- Kategori
- Kitap
Atila Er'in "Zekârat" öyküleri

Zekârat sözcüğünü kendimi anlamaya, tanımaya başladığım çocukluk yıllarımda da duyardım. Önceleri kavrayamadığım bu sözcüğün, ölümle burun buruna gelenler için söylendiğini öğrenecektim. Ölmeyen yakın kişi artık gelip gideni tanıyamaz, konuşamaz, bir şey yiyip içemez. Bu durumda olan hastaya "zekârat "a girdi denirdi. Eğer bir hastanın öleceğine kanaat getirilirse, dışarıda bulunan yakınlarına haber verilir. Çevresinde bulunan akrabalarından bilenler Yasin ya da Kur'an -ı Kerim'den başka sureler okur. Eğe kişi konuşabiliyorsa, konu komşu toplanıp helalleşirler. Şair Atila Er de çocukluğunda yakınlarında yaşadığı, uyduğu bu olayı öyküleştirmiş ve Zekârat adını verdiği öyküsünün adını kitabının adı olarak da seçmiş.
“Büyüklerimden duyardım, küçüklüğümde. İnsan ölüm halindeyken bir şeyler gözüne gözükürmüş. Görüntüyle konuşan insan da ona yanıt verir gibi bir çeşit jest ve mimik hareketleri yaparmış. Yine öyle olsa gerek. Ne zor şey şu ölüm. Şairin dediği gibi. ‘Ölüm… Bir bebeğin diş çıkarması kadar zulüm.’
“Belki” adlı öyküsünde bir bakıma özlemlerini, öngörüsünü, düşlerini anlatmış Atila Er:
“Bir sabah kalktığımda bulutların esnediğini gördüm. Anlaşılan onlar da geceyi benim gibi uykusuz geçirmişler. Farkımız: Onların yüksekte, benimse alçakta yaşıyor olmamızdı. Hep uçmayı yeğlemişimdir düşlerimde. İki kanat takıp, bir çırpıda görmek istemişimdir yaşadığım güzellikleri ve yaşayacağım acıları. Tepeden baktığımda, gördüğüm kötülükleri engellemek; iyilikleri ise ödüllendirmek isterdim. O zaman belki bu güzel evren, biraz daha geç yaşlanırdı. Çocuklar daha bir mutlu olurlardı. Gökyüzünde uçurtması özgürce uçan bir çocuk, hiç ister mi ki uçurtmasının demir kuşlar tarafından haince vurulmasını?.. İster mi ki, beyaz bulutlarda gülümserken, araya ne idüğü belirsiz kara bir bulutun sızmasını?..”
Atila Er deneme yazmayı, kitap tanıtımları yapmayı, öyküyü de seviyor. Bir izlenceyi sunarken, dost toplantılarında, yazılarında, öykülerinde onun coşkulu şiir sesini duyarsınız. Şiire dost, şiire yakın, şiirle özdeş bir kişi Er. Zekârat’daki öykülerini de okurken, onun şiir damarını izledim, şiirce seslenişlerini duyumsadım. Bir öyküsünü de şiirli başlıkla yapmış zaten. “Şiir gibi başladı, roman gibi bitti” Atila Er öykülerinde insanla buluşuyor hep. İnsanın derinliklerini, hüzünlerini, yaşantılarını, umutlarını…Geriye dönüp bakınca, çevresindekileri de… 17 Aralık 1956 Salihli doğumlu Atila Er.Demek ki 53 yaşında. Endüstri meslek Lisesi’ni bitirmiş. DSİ’den emekli. İlk şiir kitabı Düş Yorgunu 1995’te yayımlandı. Atila’yla Yürek Söylencesi adlı şiiri kitabımın çıktığı 1998’de tanışmışız. 8 şiiri kitabı yayımlamış Atila bugüne dek.2 öykü, 3 inceleme, bir anı, 3 çocuk ve bir antoloji olmak üzere 18 yapıtın sahibi. Ne güzel. Öykülerinin adları da şiirsel çağrışımlar yaratıyor: Siyah Düş, Kumru Dayı, Ben Hala Açım, Kıvırcık Saçlı Kız, Giderken, Acı Yazgı… Şair olmanın, şiirle buluşmanın sıcaklığı, coşkusu yansıyor. Kitabın ilk öyküsü Elmas Uçlu Kalem’de onun bitirdiği sanat okulunun da payı olsa gerek. “Yıllar sonra anladık ki, bu memlekette herkes mühendis olursa, o torna tezgâhında çalışacak işçi kim olacaktı?” Ülkemizde yıllardır ihmal edilen sanat okullarına da vurgu yapıyor. Bu bir gerçeğin de anlatımı değil mi zaten.
(*) Zekârat, Babıali Kitaplığı, İstanbul 2009, 168 sayfa.