Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '09

 
Kategori
Tarih
 

Azerbaycan istiklal mücadelesi

Azerbaycan istiklal mücadelesi
 

AZERBAYCAN İSTİKLAL MÜCADELESİNİN İTİCİ GÜCÜ
PROLETARYA MI? BURJUVAZİ Mİ? AYDINLANMACILAR MI?

BAYKARA HÜSEYİN, <ı>Azerbaycan İstiklal Mücadelesi Tarihi, Azerbaycan Halk Yayınları, İstanbul 1975, 331 sayfa.

İstanbul barosu avukatlarından olan yazarın, Azerbaycan istiklal mücadelesine ilişkin etraflıca ele alınmış bir kitabıyla karşı karşıyayız. Yazar, Bolşevizme karşı olanların acımasızca sürgün edildiği yıllarda Türkiye’ye gelmiş ve çalışmalarını İstanbul’da devam ettirmiş.

Azerbaycan Türklerinden olan yazarımızın akademik çalışmaları da Azerbaycan Tarihi üzerine olmuş. Yazarın, tanıttığımız <ı>“Azerbaycan İstiklal Mücadelesi Tarihi” kitabı dışında <ı>“Azerbaycan’da Yenileşme Hareketleri”, XIX. Yüzyıl. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1966 ve <ı>“İran İnkılâbı ve Azatlık Hareketleri”, Emek Matbaası, İstanbul 1978 kitapları da bulunuyor.

İstanbul’da 1975 yılında basılan kitap, 331 sayfadan oluşuyor. Kitabın sonunda 34 tane düzeltme bulunuyor. Bu kadar düzeltmenin bulunmasını tashih açısından yetersiz ve özensiz buldum. Kitabın son kısmında Sovyet Rusya İmparatorluğu ve Sömürgeleri ile ilgili, Etnik Nüfus Yoğunluğu ve Toprak Genişliği Tablosu ve bibliyografya koyulmuş. Kitabın arka kapağından önce 9 resim bulunuyor. 57 başlıktan oluşan kitap bölümlere ayrılmamış. A- Önsöz diye başlıyor ve 57 başlıkta son buluyor.

Sovyetlerin büyük bir Müslüman hapishanesine çevirdiği esir edilmiş millletler coğrafyasında bolşevik şovenizminin alabildiğine sürdüğü yıllarda yazılan kitap, Azerbaycan özgürlük mücadelesinin gelişim sürecini inceliyor. Yazar bu araştırmasında, yakınçağ Azerbaycan tarihine ışık tutuyor ve Çarlık rejimine karşı girişilen mücadeleyi ve Bolşevik devriminden sonra kısa süren Azerbaycan Bağımsızlık tarihini inceliyor.

Bolşevik cuntasına muhalefet eden Türk aydın ve tarihçilerin seslerinin şiddetli bir şekilde susturulduğu, yazar ve aydın kesimlerin sürgünler yaşadığı SSCB döneminde yazılmış olan kitabın, önemli bir cesaretin ürünü olduğu düşüncesindeyim. Kitabın temel tezi, diğer Rusya Türkleri gibi Azerbaycan’ın da Çarlık döneminden beri hızla sömürgeleştirildiği ve halkın geri bırakılarak bütün temel hak ve özgürlüklerden yoksun bırakıldığı bu yüzden de haklı olarak milli bir muhalefetin oluştuğu ve bu muhalefeti açıkça ortaya koyan Azerbaycan halkının bağımsızlığı hak ettiği argümanı üzerinde gelişiyor.

Kitabın 57 kısımdan oluştuğunu söylemiştim. İlk 9 kısmında Azerbaycan’ın ekonomisi anlatılarak başlanıyor. Toprak rejiminin dönemlere göre gelişiminin ele alındığı bu kısımlarda, feodal ağalık sisteminin toprak mülkiyeti üzerindeki etkisinden bahsediliyor. Bu baştaki ilk dokuz kısımda Azerbaycan İstiklal Mücadelesinin iktisadi alt yapısının dikkatli bir şekilde ortaya konmaya çalışılmasını dikkat çekici buldum. Yazara göre her özgürlük mücadelesinin bir iktisadi temelinin olması gerekir.

Kitaptan anladığımıza göre, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Azerbaycan’da başta petrol olmak üzere birçok ticari sektörde faaliyet göstererek zenginleşmiş bir burjuva sınıfı oluşmaya başlamıştır. Bu sınıfın çalışmaları ve aydınlanma sürecine katkı ve destekleri, açtıkları yeni usül okullar, özgürlük mücadelesine yön vermiş görünüyor. Burjuvazinin aydınlanmaya desteklerine kanıt olması bakımından yazarın Tagiyev ile ilgili örneğini gösterebiliriz. <ı>“1901’de Hacı Zeynelabidin Tagiyev, Bakü’de I. Aleksandriyevski Türk Kız Jimnazını açıyordu. Jimnaz lise derecesinde bir okuldu.” (s.58) Ayrıca yazara göre Türk sermayedarları Türk gazete ve dergilerine para veriyor, batı ülkelerine bursla öğrenci gönderiyorlardı. (s.58) Yazar, milli Azerbaycan sermayesine dikkatimizi çekerken bu sermaye içerisindeki Rus tüccar ve sanayicilerinin payını da ortaya koyuyor. Yazara göre “...yüzaltmış yedi şirketin yirmibiri...” (s.47) Rus'tu.

Proletarya, yakınçağ devrimlerinde varlığı çok merak edilen ve tartışılan bir konu olagelmiştir. Yazara göre, Azerbaycan'da XX. Yüzyılın başlarında yeterince dikkate alınması gereken bir işçi sınıfı vardı. Bakü’nün başta petrol olmak üzere rol oynadığı sanayi canlılığını göz önünde bulundurursak yazara hak verebiliriz. Ancak kitapta bu işçi sınıfının Azerbaycan özgürlük mücadelesinde itici bir güç oluşturacak kadar ağırlığa sahip olup olmadığının cevabını bulamıyoruz.

Tanıtımını yaptığım kitabın devam eden 10. ve 13 kısımları Azerbaycan’daki siyasi hareketlere ayrılmış. Bu kısımlarda Azerbaycan'da bağımsızlığın ilanına kadar kurulan siyasi örgütler ve partilerden bahsediliyor. Bu kısımlardan anladığımıza göre Azerbaycan’daki siyasi hareketler 1901 yılında Bakü’de <ı>“Rus Sosyal Demokrat Derneği”nin kurulmasıyla başlamış. Daha sonra 1904’te “<ı>Himmet” adlı bir sosyalist parti kurulmuş. İkinci siyasi parti ise 1905’te ihtilal günlerinde ve Ermeni saldırılarının yoğunlaştığı bir atmosferde Ahmet Agayev tarafından <ı>“Difai” adıyla kurulmuş. Azerbaycan siyasi hayatının üçüncü partisi ise 1906’da Nijni Novgorod’da yapılan <ı>“Rusya Müslümanları Üçüncü Kurultayı” kararı doğrultusunda teşekkül eden “<ı>Rusya Müslümanları İttifakı Fırkası”dır. Özgürlük sürecindeki son siyasi hareket ise 1911 de kurulan <ı>“Musavaat” partisidir.

Siyasi hareketlerin incelendiği bölümlerde ilgi çekici bir detay ise Azerbaycan İstiklal mücadelesi ile özdeşleşmiş Mehmet Emin Resulzade’nin başlangıçta bolşevik unsurlarla beraber olduğu ve “Emin bey’in o tarihlerde hiçbir zaman milli muhalefetin mümessili” (s.79) olamadığıdır. Bu iddiayı kitapta ilgi çekici buldum.

Kitapta <ı>“kaçaklar” hareketinin anlatıldığı bölümlerde bu hareket <ı>“Rus çarlık rejimine karşı devamlı baş kaldırma ve silahlı olarak zulme karşı koymanın bir örneği...” olarak tanımlanmaktadır. Anlaşılan, bu kaçaklar hareketi Rus işgaline karşı milli bir direniş olarak Azerbaycan’da bağımsızlık ve milliyetçilik duygularının oluşmasına katkıda bulunmuştur.

1905 Rus Japon savaşı ve birinci Rus ihtilalı kitapta önemli yer tutuyor. Yazar bu bölümde I. Rus İhtilalinin gelişimini anlatıyor. İhtilalin temelinde yatan işçi sınıfının ve tarım kesiminin sorunları ayrıntılı olarak ele alınmış. Nitekim Papas Gapon’un önderliğinde hazırlanan <ı>“genel istekler dilekçesi”nin II. Nikolay’a kışlık sarayında sunulması için gidildiği <ı>“Kanlı Pazar” olaylarının ayrıntılı olarak ele alındığı sayfalarda ezilen kesimlerin çardan istekleri dile getirilmiş.

1905 olaylarının büyümesi üzerine Çar II. Nikola Ekim manifestosunu yayınlamıştı. Kitapta bu manifestonun içeriğini görüyoruz. Manifestoya getirilen iki önemli eleştiri dikkatimizi çekiyor. Birincisi, 135 milyonluk çarlık topraklarında Rus olmayan onca halka rağmen manifestoda hiç onlardan bahsedilmemesi ve muhatap alınmaması. İkincisi ise de bu manifestonun getirdiği kişi dokunulmazlığı, fikir ve söz özgürlüğü dernek vs hürriyeti seçim hakkı, Duma seçimlerinin serbestçe yapılması gibi konularda samimiyetsiz olunduğu kanısı. Nitekim hatırlanacağı üzere 1905 ihtilalinin getirdiği kısmi özgürlük ortamı iki yıl içinde son bulacak Duma ise tamamen çarın kontrolüne girecektir.

I. Rus ihtilalinin Azerbaycan üzerindeki etkilerinin anlatıldığı 17. kısımda yazar göstermelik olan özgürlük ortamının ilk heyecanlı günlerinin etkisiyle bütün Rus esiri milletlerde olduğu gibi, Azerbaycan’da da siyasi bir hareketlilik başladığına işaret ediyor. Kitapta bu ortamda teşkil edilen bir heyetin çarlığa ilettiği, <ı>“milli istekler dilekçesi”nin tam metnini görüyoruz.

Hazırlanan <ı>“milli istekler dilekçesi”nden anladığımıza göre o dönemde Azerbaycan’da hem sosyal hem de siyasal alanda halk birçok konuda kısıtlamalara ve çifte standartlara uğratılmış. Bu kısıtlamalara örnek olarak verilen memuriyet kısıtlamaları, siyasi engellemeler ve eğitim kısıtlamaları düşünüldüğünde, çarlığın esir milletlerin geri kalması için elinden gelen çabayı sarf ettiğini de anlayabiliyoruz.

Kitabın 1905 ihtilal ortamının değerlendirildiği bu kısımlarından, ihtilal sürecinin getirdiği seçimlere katılma, temsil hakkı ve ifade hürriyeti gibi kısmi özgürlüklerin, halkta heyecan ve sevinç uyandırması yanında çarlığın, bu hareketlenmeleri kendisine karşı bir bağımsızlık tehdidi olarak algıladığı için Azerbaycan’da Ermeni milletini kışkırtmak suretiyle bölgede karışıklıklar çıkarma yoluna gittiğini öğreniyoruz.

Kitabın 17 ve 25. kısımları, Rusya Müslümanlarının Nijni Novgorod’daki 3. Kurultaylarına ayrılmış bu bölümde kurultayın toplanış şekli, kurultaya Kafkasya ve Asya’dan katılanlar ve <ı>“Rusya Müslümanları İttifakı Partisi”nin kuruluşu konuları ayrıntılı olarak anlatılmış. Burada ilgimi çeken bir konu Rusya Müslümanlarının ne zorluklarla toplanabildikleri mevzusudur. Kitaptan anladığımıza göre Müslüman delegeler resmi hiçbir kongre için izin alamıyorlar ve kongrelerini ancak düğün ve bayram şeklindeki toplantılarda gizli olarak yapabiliyorlar. Bu 3. kurultay da yine Abdurreşid İbrahim ve Ali Merdan Topçubaşı’nın organizesinde Aliye hanımın düğünü için toplanmışlar ve bütün delegeler bu düğüne davet edilerek toplantı düzenlenebilmiştir. Aliye Hanım Zakir Hazret’in kızıdır.

Rusya Müslümanlarının yaptıkları bu toplantılar uyanışlarına ciddi katkılar sağlıyordu nitekim kitaptan bu 3. kurultayda bir de parti kurulduğunu öğreniyoruz. <ı>“Rusya Müslümanları İttifakı Partisi” adını alan bu siyasi hareket çok kapsamlı bir program hazırlamış. Bu programı ben daha çok bir anayasaya benzettim.

Kitabın 29 ve30. kısımlarında Musavaat partisinin kuruluşu ve Mehmet Emin Resulzadenin hayat ve şahsiyeti anlatılmış. Bilindiği üzere Musavaat partisi Azerbaycan bağımsızlığında önemli bir yere sahiptir. Bu bölümlerde sekiz maddelik parti programını görüyoruz. Programda ırk ve din ayırımı yapılmadan bütün Müslümanların birleşmesi gerektiği birinci maddeye alınmış olmasını ve programda Müslümanların haklarının ağırlıklı olmasını partinin kurulduğu tarihlerde Trablusgarp ve Balkan savaşlarının devam etmesine bağlıyor. Anlaşılan Osmanlı devletinin XX. yüzyıldaki yenilgiyle sonuçlanacak olan bu iki savaş, bütün İslam coğrafyasında olduğu gibi Azerbaycan’da da etkili olmuş ve heyecana yol açmış.

1914 – 1917 Yılları Arasında Savaş ve İhtilal başlığını taşıyan 31. kısımdan 36 kısıma kadar I. Dünya savaşının gelişimi ve bolşevik ihtilal süreci anlatılıyor. Bilindiği üzere bolşevikler bu savaşı istemiyorlardı. Rusya’nın emperyalist itilaf devletleriyle birlikte hareket etmesi bolşevikler tarafından şiddetle eleştiriliyordu. Kitapta bu süreç etraflıca işlenmiş. Bu bölümlerde Rusya’da işçi sınıfı ve durumu, köylülerin ihtilale etkileri ve içinde oldukları sosyo-ekonomik yapı ortaya konmuş. Ayrıca bolşevik önderler anlatılmış Lenin’in İsviçre’de Tsimmervald köyündeki dünya sosyalistleriyle geçirdikleri günler ile ilgili detaylı bilgiler eklenmiş. Bunlardan da anlaşılıyor ki, kitapta Rus devrimi öncesi koşullarla ilgili olarak dikkat çekici tespitler de var. Bu tespitlerden biri de 1905 ihtilalinden sonra çarlık tarafından bütün muhaliflerin Sibirya’ya sürülmesiyle birinci ihtilalin kökünün kazındığını sanılmasıydı. Oysaki durum daha farklıydı. <ı>“... ihtilalin materyali-potansiyeli olan topraksız aç köylü, günde fabrikalarda 12 14 saat çalışan hukussuz aç işçiler, Rus toplumumun nüfusça milyonlarını teşkil ediyor ve ortada sürünüp duruyordu. Bütün Rus ve Rus esiri ihtilalci partiler yer altında çalışıyorlardı..” (s.213) Bu da gösteriyor ki asıl ihtilal henüz olmamıştı.

Her ne kadar Bolşevik ihtilalinin batıdaki 1848 ihtilalinde olduğu gibi işçilerin ağırlıklı olduğu bir devrim gibi düşünülse de sanılanın aksine Sosyal Revolyutsiyoner (S.R.) partisi, Rus köylüsüne dayanıyordu. Nitekim kitapta da ihtilalin önemli bir kısmının örgütsüz Rus köylüsü olduğunu görüyoruz.

1917 <ı>“Şubat İhtilali” günlerinde Rus Toplumunun İhtilalden Umduğu ve Çözümünü Beklediği Meseleler başlığında bu istekler sıralanmış. Kitapta verilen bu isteklere bakarak dönemin sosyal ve siyasal taleplerini de bir nebze anlayabiliyoruz. Bu istekler <ı>“1- Rusya’nın İtilaf devletleriyle ilişkilerinin kesilmesi, savaş sırasında yapılan gizli anlaşmaların iptali ve tek başına barış. 2- Kurucu Meclisin derhal toplanması. 3- Toprak Reformu problemi. 4- İşçilerin fabrikalar üzerinde kontrolleri meselesi. 5- Ülkenin her yönünde berbat ve perişan olan üretim durumunun yeniden organize edilmesi. 6- Rus esiri milletlerin hakları ve hürriyetleri.” (s.228) Kitapta, bu meselelerin hiçbirisine ihtilaldeki ilk geçici hükümetin çözüm getiremediğinden bahsedilerek Lenin’in <ı>“Barış, ekmek ve toprak” sloganıyla ortaya çıktığını ve umudu yeniden yükselttiğini ortaya koyuyor. Bilindiği üzere Lenin’in işin içine girmesiyle artık bolşevikler daha güçlü olarak ortaya çıkmışlar ve üstünlüğü ele geçirerek devrimi sonuçlandırmışlardı. Acaba II. Rus ihtilalinin yapılmış olması Azerbaycan bağımsızlığını nasıl etkileyecekti?

Kitabın 37 – 43. bölümleri arasında Azerbaycan'da bağımsızlığın ilanı konusu işlenmiş. Yazara göre Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmelerinden sonra Azerbaycan istiklal mücadelesi eylemci yola girmişti. Ayrıca buradan öğrendiğimiz dikkate şayan bir başka nokta da, yapılan seçimlerde Musavaat partisinin işçi kesimlerinden %75’e varan oy aldığıdır.

Bu arada kitapta dikkatimi çeken bir başka detay da Rus ordularının I. Dünya savaşında Osmanlının doğu cephelerinden dönerken Azerbaycan topraklarında durdurularak ellerindeki silahların, top bataryalarının ve atların alınmış olması gerçeğidir. Bu silahların ve mühimmatın Azerbaycan istiklali için, Ruslara ve Ermenilere karşı kullanılacağını tahmin etmek zor değil.

Sonuç olarak uzun mücadelelerden sonra 28 Mayıs 1918’de Tiflis’te Azerbaycan istiklali ilan edilmiştir. Kitapta <ı>“Azerbaycan Milli Misakı”nı da görüyoruz. Bu misakın birinci maddesine göre <ı>“1- Bu günden itibaren Azerbaycan halkı, hâkimiyet hakkına malik olduğu gibi, Güney ve Doğu Kafkas Ardından ibaret Azerbaycan dahi, bütün hukuka malik müstakil bir devlettir. 2- Müstakil Azerbaycan devletinin şekl-i idaresi halk Cumhuriyeti olarak kararlaştırılmıştır.vd”. (s.258) Artık Azerbaycan, bağımsızlığını ilan etmişti. Şimdi kurmaktan daha önemli olan şey bağımsızlığı koruyabilmekti. Acaba kazanılan özgürlük korunabilecek miydi? Ya da Sovyet Rusya bu özgürlüğe ne kadar izin verecekti? Kitap’ta bu sorulara da cevap bulabiliyoruz.

Yeni bir cumhuriyet kurulmuştu. Bu tüm Türk dünyasında sevinçle karşılanmıştı. Osmanlı devleti (yazar 1918 yılında olmamıza rağmen Türkiye diyor) kendisi de zor durumlarda olmasına rağmen Azeraycan’a iki grup halinde askeri yardım göndermiştir. Kitapta bu konuya da değinilmekte ve Osmanlı askerlerinin büyük sevinçlerle karşılandığının altı çizilmektedir. Bütün bunlarla beraber yazar, bu askeri yardımın Türkiye’deki algılanışı ile ilgili bir iki hatıraya girmekte ve konuyu tartışmaktadır. Yazara göre, İsmet İnönü hatıralarını yayınladığı <ı>“Akis” dergisinde ve Fahrettin Altay ise <ı>“Hayat” dergisinde 1918’deki Osmanlı ordusunun bu Azerbaycan seferini macera olarak adlandırmaları Azerbaycan’da üzüntüyle karşılanmıştır. Yazar bu siteminden sonra soruyor<ı>: “ Aceba birinci dünya savaşının sona ermekte olduğu aylar içerisinde Azerbaycan’a gönderilen Osmanlı kuvvetleri yüzünden hangi cephede, hangi savaş kaybedilmiştir? Bu kuvvetler Rus ihtilali üzerine çözülen Doğu cephesinden kaçan Rus ordusu karşısında boşalan Osmanlı kuvvetleriydi.” (s.265)

Türk - Azerbaycan ilişkilerinin tartışıldığı bu kısımlarda kitaptan anladığımıza göre, Azerbaycan’da birkaç kesim var ve bazı kesimler bağımsızlığın değil Osmanlı’ya ilhak olmanın ve onun bir eyaleti olmanın daha faydalı olacağını savunmaktadırlar. Bazı kesimler de Osmanlı bize yardım etsin bu yardıma ihtiyacımız var ama sakın Osmanlı bizi İstanbul’dan yönetmeye kalkmasınlar demektedirler.

Kitabın sonlarına doğru Mondros sonrası dönemin incelendiği kısımlarda, ateşkes ilan edilip Osmanlı orduları bölgeden çekilince bu sefer de bölgeye İngilizlerin girdiğini ve Bakü’yü işgal ettiklerini söylüyor. Bu tarihten itibaren bölgede bir tarafta bağımsız ve yalnız bir Azerbaycan Cumhuriyeti, diğer tarafta, Bakü petrollerini kimseye kaptırmak istemeyen bir İngiltere ve kendisini bölgenin mirasçısı gören Sovyet Rusyanın siyasi ve askeri mücadelelerine tanık olacağız ve sonuç Kızıl Ordunun Azerbaycan topraklarını bolşevikleştirmesiyle son bulacaktır.

Kitapta Azerbaycan Cumhuriyetinin uluslar arası durumunun incelendiği bölüme bakılırsa, I. Dünya savaşının sonuçlandığı Paris Barış Konferansında Azerbaycan’ın temsilcisi Dr. Mir Yakup’un da bulunduğu bir ortamda Lord Kurzon tarafından Azerbaycan ve Gürcistan Cumhuriyetlerinin tanındığını anlıyoruz. Adı geçen açıklamada <ı>“Bundan sonra, Azerbaycan ile Gürcistan Cumhuriyet’lerine müstakil ve egemen birer devlet gibi bakılacaktır” denmektedir. (s.282) Özellikle kitap, <ı>“Ağustos 1919’da İngilizlerin de çekilmesiyle Azerbaycan’ın tam anlamıyla hür ve müstakil bir devlet olmuştu” diyerek bağımsızlığın netlik kazandığının altını çizmektedir.

Kitapta milli mücadele ile ilgili bölümlerde var özellikle 52. ve 53 bölümlerde milli mücadele ve Azerbaycan bağımsızlığı konularındaki ilişkiler incelenmiş. Yazar kitabına Sivas’ta Amerikan generali Harbord ile Mustafa Kemal’in görüşmesine yer vermiş. Bu görüşmeden anladığımıza göre, Harbord Mustafa Kemal’e bazı sorular sormuş bu sorulara verilecek cevapların yazılı bir rapor halinde Samsun limanında kendisine yetiştirilmesini istemiş. General Harbord’un bu istekleri ve genel tavrı bana oldukça ilgi çekici geldi. Bu istekleri kitaptan aynen aktarıyorum. <ı>“1. Kuva-yı Milliyenin genel durumu gücü ve kaynağı nedir? 2- Azınlıklar ve özellikle Ermeniler konusuna bakış açınız nedir? 3- Muavenet ve müzaheret hakkındaki fikriniz nedir?” (s.288) Bunun üzerine Mustafa Kemal’in bir rapor hazırlayarak Samsun’da General Harbord’a yetiştirdiğini kitaptan anlıyoruz. Bu raporda milli mücadele ilgili genel konular dışında Ermenilerin Azerbaycan’daki yaptığı katliamlar ve Türkiye sınırındaki kışkırtmaları üzerinde duruluyor. Ayrıca Azerbaycan istiklali ile ilgili olan bölümde ise <ı>“kendi hudutlarımız içinde kalmak zorundayız” (s.288) diyerek rapora devam ediyor.

Bu raporla ilgili dikkat çekici bir pasajı buraya alabiliriz. <ı>“ Ermenistan’daki bahtsız Müslüman halkın yardımına gitmekten ve Azerbaycan Müslümanları ile teşrik-i mesai etmekten çekinerek bütün faaliyet ve hedeflerimizi anavatanın ve milletin şimdi çizilen hudutları içinde istikbalini ve refahını garanti altına almak için hasretmeyi zaruri görüyoruz.” (s.290)<ı>

Tanıtımımızın başlığında sorduğumuz soruya doğru cevabı tam olarak kim verebilir bilmiyoruz ama yazarın, Azerbaycan istiklalinin milli mücadeleye feda edildiği fikrinde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yazarın şu sözleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır<ı> “. Azerbaycan’ın Bolşevikleştirilmesi üzerine ve Azerbaycan’ın istiklali için oynanan “Dram” hakkında, Türkiye ve dünyada birçok yazılar ve eserler yayınlanmıştır. Bu yayınlar birçok yanlıdır. Çoğunluğu kapsayan fikir, Mustafa Kemal Paşa’nın Azerbaycan istiklalinin Sovyet Rusya’ya, Anadolu Milli Mücadele Hareketine yaptıkları yardıma karşı taviz olarak feda eylediği fikridir.” (s.291).

Kitap, bize yeni kurulan ve çok kısa süren Azerbaycan Cumhuriyeti ile daha sonra kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilişkileri ile ilgili kamuoyunda az bilinen konulara da değiniyor ve Türkiye’nin misak-ı milli sınırları içinde kalarak Azerbaycan istiklalini görmezden geldiğini ve Sovyet desteğine karşılık Azerbaycan’ın bağımsızlığından feragat edildiğini ortaya koymaktadır. Bu ne kadar doğrudur ya da ne kadarı doğrudur yapılacak etraflı çalışmalarla bu konu daha net bir şekilde anlaşılabilir.

Sonuç olarak Azerbaycan istiklal mücadelesinin gelişiminin ele alındığı kitap genel hatlarıyla okuyucuya bir fikir veriyor ancak I. Rus ihtilaline ve Bolşevik devrimine ayrılan bölümlerin daha fazla olduğu dikkatten kaçmıyor. Kitabın Azerbaycan İstiklal Mücadelesini hazırlayan faktörler üzerinde çalışan araştırmacılara faydalı olacağı kanaatindeyim.

 
Toplam blog
: 17
: 1731
Kayıt tarihi
: 07.09.07
 
 

1996 Marmara mezunuyum. Eğitimci ve tarihciyim. Eğitimi ve danışmanlıkla uğraşıyorum. Sınav Eğiti..