Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Aşk ve sonrası

Aşk ve sonrası
 

Sezen Aksu’nun şarkısına ne dersiniz?

Git… Git… Git… me dur ne olursun, Gitme kal, yalan söyledim, Doğru değil ayrılığa daha hiç hazır değilim, Aramızda yaşanacak yarım kalan bir şeyler var, Gitme dur daha şimdiden deliler gibi özledim…

Yıllar önce aşkla başladı hikâye. 27 yaşlarındaydılar. Teklifi kadın yaptı,

- “Arkadaşlık yapalım, anlaşamazsak ayrılırız” dedi.

Erkek,

- “Evlenmeyeceksek olmaz” dedi.

Kadın bunu evlilik teklifi olarak kabul etti. Sonra erkek ortadan yok oldu, kadından kaçtı, aramalarına cevap vermedi, cevap vermek durumunda olduğunda ise tersledi.

- “Yazılan mektuplar ne olacak?” diye sordu kadın…

Kadın hislerine tutundu, kendi yüreği böylesine çarpıyorsa o’nun yüreği de aynı tempo ile çarpıyordur dedi, vazgeçmedi. Bir gün, erkeğinin gözlerine baktığında gözbebeklerinin ortasında kıvılcımlar gördü. Gerçekten kıvılcımdı!

Minik birer ışık yanıyordu sanki. Bugünlerin led ampulleri gibi.

Ve, o gün ömür boyu beraber olacaklarına dair bir söz verdiler birbirlerine, eğer, bir gün aldatmaya teşebbüs ederlerse diğer taraf ta ötekini aldatacaktı. Bunu nasıl anlayacaklarını sorduklarında, böyle bir şey yaşanırsa herhangi bir şey söylemeye gerek olmadığını her şeyin kendiliğinden gelişeceği konusunda anlaştılar. Ondan sonra eller birleştiğinde bir enerji yayıldı ortalığa, dünyaya meydan okuyacak kadar büyük bir güçtü bu. Sanki yeryüzünde sadece ikisi vardı, başka hiç kimse yoktu. Beraber olduktan sonra her zorluğu yenebilirlerdi.

Yıllar yıllar üstüne eklenirken kurmaya karar verdikleri binaya yeni katlar çıkmaya başladılar. Bir bina inşa etmek kolay değildi. İnşaatı tamamlayabilmek için tuğla, çimento, demir, kum, ekonomi, hava şartları, işçiler, araçlar, varlıklar, yokluklar, yakınlar, uzaklar, seyahatler, yalnızlıklar, sorular, sorunlar, neler yoktu ki? Biri gitmeden diğeri ortaya çıkıyor, birbirlerinin önüne geçerek düşman askerleri gibi ara vermeden saldırıyorlardı.

Zamanla, dört duvarın içine girdikten sonra birbirlerinin hayalini kurdukları kişiler olmadıklarını görüyorlardı. Kadının ve erkeğin evlilik öncesindeki hayatlarından getirdiği basit alışkanlıklar büyük çatışmalara sahne oluyordu binada. Sofraya üç çeşit yemek koymak gereklidir diyen kadının işten gelir gelmez koşturmasını anlamsız bulan erkek, ilkokuldaki dergiden aklında kalan bir hikâye ile “taş çorbası” nı hatırladığında fırtınanın dindiğini fark ettiler. Hikâye bu ya “Erenlerden birisi, bir gün yiyecek malzemesi olmadığından bir kazanda taşları kaynatmaya başlamış, görenler ne yaptığını sormuşlar, o da taş çorbası yaptığını söylemiş. Hayrete düşerek "hiç taştan çorba olur mu bir patates verelim onu da kat lezzet versin" demiş, birisi. Durumu gören başka birisi "hiç öyle şey olur mu bir kereviz vereyim de aromasıyla şifa katsın" demiş. Başka birisi "onlar yetmez ben de havuç vereyim hepsini birlikte kaynat bari" demiş. Soğandı, yeşillikti derken birer birer katılan sebzelerin lezzetiyle harika bir çorba ortaya çıkmış. Çorba pişip kıvama geldikten sonra, kazanın çevresinde bekleyenlere “sağ olasınız”! çorba pişti fakat ben bu çorbayı tek başıma yiyip bitiremem. Hadi gelin hep BERABER yiyelim’ demiş, eren kişi.

Çocuk yaştan erkeğin hafızasına kazınan hikâyeyi, hayatlarının mucizesi haline getirdi, kadın. O gün bugün hiç unutmadı taş çorbasını. İkilinin maddi desteği hiç olmadı, hep yoktan var ettiler hayatı. Yoktan bir araya geldiklerini unutmaksızın. Bazen inşaatın kirişine destek olan direği çekip alıyordu ellerinden birileri. Deli gibi çalışıyorlardı. Mucitliğini konuşturuyordu erkek, evin her odasında ayrı bir soba yanarken şimdilerde ufo diye bilinen sobayı sadece mutfağı ısıtabilmek için icat etmişti o zamanlar.

Kadın, kendi içindeki derinliklerde bir şeylere güveniyordu. Birinci dünya savaşının yıkıntıları bitmeden 1939 depreminde içeriye değil de şans eseri dışarı yıkılan duvar hayatlarını kurtarmıştı ailesinin. Otoriter ve çalışkan bir anne ile çalışkan ve munis bir babanın eseri olan kadın, kendisi oluncaya kadar ne günler geçirmişti!

Yeri gelmişken Hint mitolojisinde kadın ve erkeğin yaratılışına ilişkin şöyle bir tanım var:

Kadın

Tanrı, yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, rüzgârın karasızlığını, tavşanın ürkekliğini, kıymetli taşların sertliğini, sisin gözyaşını, saksağanın gevezeliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kumrunun sevgisini karıştırdı, eritti, kadın yaptı ve erkeğe armağan etti.

Erkek

Tanrı, boğanın bakışını, fırtınanın kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini, ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını, sülüğün yapışkanlığını birleştirip erkeği yarattı ve yarattığı erkeği ıslah etsin diye kadına verdi.

Sorular yönetiyordu hayatı.

Soru: Aşk nedir?

Cevap: Kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı gibidir, birbirlerini tamamlarlar!!!

Elmanın iki yarısı bütün bir elmayı ikiye ayırmakla olur. İki farklı elmadan kestiğiniz farklı yarım parçaları birleştirdiğinizde yap-boz gibi girintilerin çıkıntılara uyması mümkün mü? Bunun için değişik şekillerde yanaştırmak veya törpülemek gerekir.

İki farklı insan bir araya gelince nasıl bütün olup tamamlasınlar ki birbirlerini? Hint mitolojisindeki tanıma bakarsak uydurmaya imkan yok. O zamanlar bu soruyu kadın ve erkek diye sınırlamadan “insanlar yarımdır, paylaştıkça sıkıntılar azalır, mutluluklar çoğalır” diye öğrenseler daha doğru olurmuş.

Hayat bütün zorluklarıyla devam ederken kadın karar verdi, üç sayısının uğuruna güvenerek binanın yerleşmesi için üç yıl geçmeliydi, dedi. Bir karar verilecekse üç yıl, üç şans, üç karar, gibi olmalıydı. En büyük zenginlik güven duygusu idi. Kadın sahip olduğu özgüvenini hiç yitirmedi. Zaman zaman med-cezirler yaşıyor, dalgaların şiddetiyle suyun yüzünde ceviz kabuğu gibi sallanıyor hayatı akışına bırakarak ve soğukkanlılığını yitirmeksizin yeniden dengeyi buluyordu. Kadın, keşfettiği üçten sonra yedinin katlarını duydu. Yedi ve katları olan yıllarda evliliklerde büyük sarsıntılar yaşanacağını ve eğer bu yılları atlatırsa yeni gelecek yedinin bilmem kaçıncı katına kadar öğrenmeye devam etti bir dolu tecrübeyi.

Yaşanan dalgalanmaların ardından erkek karar verdi, evlilik insanlar için uygun değildi. Kadın da erkeğin görüşünü kabul etti ve “evlilik sosyal bir anlaşmadır” şeklinde yeni bir tanımlamayla eşinin seçimine uyum sağladı.

Evlilik nedir? sorusunun cevabı muhtemelen yaşayanların tanımıyla eşdeğer olmalıydı ki ‘Sosyal Anlaşma’yı kendince tarif etti: Farklı cinsten iki insanın şahitler huzurunda imzaladıkları anlaşmaya dayanarak aralarındaki cinselliğin legal kabul edildiği ve birlikte yaşadıkları ortamdır, evlilik.” Bu anlaşma ile cinslerin birbirlerine ‘sadakat’le bağlı oldukları kutsal bir kurum yaratılır. O halde sadakat nedir? Sözlükte; bağlılık, samimiyet, vefa anlamında kullanılan bir sözcük diye geçiyor. Yani anlaşma şartlarına göre bir arada yaşamaya karar veren iki kişi bazı şeyleri asla birbirleri dışında başkalarıyla paylaşmayacaklar!…

Kural bu olsa da bazen insanlar, “anlaşma şartları bir tarafta dursun ben o şartları kabul etsem de gönlüm anlaşmayı dinlemiyor, ben de gönlümü dinliyorum” dediği anda başka bir yola girilebiliyor.

Ne yazık ki bir gün, öbür günü tutmuyor… Hep karşımızdakinden beklerken, kendimizden ne verdik acaba? Dürüst olmakta fayda var. Ne demiş Can Yücel;

“Anlarsın ki aslında kimsenin farkı yok kimseden. Sadece biri daha iyi yalan söyler, biri daha iyi oynar oyununu. Hepsi bu!”

SONUÇ:

1. Evlilik kararını verirken bilinçli ve yetişkin kişi kendi iradesiyle kabul ettiği anlaşmaya karşı çıkarak aslında ‘kim’i aldatıyorlar?

2. Aile baskısı ve yönlendirmesiyle bu anlaşmaya razı olanların aldatma konusunda az da olsa geçerli bir mazereti var! Yine de kendi iradelerini kullanamadan anlaşmaya rıza göstererek evliliği sürdürmeye çalışarak kendisini, eşini ve aileleri aldatmaya ilk günden başlamış oluyorlar.

3. Bir de kendi aralarında anlaşarak bir süre arkadaşlık ederek özgürce ve kendi iradeleriyle evlenme kararı alıp çocuk sahibi olduktan sonra anlaşamadık diyerek hayata travmalı bir çocuk hediye edip ayrılanlar var.

O halde aşk ve aldatma nedir?

Aşık Veysel’in sesinden bir dörtlük yankılansın içinizde…;

Kim okurdu kim yazardı, Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi, Fikir başka başk'olmasa

Sevgiyle,

Zühre Yıldızı

 
Toplam blog
: 23
: 587
Kayıt tarihi
: 24.10.07
 
 

Müdahale edilmediği sürece barış ve denge içinde sürüp giden doğa hayranı ve doğal yaşam sevdalıs..