını bastın odama / Kırk yıllık beton çayır çimen şimdi.” dizeleri nasıl özdeşleşir Nâzım’la.

Onurlu kavganın, sevginin, başkaldırının coşkulu şiirini yazan Hasan Hüseyin şu dizeleri laf olsun diye söylememiştir herhalde. “...sen aşk şiiri yazamazsın / hasan hüseyin / çünkü aşkın kendisidir / senin şiirin.” Ataol Behramoğlu da aşkı , hiçbir kelebek / tek başına yaşayamaz sevdasını, / severken hiçbir böcek / Hiçbir kuş yalnız değildir: / Ölümdür yaşanan tek başına, / Aşk iki kişiliktir.” Bu ve benzeri aşk izleklerinin çalışıldığı şiirler o kadar çok ki, hangi şairin adını ansanız, ne görkemli aşk şiirleriyle ses verirler size. “Yeşil pencereden bir gül at bana, / Işıklarla dolsun kalbimin içi” diyen Dranas, “Kara dutum, çatal karam, çingenem / Nar tanem, nur tanem, bir tanem, ” dizeleriyle simgeleşen Bedri Rahmi, “Sana gitme demeyeceğim. / Üşüyorsun ceketimi al./ Günün en güzel saatleri bunlar. / Yanımda kal.” dizeleriyle belleğimize kazınan Lavinia’ şairi Özdemir Asaf. “Tutmak dalgaların köpük ellerini / Aşk yalınayak yürümektir/ Buzlanmış kar üzerinde / İlk gelen sen miydin / yoksa geç kalan ben mi” sözcüklerini dizelerine yükleyen şair dostum Abdullah Neyzar Karahan, “Elbette aşk beni geçer haritayı kendi çizmiş / Dağları iyi biliyor, nehirleri de” diyen Abdülkadir Budak... örnekleri çoğaltmak olası. Ama hepsinin ereği aynı; aşkı yorumlamak, aşka yeni boyutlar kazandırmak...

Sahi mutlu aşk var mı? Yoksa yaşandığı süreçte büyüyen bu iki kişilik olgu, tensel birleşmede, tinsel etkisini yitiriyor olabilir mi? Günümüzde aşk ne durumda? Bir göz bakışmalığı, bir sürelik konuşma, söz yoğunlaşması, küçük el dokunuşları, avuç terleri, düşler, düşünmeler, bekleyişler, arayışlar, özleyişler…böylesi bir aşk yaşanıyor mu dersiniz? Nerede o eski aşklar diye bir alt yazının geçtiğini düşünüyorum belleğinizden. Gene de aşk güzel şey diyorum ben algılayana. Aşkı duyumsamak, aşkı yaşamak, aşkı kavramak… Kuşkusuz yaşama sevincini, isteğini güçlendiriyor, yaşama anlam katıyor.

Nice aşklara diyorum ben içtenlikle. Aşkla yaşayın.

OĞUZ TÜMBAŞ

 
Toplam blog
: 178
: 1483
Kayıt tarihi
: 01.06.08
 
 

1946 yılında Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinde doğdum. İlkokulu aynı ilçede, ortaokulu Ceyhan’da, li..