Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '09

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Balık istifi...

Balık istifi...
 

Bir arabanın içinde, şehrin orta yerinde deniz kıyısından uzak İstanbul sokaklarını dolaşıyorum içim sızlayarak...

Bakıyorum şehre ama manzara berbat...

Hani denizi görmesem, ara sıra uğramasam Sultanahmet'e, unutacağım ismini bu kaybolmuş şehrin...

Binalar iç içe, insanlar dip dibe...

Çarpıklık diz boyu meskenlerde...

Bahçeler çoktan unutulmuş, balkon devri kapanmış, kalabalığa kendini çoktan teslim etmiş bu yorgun şehir...

O küçücük balkonlar bile kombi odaları olmuş, camekanlarla çevrelenmiş “biz güneşe kapalıyız bu yaz”der gibi.

Pazar sabahlarının neşesi olan kahvaltı masaları sığacak yer bulamıyor artık balkonlarda, kurulamıyorlar eskisi gibi özenle.

Huzurlu, gürültüsüz, sağlıklı bir nefes almak için oldukça yol kat etmek kısaca İstanbul'dan uzaklara kaçmak gerekiyor orta direk için.

Öyle Orhan Veli gibi gözlerini kapatıp İstanbul'u dinlemek imkansız gibi...

Bir korna sesiyle irkilmeyeceğiniz an yok çünkü...

Şairin dediği gibi,

“Ne beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arasından...

Ne de bir kuş çırpınır eteklerinde...”

Evinizin hemen dibinde yeşeren bir fidanın kocaman bir ağaca dönüşmesini izlemek çok zor artık.Bahçenizde düşlediğiniz o ağaç üzerinde kuş sesleri yerine, pencerenizden korna seslerini dinliyorsunuz gün boyu.

Bir de dar sokaklardaki bodrum katlarda düzenlenen, yaz geceleri boyunca sokağa taşan, gürültüden başka bir anlamı olmayan, sözüm ona göreneklerin sürdürülmesi adına havasız yerlerde yapılması göze alınan, birilerinin özgürlüğünün başladığı yerde birilerinin özgürlüğünü bitiren, onlar için ömürlerinde bir defa ama o çevrede oturanlar için hergün yaşanan kına geceleri...

Arabaların arasında top oynamaktan başka çaresi kalmayan ve avazı çıktığı kadar bağırmayı kendine zevk edinmiş çocuklar.

Ve tüm bunların ortasında nahoş yaşamaya ve hatta gürültü kirliliğine terk edilmiş orta direk...

Hadi kışın neyse de, yaz gelince bir başka taşıyor insanın yüreği...

Nasıl izin verilmiş o daracık sokaklara kocaman kocaman binalar dikilmesine, nasıl tıkılmış bunca insan güneş görmeyen iki odalı loş evlere...

Yaşam için nasıl uygun bulunmuş...

Yine yaşam koşulları diyeceksiniz belki düzensizliğe, önceden düşünülmemiş bu çarpık düzene...

Hani öyle bir gücüm olsa, biraz ışık görsünler diye ellerimle itmek geliyor evleri birbirinden.

Yeşili özler insan, gökyüzünü görmek ister, bazen denizi.....

Evinin dışa açılan bölümüne ulaşınca çiçek kokularıyla karşılaşmak ister, yemek kokularıyla değil ki.

Eski İstanbul sokakları, arnavut kaldırımlar...

O sokaklar da dardı ama evler ağaç boylarını geçmiyordu böyle...

Bazen düşünüyorum yüksek binalardan bir kesit alıp üst üste duran insanların kaderini izlemeyi.

Nüfus fazlalaştı elbet, bunun farkındayım, İstanbul'un sefasını sürenler de az değil onun da farkındayım...

Ama bir gerçek var...

İstanbul'da büyük çoğunluk balık istifi...


 
Toplam blog
: 106
: 1384
Kayıt tarihi
: 21.02.07
 
 

Bir yaz gecesi hatırasıyım. Haziran doğumluyum. Bilirler haziran doğumlular. Hele ki haziranın tam..