Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ayrıntılar

Ayrıntılar
 

Keskin soğuğun ortasında, kalp kırıklarıyla yürüyen gölgemi, Liverpool'dan götürmeye çalışıyorum. "Hayat bizi sürüklerken, gözyaşlarımızın ıslaklığını hiç fark etmiyor mu?"

Bu soruya yanıt aramak bile belki de saçmaydı; ancak cevabımı bulacağım yerlere gitmeyi amaçlıyordum. Yüreğim ümitle doluydu; fakat midem üç gündür bomboş...
Budala olduğumu herkes söylerdi, hatta annem ölmeden yedi dakika önce gözlerime bakıp, bana "budala" demişti.

Anlamsız gelen bu kelime, şimdi o kadar manalı geliyordu ki, bir anlık da olsa kendimden iğreniyordum... Karanlık sokaklarda kendimi sorgulayıp, gölgeme sığınır olmuştum.

Sanki, gölgem, varlığımdan daha çok hak ediyordu umutlarımı...
Tüm bu keşmekeş fikirlerimi bir kenara itip, yemek bulmak için sol taraftaki bir pub'a girdim.

"Yanımda para yok" demek saçmaydı, olsaydı üç günü aç geçirmezdim.
Görenler beni dilenci sanıp bozukluklarını adeta yüzüme atıyorlardı. Kendimi birden hayaller alemine götürüp, utancımı yok etmeye çalıştım.

Şimdi ben bir şövalye, çevremdekiler de cani ruhlarının etrafında şeytanı arayan kötü korsanlardı.

Bu karmaşanın içinde hızla hazineye ilerleyip, onurlu bir şekilde aralarından ayrılacaktım. Arkamdan kalleşlik yapanlar olursa bir kılıç hamlesiyle yere serip, meziyetlerim arasına bir de katilliği ekleyecektim.

Şizofren olduğumu düşünebilirsiniz, ancak yaptığım şey sadece hayal kurmaktı ve bunun hayal olduğunun farkındaydım.

Atılan hiçbir bozukluğu almadan "chef"in yanına gittim, ne söyleyeceğimi ya da nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum, tek bildiğim buradan bir an önce ayrılmaktı. Muhtaçlık ve gurur o kadar iç içe girmişti ki, birileri tarafından sınanıyordum.

Adam (chef) elime bir sandviç tutuşturup, "şimdi git buradan" dedi. Beklemediğim bir öfkeyi yüzüme savuran adamın gözlerine bakamadan avuçlarımdaki hazineyle arkamı döndüm. Fiziksel açlığım gururumu yenmişti ve birşey diyemeden oradan hızla uzaklaştım. Küçük bir sandviç için bile mutlu olabiliyormuş meğer insan. O zaman düşündüm ki, para mutluluğu engelliyor.

Bir sandviç, bir battaniye, sıcak bir çorbaya bile mutlu olunabilecek bir hayat; kürkünün kirlenmesini dert edecek hayattan çok daha sevimli ve çekiciydi.

Yani hayatımı seviyordum. Basit güzellikler beni mutlu ediyordu. Ve en güzeli de "ÖZGÜRDÜM."

Parayı bile tanımayacak kadar HÜR...

Kaldırımlar hür,
Ben hür,
Zaman hürdü...
Hayat kısa; ancak sürecek her vakit hürdü.
Hayaller, şarkılar, aşklar hürdü...
Yalnızlığın ve şiirlerin hür...
Kedere inat, özgürlük hürdü...

"Belki bir yoksul böyle düşünüp hayatının varlığını yaşanır kılıyor" diyebilir "çok bilmiş mantığımız"; ancak hayatta yaşamaya değecek şeylerin, gerçek ya da bahaneler olup olmadığını kim, nasıl belirliyor?
Bizler de acaba bu bahanelerle mi hayatımızı geçiriyoruz?

 
Toplam blog
: 6
: 506
Kayıt tarihi
: 29.11.06
 
 

A.Kocatepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 2. sınıf öğrencisiyim. Bir buçuk yıllık bir ra..