- Kategori
- Şiir
Aşktan emekli olunmaz!

Sevişmek bir manayı tamir etmektir önce...
http://www.youtube.com/watch?v=msJNZ5am6X8
Hangi zamanlardı? Aşk, sevda hangi zamanlarındı? Adalet, özgürlük, eşitlik… İnsanı, evinde beslediği hayvanlarından ayıran detaylar, hangi zamanların?...
İnsan hayatının hayvan hayatından daha değerli olduğu, düşlerine sevdalı çocukların güneşin peşinden koştuğu, umudun dokunulabilir bir şey olduğu; o kadar gerçek olduğu yani, güzel insanların zamanları; hangi zamanlardı?...
Nemli bir sıcak… Uzaktan şilepler geçiyor Akdeniz’i yara yara… Yunus görmüşlüğüm var benim bu sularda… Anılarda bir ilkbaharın, daha yeni tomurcuklandığı o tatlı başlangıcında, yan yana akıp giden iki yunus Akdeniz’in masalsı sularında… Şairin sözleri dalgalanıyor arkalarında bıraktıkları dalgalarda;
“Sevişmek bir manayı tamir etmektir önce
Sonra, su terazisinde tartmak ruhları…
Sezai Sarıoğlu”
Aslında kimi zaman, ruhun tamamını tamir etmek değil midir sevişmek?... Eğer doğru insansa dokunan size…
Uzun zamandır farkındayım; ruhum, onu taşıyan bedeninden yaşlı artık… Aklım bir buluta takılıp yine, gidiyor bir türlü geri gelemediği o uzaklara… İyi de hangi zamanlardı? Cevap bir şarkının içindeki o güzel şiirle geliyor… “Kitap ve kalp çalmanın serbest olduğu zamanlar…”
“Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Kitap ve kalp çalmak serbestti,
İçimizden bir şey tut dendiğinde en çok aşk,
Dışımızdan bir şey tut dendiğinde en çok devrim tutardık,
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Okur yazar değil okur yaşardık,
Cimri değildik hayallerimizde,
İşaret ve itiraz parmağını yitirmeyen çocuklardık,
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Çokta az, azda çoktuk.
Yaa,
İşte böyle,
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Pencereler devlete, sokaklar aşka boyanırdı.
Alıntılar meşk ederdik fasılasız fasıllarda,
Tünelin ucundaki âşıklardık
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Kapılardan pencerelerden karışırdık sokaklara,
Halleşir harlaşırdık meydanlarda,
Şimdiyi sorarsanız bana,
Zamane zamanları sorarsanız,
Sokaklardan, düşlerden ve aşklardan
Emekli olduğumuza hiç mi hiç şahit olunmamıştır…
Sezai Sarıoğlu”
Şarkılar ve şiirler böyle etkiliyor işte beni… Beklenmedik bir anda bir melodi, bir mısra; kıra kıra içimdeki buz kütlelerini; kendine sıcacık bir yer, bir alan açıyor… O alana sığınıyorum uzunca bir süre… Ve başlıyor uzun sürecek bir trans hali; bazı şeylerin dönüşüp yenilenmesi için gereken bir durak; bir içsel devrim gibi… Bir nevi teslimiyet bu… Her şeyin geçeceğine hükmetmiş olanın mutlak gücüne teslimiyet…
Sezai Sarıoğlu; son zamanlarda şiiri; hem tekniği, hem anlatımı, hem melodisi, hem içeriği, hem hikâyesi bakımından algımı alt üst eden nadir şairlerden, ustalardan biridir. İçimdeki buzları unufak edip, bana sığınacak alanlar kazandıran o büyülü kelimelerin sahibidir. Aslında bir başka ustanın, Şükrü Erbaş’ın, usta hakkında söylediklerinin üzerine çok fazla şey söylemek de gerekmiyor…
"Son yıllarda neredeyse herkesin, "şiirsel imge", "sanatsal yaratıcılık", "sanatçı dokunulmazlığı" gibi gerekçelerle tümden bağını kopardığı topluma ve onun ruhuna parmaklarımla, dilimle, kirpiğimle dokunarak okudum. Bir harf, bir hece, bir sözcükle dilin çağrışım alanının, nasıl bir genişliğe ve güzelliğe varabileceğinin imkânı olarak okudum. Devrim düşüncesi ve aşk dâhil tüm yaşantılarımızın, ne kadar kutsallaştırırsak o kadar hızla, hayıf ve pişmanlık menevişli bir hapishaneye döneceğinin acısıyla okudum. Güncelin, bütün bir geçmişten ve gelecek arzusundan yapıldığını bilirdim; şiirden şiire bir daha okudum." Şükrü Erbaş
Büyük yürekli insanların zamanlarıydı; aşkın ve sevdanın masum ve hesapsız olduğu, eski zamanlardı… Belki de henüz; “Bu kadar yazı alnıma fazla” diye hissetmediğimiz zamanlar…
"Alın Kazısı
.../ Şahidim; benim yazım tanrıların yazısına ters
Dilimle kalbim arasında uyuyan boşlukta
Çift kapılı alnım darmış anneme göre
Yazı sığmıyor, tanrılar geçemiyormuş
Okunmuyormuş alnıma inen ayet
Oysa okunaksız alnımda uzun ve gizli bir not
Harflerin gölgesine bağladım arap atımı
Saman kağıtta kışlayan bir cümleyim artık
Biliyorum, aynanın gözü kimde kaldı
Parmaklarım terlemeden söyleyebilirim
Yazmak kimine ebabil, kimine fil
Siz siz olun; ister iç olun, ister dış
Yazdıklarınızı ocakta unutmayın
Ki düşüneyaza soğusun dünya
Aklınızla yüreğinizin ara boşluğunda
Bir yürüyüş eyleyip alnımdan daha sık geçin
Daha sık geçin harflerimden
Bu kadar yazı alnıma fazla.
Sezai Sarıoğlu”