Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

30 Mart '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Aşk mı aşkçılık mı?

“ Ateşe verip yakmak mı? Ortalık kapkara olur, yakamam. Camı çerçeveyi kırıp dökmek mi? Ellerim kesilir kıramam. Avazım çıktığı kadar bağırmak mı? O kadar sesim çıkar ama bağırmak istemiyorum. Usulca, temelli çekip gitmek mi? Şimdilik vazgeçemeyeceğim şeyler var ama kaldığım yerlerde de memnun değilim. Nedenini biliyorum da …… “ diyor ve susuyor arkadaşım.

Yaşarken anlatmaya çekindiğimiz yaşadıklarımız ne güzel dilleniyor bitim zamanları yaklaştıkça. Halbuki hepimiz biliyoruz ki yaşanmışlara ne keşkelerin faydası vardır ne de şöyle olsaydıların. Yaşananlar yaşanır ve sonuçta bitimlerin getirilerini, şöyle yapmayanlarla birlikte şöyle yapanlar da yaşayacağı için herkes kendi doğrusunu kendi bulur.

Ve gözlerimiz, kendi ilişkilerimizdeki görüntüler, yüreğimizdeki aydınlıkları gölgelemeye başladığında olan biteni görmeye başlar. Aşklarda; mekanlar, kişiler farklı olsa da aşkı ilk hissettiğimiz zamanlarda aynı şekildedir ayakların yerden kesilmesi ve aynı şekildedir bitimlerde ayakların yere bastığı noktalarda yürekte hissedilen acı derecesi.

Önce ince bir sızı duyulur gözlerin gördükleri karşısında, yüreğin hislerine giden damar yollarında. Bizi huzursuz eden yaşadıklarımızı görmememezliğe, duymamazlığa hatta yokmuş gibi davranmaya çalışırız bir süre ve günün birinde bir tutam ot için yardan atlamayı düşünebiliriz. Bu durum ayakların yere basmasıyla aynı paralelde yaşanan zaman dilimleri içerisinde gerçekleşir. Ve biliriz ki tüm olumsuzluklara rağmen aşkımız hemen bitmez.

Severiz de sevgimizle ters orantıda gelişir yaşadıklarımız bazen. Tek başına yaşamak gibi değildir birlikte yaşamak ya da yaşamaya çalışmak. Gösterilen özenlere karşılık karşılaşılan özensizlikler, inandığınız değerlerin yok sayılması, en aza indirdiğiniz taleplerinizin yerine getirilmemesi, zamanların kısıtlanması, ilişkinizin ve kişiliklerinizin başkalarınca ameliyat masasına yatırılır gibi incelenmesi ya da incelenmesine izin verilmesi, mahremiyetinize gösterilen saygısızlık, gözü tokluğunuza rağmen karşılaştığınız ucuz hesaplar ve ucuz yorumlar…… Bütün bunlara karşı en çok belirsizlikler yakar canınızı. Uzatılan ellerin boş bırakılması, oluşan soruların cevapsız kalmasına karşılık inadına ölçüsünü ayarlayamadığınız, bir türlü azaltamadığınız bir sevgi bağı da hissedebilirsiniz. İnsansanız normaldir bu.

Gitmek mi zor kalmak mı diye bocalıyor arkadaşım, inatla direniyor bitirmemek için. Toplum, çocuklar, ne yaparım kadın halimle yalnız başıma, … gibi sorularla uğraşıyor şu aralar. Tüm olumsuzluklara rağmen de onsuz olamayacağı gibi bahaneye sarılmış vaziyette. İkimiz de biliyoruz ki kendini kendi gücü tutuyor ayakta.

Hayatın, dikensiz gül bahçesi olmadığını bilmenize rağmen birilerinin zorla dikenleri batırmasına da tahammül edemeyebilirsiniz. Sevdiğiniz insanları istediğiniz zaman yüreğinize sokup istediğiniz zaman çıkaramazsınız, yaşanacaklara zamanında dur da diyemeyebilirsiniz ama yaşadığınız kırılganlıklarınız, hissettiğiniz sevginin terazi kefesini yukarı kaldırıyorsa o noktada derin bir nefes alarak olanı biteni çıplak gözlerle yeniden gözden geçirmenizi önerebilirim.

Yaşıma, yaşadıklarıma, inandıklarıma güvenerek yazıyorum ki kimsenin kalbinizi haksız yere kırmasına izin vermeyin ve bunun sevginizin kullanılmasıyla olmasınaysa asla. Sevmekten vaz geçebilir misiniz? Hayır.

Aşkın en güçlü yanı kimseye birşey sormamasından kaynaklanır. Aşkınızı ya da sevginizi birlikteyken lüzumsuz üzüntülerle yaşamaktansa, onu onun yokluğunda özleyerek yaşamanız çok daha güzeldir inanın. Kimbilir belkide aşk tır güzel olan. Onun o kural tanımaz hali tavrı, makam mevki gözetmeyen onuru, körlüğü yanında gözünün karalığı, istediği zaman gelip yüreğinize girmesi, …..

Çoğumuz bilmeyiz aşkı mı yaşamaktayız yoksa aşkçılık mı oynamaktayız. Biliriz ki aşkın yolu dolambaçsızdır. Ya hep ya hiçtir aşk. Gitmeyi düşündüğümüz noktalar bizim hangisini yaşadığımızı anlamaya çalıştığımız anlardır aslında. Onurludur aşk, pabuç bırakmaz yalana-oyuna, hiç hoşlanmaz uzatmalardan, lafı dolandırmalardan. Siz gerçekten aşk yaşadığınızı düşünürsünüz, aşkını hissettiğiniz insan bambaşka tellerden kulaklarınızı tırmalayarak çalıyorsa sazı, eğer becerebiliyorsanız oyalanmayın bulunduğunuz ortamda.

Aşkınızla yürümek mi istemiştiniz, aşkınızı yüreğinize yüklenin ve yürüyün. Sırtınız dik başınız yukarıda olsun yürürken. Aşkınızın sahibi olduğunu düşündüğünüz insan o noktada peşinize takılmaya kalkarsa eğer becerebilirseniz izin vermeyin derim ben. Bilirim aşkı anlamayan yarı yolda nefessiz kalacaktır anlamayan gözlerle.

Vazgeçmekten, korkmaktan anlamaz aşk. İstediğini almak için ateşe yürür yalınayak. Aldığında da evirip çevirip iki gün sonra lafı ağzında gevelemez. Saraydan tahttan vazgeçmesi gerekirse vazgeçer. Gözlerinizin gördükleri rahatsız ediyorsa sizi, gönlünüzün kabul ettikleri çaprazda da olumsuz bir kıvılcım varsa dikkatli olun yine de. Kimsenin aşkınızı aşkçılığa çevirmesine izin vermeyin. Siz aşkın rengini hiç değiştirmeden tek başınıza da yaşayabilirsiniz. Hissedebilmek için geniş-sağlam yürekler gerekir.

İlkbaharın gelişiyle sizin de kendinizi sorguladığınız oluyor mu? Eğer oluyorsa ve gitme gibi bir istek hissediyorsanız inceden inceye, bana sorarsanız tek başınıza gidin derim de ama sonra olacaklara karışmam.

Öğrendiğim şeylerden biri de hiç bir zaman laf-söz-nasihat dinlemez aşk. Bu iyi midir yoksa kötü mü? Zamana-zemine-yaşayana-yaşatana göre değişkenlik gösterir cevaplar.

Aşkçılık rolü üstlenmeden gerçekten aşkı hissetmeniz ve mutlu olmanız dileklerimle.

Kevser Şekercioğlu

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..