- Kategori
- Yurtdışından Bildiriyorum
Avrupada nüfus felaketi - Facianın boyutu

Avrupa bebeğe hasret
Son zamanlarda Türkiye'de tartışılan aileyi koruma ve şiddeti engelleme, kürtaj ve doğum planlaması konularının bir de Avrupadaki boyutlarını kendi görüşlerimle beraber aktarmak istiyorum. Bilhassa nüfus gelişmesinin aile kavramıyla ve batı dünyasında egemen cinsiyetci feminizn düşünce dünyası ve politikalarıyla bağlantılarını ve bundan ülkemizin cıkıracağı dersleri 4 bölüm olarak işleyeceğim.
Konuya başlamadan önce Almanya'yı baz alarak Avrupa'daki mevcut nüfus sorununu bütün ciplaklığıyla ortaya koyan bir kac vahim rakama bakmak gerek:
- 82 milyon nüfuslu Almanyada, 2010 yılında 110,000 civarında kürtaj gerceklesmis.
- Bu rakam, toplam doğumların 16%’sini temsil eden bir oran (gecmişteki oran 10% - 18% arasında).
- Devlet destekli ve ücretsiz yapılan dogum sonlandırmalarınin yıllık maliyeti EUR 40 milyon.
- Ayni zamanda yılda doğan cocuk sayısı 60’lı yıllarda 1.4 milyondan 2009 yılında 665,000 civarına kadar düşmüş durumda.
- Şu anda kadın başına düşen dogum oranı 1,38 cocuk (Avrupa genelinde 1,5 – 2,1'in altına düşmesi nüfusun kendisini yenileyememesi anlamına geliyor– Türkiyede bu oran hızlı bir azalma göstererek 1990 da 2,9 dan 2010’da 2,1'e kadar inmiş durumda – dünyada en düşük oran 1,2 ile Italya ve Japonyada).
- 65 yaşını gecenlerin toplam nüfusdaki oranları 21% (Avrupa genelinde 17% - Türkiyede henüz daha 6%). Tahminlere göre bu oran 2030 yılına kadar Avrupada 50% daha artacak.
- 15 yaşından genclerin toplam nüfusdaki oranlari 14% (Türkiyede hala 26%).
- Şu anda her 100 calişana 44 emekli düşüyor. Bu oran 2050 yılında tahminlere göre her 100 calisana 78 emekli olacak.
- 2050 yılında calışan nüfus şu anki rakam olan 44 milyondan 27 milyonun altına düsecek. Toplam nüfus 12 – 17 milyon civarında yaşlanarak azalacak. Bu rakam Avrupa Birligi genelinde 48 milyon (Ispanyanın bugünkü toplam nüfusundan daha fazla)
Avrupadaki ülkelerin büyük bir kısmında nüfus yapısı asağı yukarı aynı durumda. Federal Almanya hükümetleri, son 20 - 30 yıldır destekleyici aile politikalariyla (vergi teşvikleri, cocuk ve anne parasi, dogum yapan bayanlarin 1-2 yıl süresinde iş yerlerine dönme haklari, kreşlerde ek destek) dogum oranlarını yükseltmeye calışıyorlar. Görünen o ki kadın başına düşen kritik 2,1 oranına tekrar ulaşmak imkansız gibi. Tek care nufüsu dengeleyecek yüksek sayıda göcmen kabul etmek gibi görünsede bu cözüm, hem sürekli ekonomik kriz senaryoları ile issizlik korkusu yasayan halk hem de alınacak uzun vadeli kararların yaratacagı olumsuz tepkilerden dolayi siyasi liderler tarafından mevcut kriz ortamında kabul görmüyor.
Konumuzun hem Avrupa Birliginin (AB) ic dinamiklerine etkisi hem de dünya konjönktöründeki güc dengelerine etkisini daha iyi anlayabilmek icin su tür sorular sorulabilir: Avrupadaki ciddi nüfus azalmasının ve ortalama yaş oranının hızla yükselmesinin AB nin ekonomik geleceğine ve dünya siyasetindeki etkinliğine ne tür bir etkisi olabilir? 2. Dünya savaşından sonra kurulan sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerini, gittikçe artan borç ve bütçe krizine batmış ülke ekonomileri bu yükü daha ne kadar taşıyabilir? Nüfusdaki değişim sanayi üretimini, tüketim harcamalarını, girişimcilik ve sosyo - ekonomik ic dinamizmini, endüstriyel yaratıcılık ve global rekabet gücünü ve böylece milli gelir düzeyini uzun vadede nasıl etkileyecek? Kanaatimce yaşlanan bir toplumda yeni ufuklara ve hedeflere ulaşmaktan ziyade ancak maddi kazanımları muhafaza etmek ön plandadır. Bir toplumda yıllarca tek büyüyen sektör huzurevi inşaatı ve yaşlı insanların bakımı olursa ve okullar ve cocuk yuvaları öğrenci eksikliğinden kapanıyorsa bir şeyler yolunda gitmiyor demek.
Nüfus ülkelerin kaderini belirler – jeostratejik faktör
Napolyon “politika kaderimizdir” demişti. Dünya ülkelerinin tarihin akışı icinde gelecekteki kaderlerini belirleyen büyük bir ölçüde nüfuslarının gelişmelisidir. Devletlerin nüfusu, coğrafi özellikleriyle beraber cok önemli bir jeostratejik faktör oluşturmaktadir. Avrupanın nüfussal cöküşü ve yaşlı emekliler kıtasına dönüşmesi dünya üzerindeki etkinligininde azalmasina neden olacaktir. Buna en iyi örnek bugün Rusya gösterilebilir. Rusyanın yeniden süper güc konumuna ulaşmasına engel olan en büyük nedenlerden birisi Rus nüfusunun Sovyetler Birliği cöktükten sonra her yıl 1 milyon civarında azalmasıdır. Diger önemli bir neden ise Batı ülkelerine kaybettiği vasıflı beyin gücüdür. Aynı zamanda Cin de 1980’lerden sonra yürütülen zorunlu tek cocuk politikası sonucu nüfus artışı durma noktasina geldigi gibi önümüzdeki yıllarda da toplam nüfus hızlı bir sekilde gerilemese beklenmektedir. Cindeki şu an hic bir sosyal güvencesi olmayan yüz milyonlarca yaşlı ve cinsiyet dengesinin bozulması (tek cocuk politikası aileleri erkek cocuğu tercih ettirdi ve sonuc olarak 20 milyon evlilik yaşında erkek nüfus fazlalıgı var) bir saatli sosyal bomba teşkil ediyor. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletlerinin cehresini değistiren son 30 yılda hizla artan Hispanic (Latin Amerikan asıllı) nüfusu beyaz anglo-sakson egemenliğini tehlikeye sokacak durumda bir gelişme gösteriyor.
Avrupada hal böyle iken, hala Malthus kanunlarina dayali görüsler dünyamizin daha fazla nüfusu kaldiramayacagi endişesini tasimaktalar. Fakat 2003 BM raporuna göre dünya nüfusunun artışı 2040 yıllarına doğru tamamen duracak ve hatta sonraki yıllarda gerileyecektir. Buna rağmen BM, ABD ve AB 3. Dünya ülkelerinde doğum kontrolü, kısırlaştırma ve kürtajın yaygınlaştırilmasi icin sürekli yeni projeler ve büyük kaynaklar aktariyorlar. Bunun yeni bir sömürgecilik şekli olabilme ihtimali hayli yüksek. Zengin Bati ülkeleri kendi nüfuslarının erimesi halinde güney kesiminin ve Türkiye gibi gelişen ülkelerin artan genc nüfus potansiyelini bir tehlike olarak algılıyor ve bunu engellemek icin her türlü imkanları seferber ediyorlar. Zoraki kürtaj ve kısırlaştırma faaliyetlerini AB yıllık EUR 300 milyon bir bütçe ile destekliyor.
Sonuc
Batı dünyası, bilhassa 60’lı yıllardan sonraki zenginleşme ve refah düzeyindeki yükselmeye karşılık nüfus artışında hızla bir gerileme ve refah artışının sağladığı sağlıklı beslenme sonucunda da nüfusu gittikce yaşlandığı icin büyük bir cıkmaza girmiş durumda. Son yıllarda tehlikenin farkına varıldığından, bu sorun toplumda ve ilim dünyasında sıkca tartışma konusu olmakta ve cözüm önerileri üretilmeye calışılmaktadır. Ancak sorunu cözmek icin nüfus ve doğurkanlığın düşmesinin nedenlerini anlamak gerek. Doğum oranlarınin gerilemesi farklı faktörlerle açıklanabilir. Mesela günümüzde ilk doğum yapan annelerin ortalama yaşlarındaki ilerlemesi, ikinci bir çocuk icin kalan doğurganlık süresinin kisalmasi, kadınların hiç doğurmamayı secmeleri (Örneğin Isvicrede bütün kadınların ortalama 20%’si, akademisyen bayanların 40% çocuk sahibi olmuyorlar), giderek daha fazla ebeveynlerin ikinci bir cocuk istememesi (bilhassa evlilik dışı birlikteliklerde ve tek bir ebeveynle yaşayan boşanmış bayanlarda).
Sayılan nedenlerin yanında Batı toplumunun nüfus cıkmazına girmesinin en büyük etkeni kanaatimce 60’lı yılların sonlarında başlayan ve kadın özgürlük hareketini takip eden toplumda aile kurumunun tamamen yıkılarak ortadan kalkmasıdır. 2. bölümde Batı dünyasında aile kurumunun verilerle zamanla nasıl tahrip olduğunu aktaracağım.